Çizgi filmlerde doğa neredeyse hiç yok. Sanki gezegende kurduğumuz uygarlıkta öyle bir aşamaya gelmişiz ki, doğa yok olmuş.
Hızla yenilenen teknolojiler nedeniyle, yaşadığımız çağın bilişim çağı olarak adlandırılmasına artık kimsenin itirazı yok. Belki de hiçbir devirde teknoloji insanların günlük hayatlarına bu kadar girmemiş, yaşam tarzı ve sosyal ilişkilerini bu denli belirlememişti.
İnsanlar önceleri teknolojiyi ihtiyaçlarına göre üretir ve kullanırken, günümüzde teknolojik yeniliklere göre ihtiyaçlarını tanımlamaktalar. Teknolojinin günlük yaşamda kapladığı yer her geçen gün artarken, belki de bundan en çok etkilenen kesim gelişim çağındaki çocuklardır.
Televizyona “maruz kalan” çocuğun yaşı, hangi programları seyrettiği, ne kadar süre televizyonun karşısında kaldığı gibi pek çok sorunun yanıtı, televizyonun çocuk üzerindeki etkilerini belirler.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) 6-18 yaşlarındaki çocuklar üzerinde yaptığı son araştırmada, çocukların ekran karşısında kalma süresinin ortalama günde 5 saat olduğu ortaya çıktı.
Bu oran, bildiğimiz pek çok eski araştırmanın elde ettiği bulgulara göre çok daha kaygı verici. Çocukların televizyon başında geçirdikleri saatler giderek artarken yaşların küçüldüğü, hatta bağımlılık nesnelerine bilgisayar, tablet ve telefonun da eklenmiş olduğu görülüyor.
Çocuklar, ‘oyalanmaları’ için saatlerce televizyon, tablet ve bilgisayar karşısında bırakılıyor. Çalışmak zorunda olan ebeveynlerin yorgunluğu, ilgisizliği ve zaman sıkıntısı da çocukları daha fazla televizyonla vakit geçirmeye yöneltiyor.
Televizyon, çocukların sosyal ve psikolojik şekillenmelerinde kalıcı etkilere sahip. Çocukların tüketici alışkanlıklar kazanması, şiddete, saldırganlığa başvurması, kültürel yabancılaşma, televizyon kahramanlarına öykünme, özdeşleşme, gerçeklerden, hayattan, sokaktan, insanlardan kopma, asosyallik, dikkat dağınıklığı ve konsantrasyon eksikliği, uzun süre televizyon karşısında kalmanın yarattığı çeşitli sağlık sorunları televizyonun olumsuz etkilerinden sadece bazıları.
Günümüzde çocuk dünyası yetişkinlerin dünyasına yaklaştı
Televizyonun evlere girdiği ilk yıllarda çocuk olan ve o günleri hayal meyal de olsa hatırlayan bizler, bugün bir karşılaştırma yapma imkânına sahibiz.
Türkiye’de ilk televizyon yayını İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) tarafından 1952 yılında başlatıldı. Ancak televizyonun evlerimize girmesi TRT yayını ile oldu. TRT spikeri Nuran Devres‘in, “Burası üçüncü bant beşinci kanaldan deneme yayını yapan Ankara Televizyonu. Sayın seyirciler bugün 31 Ocak 1968 Çarşamba, Ankara’dan televizyon yayımına başlıyoruz” sözleri ile ilk yayın başladı. Dolayısıyla ülkemiz için çizgi film miladını da bu dönem, yani 70’li yıllar olarak kabul edebiliriz.
Aradan geçen onlarca yılda sürekli gelişen teknolojiyle birlikte çizgi filmler de pek çok değişim yaşadı, ancak çocukların çizgi film izleme tutkusu azalmadan sürdü.
1970’li yıllarda çocukların izlediği çizgi filmlerin başında Mickey Mouse, Temel Reis, Ayı Yogi, Şeker Kız Candy, Arı Maya, Pembe Panter, Tom ve Jerry geldi. Ormanlar Kralı, Gulliver’in Maceraları, Şahinler, Tonton Ailesi ve Pinokyo da aynı dönemin popüler çizgi filmleri arasında. Bu yapımların, her türlü eleştiriden azade olmasalar da eğlence ve macera odaklı özellikleriyle genel olarak çocuk dünyasına hitap eden nitelikte oldukları belirtilebilir.
