3 Aralık 1958’de İstanbul’da doğan Jale Sancak edebiyat ve sanatla çok geç olmadan buluşmuş. Tiyatro oyunları, öyküler, romanlar ile Türk edebiyatında önemli bir yer ediniyor. 7 yıl önce açtığı Galapera Atölyesinde yazar yetiştiriyor, edebiyat üzerine söyleyiş yürütüyor ve sanatla alakalı tüm ürünleri öğrencileriyle -ya da dostlarıyla- paylaşıyor. Jale Sancak ile kurduğu atölye ve son çıkan kitabı Belki Yarın üzerine konuştuk.
Edebiyat ile tanışmanız nereye dayanıyor? Hangi yıllara? Hangi kitaplara?
Çocuk yaşta, okul öncesinde dersem abartmış olmam. Sevgili kitap kurdu annem sayesinde. Birbirinden eşsiz çocuk kitapları, çocuk dünyamı, düş dünyamı tamamen ele geçirmişti. Güzel bir zehirlenmeydi. Şimdi ilk hatırladığım kitaplar Küçük Prenses, Peter Pan, Çocuk Kalbi, Değirmenimden Mektuplar.
Yazarken size ilham veren şeyler var mı?
Ben ilham denenen şeye hiç inanmayanlardanım. Bir karşılaşma, bir etkilenme, bir çağrışım kışkırtır evet, o neyse yazmaya oturursunuz, sonrası metinle uğraşma, sıkı çalışmadır.
Mekân kavramı yazarken sizin için ne kadar önemli? Özel ortamlar arıyor musunuz yoksa “Nerede olsa yazarım” mı önemlidir?
İki şekilde: Sadece evdeki masamda, ara ara da Galapera’da yazabiliyorum. Yazmak için kendimi rahat, özgür hissettiğim iki yer. Nerde olsa yazamam. Bir de yazdıklarımda mekân başat öğelerden biri, belirleyici olandır.
Yazmaktan mı daha keyif alıyorsunuz okumaktan mı?
Okumadan yazılmaz diye klasik bir yanıt vereceğim öncelikle. İyi okur olunmalı kuşkusuz. Ne var ki yazmanın hazzı her zaman daha fazladır, okuma ediminden daha fazla keyif verir. Zaten böyle hissedilmezse yazılamaz, bu zorlu uğraşın içinde olmaya katlanılamaz.
Öykücülük ve romancılık arasında bir fark görüyor musunuz?
Yazma biçimleri, süreleri iki türün de kendine has özelliklerinden dolayı farklıdır, ne var ki yazma, uğraşma, didinme, yaratma süreçleri farklı değildir bana göre. İkisi de aynı çabayı gerektirir, aynı birikime, donanıma ihtiyaç duyar.
Aklınızdaki imgeleri tamamıyla yazılara dökebildiğinize inanıyor musunuz? Hayal ettiğinizin hepsi sözcüklerle buluşabiliyor mu?
Çoğu zaman önce düşlenir, sonra yaratılır. Düşünme ve düşleme ile yazma edimi birbirlerinden farklıdırlar. Zihninizde uçuşan ya da akan her şeyi aynıyla elde tutabilmek mümkün değildir. Düşlenilen hiçbir zaman tam olarak gerçekleştirilemez. Ona en yakın olanı söze dökebilirsiniz ancak. Tabii her hayal edilenin yazılması da gerekmez veya yazılsa da her zaman iyi sonuçlar vermeyebilir.
Türkiye’de edebiyatçıların yazmak haricinde başka görevleri de var mıdır?
Olmaz mı? Zorunlu olarak. Türkiye’de birkaçı hariç, belki dünyada da böyledir, edebiyatçılar hep başka işler yaparak geçimlerini sağlamak mecburiyetinde olmuşlardır. Kitap okunmayan, kitabın alıcısı olmayan, edebiyatın sevilmediği bir ülkede başka nasıl olabilir ki? Gerçi bu sanatın diğer alanları için de geçerli.
Şiiri, romanlardan ve öykülerden ayıran ciddi bir fark var mı ya da romanlara, öykülere ne kadar yakın? Şiir edebiyatın başkaldıran bir türü diyebilir miyiz?
Şiir sözün en eksiltilmiş, en süzülmüş, en yoğunlaştırılmış hali bana göre. Öykü bu nedenle yakındır şiire. Azla çok şeyi anlatmayı amaçlar. Dokusu sıktır, yoğundur. En uzun haliyle bile yoğunluğu, bazen de söyleme biçimleri nedeniyle şiire yakındır. Ne var ki sonuçta düz yazıdır ve onu düzyazı kılacak özelliklerden oluşmalıdır. Bu başkaldırı meselesine gelince böyle bir kesinleme yapmamız doğru olmayabilir. Başkaldırının ya da muhalefetin varlığı ve yokluğu bütün türler için söylenebilir. Yazarının tutumuna bağlı bir şey.
Türkiye de beğendiğiniz öykücüler, şairler, romancılar var mı?
Elbette, pek çok, hem önceki kuşaklardan, hem benim kuşağımdan hem de genç kuşaklardan birçok yazarı severek, beğenerek okuyorum. İsim saymaya kalkarsam çok uzun bir liste olur.
Başucu kitabınız var mıdır?
Başucu kitabı demeyelim de, dönüp dönüp okuduğum Edip Cansever şiirleri, Ferit Edgü’nün, Leyla Erbil’in kitapları var.
