Yüzyıllarca dini buyruklarla yönetildik. Varımızı yoğumuzu tanrılara, tapınaklara bağışladık. Evlatlarımızı kurban ettik, kadınlara hayatı zindan ettik, hayvanları katlettik, sakatları cezalandırdık, eşcinselleri lanetledik.
Arka bahçemizde yeşiller yerine savaşlar büyüttük
Dinler üzerinden milyonların öldüğü; kanlı, kansız savaşlar inşa ettik. Kimimiz bu kötülükte hiçbir payı olmadığını iddia ederken, kimilerimiz kötülüklerden kurtuluş formülleriyle konuşup duruyor süresiz. Oysa bu paralel yaşamlar her daim yaşanıyordu, şimdilerde daha keskin ve belirgin olmaya başladı. Çelişkiler keskinleşiyor, büsbütün ifşa oluyor. Yeni yılda zengin olma vaatleri ile piyango bileti çekilişlerinden umut ticareti yapılıyor, bir yanda askerler ne için gittiklerine dair hiçbir fikir kırıntısı taşımaksızın bir yerlerde yakılarak katlediliyor, diğer yanda nerede yaşanacağı belirsiz patlamalar… Şırnak’ta, Cizre’de, Nusaybin’de, İdil’de evsiz bırakılan, bu soğukta yaşam mücadelesi veren minicik eller, hastalar, yaşlılar, kadınlar… Diğer tarafta savaş mağduru Suriyeli çocuklar, yalın ayak, incecik kıyafetlerinin içinde ezilmiş, üşümüş avuçlarında mendilleriyle şehirlerimizin en işlek caddelerinde… Mezhepçi, ulusalcı, ırkçı cehennemin zindanlarına kapatılmışlar adeta. Bu coğrafyada nefes almak günden güne imkânsız hale geliyor.
Ya duyarsızlaştık ya da kutuplaştık
Duyarlılıklar ve düşünümsellikler sekteye uğramış, şiirin, sözün ve yazının anlamsızlaştırılmaya çalışıldığı bu evrede felaketin gelişinin ayak sesleri günbegün duyulurken, acılar telafisiz bir noktaya hızla evrilirken bizi önemsemeyenler, gündelik kaygıların, demagojik anlayışın ahmakça kutuplaşmanın denizlerinde soluk alır gibi yaparken, geldiğimiz tek bir yer söz konusu: Acının dipsizliği, kötülüğün sınırsızlığı, ruhların umutsuzca can çekiştiği cehennem. Ne yapıp edip barışı dillendirmeyi, onurlu ve eşit bir barış iklimini gündem yapmayı şiar edinmekten başka bir çıkış yolu yok. Ölmüş ve ölecek bedenlerle doldurulan, çocukların kanlarıyla sulanan bu topraklara yaşam üflemek, umutlu ve tutkulu bir ruhu aşılamak şimdiden sonra asıl görevimiz olmalıdır.
Bu asil görev için gelin kafamızı, kalbimizi toparlayalım. Bizi uyuşturan, sorgulamaktan alıkoyan tüm anlayışlara tekmeyi basıp maskelerimizi indirelim. Herkes için, hepimiz için yeni bir bakış inşa edelim. Dünya’ya, hayata, sınırlara bakışımızı gözden geçirerek, sahici ve samimi olalım. O zaman şikâyet etmek yerine isyan etmeyi, debelenmek yerine akıl yürütmeyi, ağlaşıp durmak yerine etkin öznelliği devreye sokabilir; gerçek anlamda sorunlarımızı çözmeye yaklaşabiliriz. Bunlar dışındaki yollar, yöntemler; bizlere sadece kin, nefret ve savaş getirecek. İki seçeneğimiz var; ya barışacağız ya da iyilik için savaşacağız.
Kapak Fotoğrafı: Savaş ve Barış, Gündüz Aghayev