“Gelecek kirlenmeyecek!”
Yersiz ve yurtsuz insanlar dünyasında, kaybedilen anlamların bulunamaz hale geldiği bu deryada, hepimiz maskelerinin ardına saklanmış birer tavus kuşuyuz. Kimliklerimiz öylesine içkin hale gelmiş ki derimize, kaybetmişiz yerimizi, içinde yaşadığımız endüstriyel maskeleri geçirmişiz benliğimize. Sanki peçeyi kaldırsak, donacağız bu ıssızlık ayazında, bir adım daha atsak, varlığımızı kaybedeceğiz bu illüzyon kainatında!
Yabancılaşma kavramı, tam da “bugün”ümüzü anlatıyor. Bize öğretilen neyse, onu aldığımız hayatlarımızda, kimsesizleşmiş kimliklerimiz acıyor. Sonra ona da yabancılaşıyoruz, zaten biz hep yabancılaşıyoruz, belki de bu yüzden, her yanımızda Narcissuuss aynalarıyla yaşıyoruz.
21. asır insanlığının en büyük ikilemine ve trajedisine dikkat çekilen “Peacock” (Tavus Kuşu) filminde, yönetmen Gökçe Açıkgöz, tam da bu gerçekliğin üzerinde kalemini oynatıyor, kamerasını bu noktaya odaklıyor. Kendinden kaçmanın, aitlik hissine bu kadar bağlı kalındığı, hatta uğruna hayatların dünyadan koparıldığı bu dünyada, nasıl da sahip olabileceğimiz aslında tek mülkiyetimiz olan, ben hissimizle, şizofrenik bir yaklaşımla ilişki kurduğumuza değiniyor.
Hayatlarımızı doğadan çaldık, sonra üstüne binlerce farklı ve yanlış anlam inşa ettik. Bu yetmedi, kasıklarından çıktığımız doğaya karşı geldik, başkaldırdık ona, sonra başımıza vurduğu her uyarı darbesinde, defalarca lanet okuduk ona. Halbuki bu darbeler, sebep değil sonuçtu. Biz yarattık bu sonuçları ve hislerin, düşüncelerin, hatta inançların değişim değeri haline geldiği bir ortam var ettik. Buna “yaşam tarzı” adını verdik. Bizi tanımlayacak şeyler aradık hep, hiçbiri bize uymadığı halde, görsel uyuşturucular ve kitlesel kumaşlar biçtik derimize.
Teaser çekimleri Berlin’de yapılan film Polonya’da çekilecek; filmin yönetmeninin deyimiyle, “günümüz dünyasında, kendine ve doğaya yabancılaşan insanın anlam arayışına odaklanıyor“, doğadan ve “doğasından” uzaklaşan insanın, içine düştüğü açmazı, tuzağı gözler önüne seriyor. Yaratıcılığımızın yok olması ve doğamızla aramıza koyduğumuz mesafe ile, kendimize ve hem bireysel anlamlandırma çabalarımıza, hem de hayatın içinde türümüzün var olmasını sağlayan keşif hissine uzaklaşmamız, modern yaşamın beraberinde getirdiği toksik etkilerden. Bu etkilerden kurtulmak için en iyi çözüm, etimize yapışan maskeden kurtulmak ve kendimizi doğamıza, doğallığımıza döndürmek. Ne kadar acı verici olsa da. Hatta, sırf acı verici olduğu için. Zira acı, tabiatın yetiştirdiği en iyi doktor ve öğretmendir.
Doğanıza dönün, toprağa dokunun ve maskelerinizi çıkarın; kurmaca kimliklerinizden başka, kaybedeceğiniz hiçbir şeyiniz yok!