Hem çocuk büyütmek, hem çalışmak, hem de yazmak zor olmadı mı?
Çok zor oldu tabii. Her şeye yetişmek zorunda kalıyor insan. Hele de vahşi bir sektörde, tam gün mesaili bir iş olunca, hem çocuğa hem yazmaya zaman ayırmak için sözgelimi dinlenmekten, uyumaktan, kendine zaman ayırmaktan vazgeçebiliyor. Gene de yazmanın bütün bu sıkıntılara iyi geldiğini, beni ayakta tuttuğunu söyleyebilirim.
Edebiyat ve felsefenin buluşması kaçınılmaz mıdır?
İlişkilidirler, aynı ya da benzer soruları sorarlar, birbirlerine katkı sunarlar, demek, kaçınılmazdır demekten daha doğru olur.
Yazamadığınız dönemler oluyor mu? Kalemi fırlattığınız ya da fırlatmadan masaya yavaşça koyduğunuz?
Yok kalemi hiç fırlatmadım, yazamadığım nadir zamanlar oldu elbette, bunu dert haline getirmedim, zorlamadım, zihnimi dinlendirdim, yazamama nedenimi çözmeye çalıştım.
Bir cümle, bir ritim, bir ses, bir anı, bir olay içinizde yazma talebi oluşturuyor mu?
Elbette, saydığınız şeyler ya da benzerleri kışkırtır, yazma, anlatma isteği uyandırabilir birden. Duyar, karşılaşır, etkilenirsiniz. Sonraya yol açar. Çoktur bende böyle karşılaşmalar.
Yazmayı bırakmayı hiç düşündünüz mü? Yoksa yazmadan yapamam mı diyorsunuz?
Bırakmayı hiç düşünmedim bu güne dek. Sevdiğiniz bir şeyi neden bırakmayı düşünesiniz ki? Yazmak bana hep iyi gelen bir şey oldu. Dünyaya katlanmamı kolaylaştırdı. Ne var ki yazmadan da yapılabilir. Bir zorunluluk değil.
Belki Yarın kitabının hazırlanış süreci nasıl oldu? Ne kadar sürdü? Neler yaptınız süreç içerisinde?
Belki Yarın’daki öyküler üç dört yıllık bir zaman içinde yazıldı. Araya Fırtına Takvimi adlı romanım girmişti. Roman bittikten sonra öncesinde yazmış olduğum öyküleri yeniden gözden geçirdim, çalıştım, sonrasında da yeni öyküler yazdım. Sürekli ve hızlı çalışırım ama yazdıklarımdan kolay memnun kalmadığım için bir öykünün yazılma süresi çok uzun sürer bende. Çünkü yoğun bir şekilde çalışırım üstünde.
En sevdiğiniz öykünüz hangisi?
Sevmek demeyelim, daha iyi, güçlü bulduğum kimi öykülerim vardır. Belki Yarın’dan örnek verirsem, “Geç Kaldı Şermin Meyhanesi, Bataklık Öyküsü, Sıradan Hayatlar” öyledir. –
Şu an hazırladığınız bir kitap var mı?
Bir roman yazmaya başladım. Onunla uğraşıyorum. Epeyce zaman alacak gibi görünüyor.
Galapera Kültür ve Sanat Derneği iyi öykücüler yetiştiriyor. Peki, yazmak için gerçekten akademik ya da teorik bir eğitim gerekir mi? Eğitimin olması süreci hızlandırır mı ve yazmak için sadece okumak yeterli olabilir mi?
Okumadan asla olmaz ve bizim atölyelerde anlattığımız şeyler iyi kitaplarda fazlasıyla mevcuttur. Atölye sizi yazar yapmaz, böyle bir şeyi garanti etmez, etmemeli, ederse saçma olur. Atölyeye gelmeden de pekala yazabilir, yazar olabilirsiniz. Yazar olmak, yazmak başka şeylere bağlı. Ama nasıl resim derslerinde resim yapmak için gerekenleri, araçları, teknikleri öğrenir, işinizi kolaylaştırırsanız, yazı atölyelerinde de aynı şey gerçekleşir. Zararı yoktur, yararı vardır.
Galapera Kültür ve Sanat Derneğini açmak aklınıza nereden geldi? Neden? Bu tür eğitimler günlük hayatınızı etkiliyor mu? Zorlanıyor musunuz?
Galapera’yı 2010 yılında edebiyat etkinlikleri yapmak, edebiyata katkı sağlamak isteğiyle açtık. Uzun süre edebiyat söyleşileri, yazar-okur buluşmaları düzenledik. Hepsi de çok keyifliydi. Sonra da atölyeler düzenlemeye başladık. Bu tür etkinlikler beni zorlamıyor, severek yaptığım, yapmayı arzuladığım için tam tersine, özellikle bilgi paylaşımı, aktarımı mutluluk veriyor.
**
Röportajda bol bol bahsettiğimiz Galapera Atölyesi eğitim ve söyleyiş süreçlerine devam ediyor. Facebook üzerinden Galapera Kültür ve Sanat Derneğini takip ederseniz, son etkinlikleri, eğitim kayıtlarını, iletişim adreslerini bulabilirsiniz. Saygıdeğer Jale Sancak’a röportajımızı kabul ettiği için teşekkür ediyor, sevgilerimizi yolluyoruz.