Kuşkusuz toplumsal cinsiyet açısından irdelendiğinde, kız ve erkek rollerinin ayrıştırılması, çocukta yanlış bilinç, şartlanma ve model oluşturulması yönündeki eleştiriler bu dönem yayınları için de geçerlidir. Özel televizyon kanallarının açıldığı ve rekabetin arttığı 1980’li yıllara gelindiğinde çizgi film sayısının arttığını görüyoruz. Şirinler, Bugs Bunny, Tweety, Atom Karınca, Red Kid, Casper, Taş Devri, He-Man, Tarzan ve Heidi gibi hala izlenilen ve hatırda kalan çizgi filmler bu yıllara damgasını vurdu.
90’lı yıllar bilgisayarın hayatımıza girmeye başladığı yıllar olduğundan, dijital imkanlar çizgi filmlere de yansıdı. Öte yandan devlet televizyonu yanında özel kanallar da açıldı ve sayıları hızla arttı.
Bu yıllarda erkek çocuklar için kahramanın, kurtarıcının, bireysel mücadelenin, fiziksel ve süper güçlerin öne çıktığı yapımlar popülerlik kazanırken, kız çocuklar içinse önceki yıllarda görmediğimiz kadar abartılı bir cinsellikle ön planda olan genç kız figürleri yaratıldı.
Ninja Kaplumbağalar, She Ra, Richie Rich, Jetgiller, Beverly Hills Gençliği, Tazmanya Canavarı, Garfield, Snoopy, Speedy Gonzales, Kaptan Mağara Adamı, Voltran ve Yıldız Savaşları 90’ların unutulmaz çizgi filmlerindendi. Çoğu günümüzde de de popülerliğini sürdüren Batman, Zorro, Fantastik Dörtlü, Süperman, Robin Hood, Hulk ve Maske de doğuşunu 90’lı yıllara borçludur.
2000’li yıllara gelindiğinde tıpkı yayın alanında olduğu gibi çocukların istikrarlı ve sorunsuz bir alıcı kitle olduğunu fark eden televizyon dünyası pek çok çocuk kanalı kurarak bu alana yatırım yaptı.
Devlet televizyonu olan TRT Çocuk, özel kanallardan Cartoon Network, Minika Go, Minika Çocuk, Planet Çocuk, Kidz TV bunlardan bazıları.
Çizgi filmler ve çocuk yapımlarının dünü ile bugününü kıyasladığımızda pek çok çarpıcı gerçekle karşılaşıyoruz. Günümüzde çocuk dünyası büyüklerin dünyasına yaklaşmıştır. Bu, kendiliğinden olmamış, yetişkinlerin çocuk dünyasını her alanda sektör haline getirmesiyle gerçekleşmiştir.
Çocuk programlarının ilk yıllardaki masumiyeti, masallara ve klasik maceralara yakın ve henüz onlardan kopmamış durumu giderek aşılmış, yetişkinlerin dünyasında olan biten her şey çocukların dünyasına taşınmıştır.
Bunun çocuk diliyle olması ya da figürlerin çocuğa benzemesi bu gerçekliği değiştirmemektedir. Savaş, şiddet, ölme-öldürme, yenme-yenilme, fakirlik-zenginlik, tüketim, cinsellik, aşk gibi pek çok tema çizgi filmlere konu olmuş, olmaktadır.
Burada insanlığın mağara duvarlarına çizdiği ilk alegorik resimlerle, kendi insanlığımızın başlangıcı sayabileceğimiz çocukluğumuzda çizdiğimiz ilk resimler arasında bağlantı kurarsak, bütün bu resimlerin ortak teması doğadır. İlk insanların ve bütün çocukların resimlerinde doğadan figürler bulunur. Dağlar, dağların arkasında batan güneş, bulutlar, dağların yamacıyla sınır ağaçlar, dere, derenin kıyısında bir ev, evin bahçesi, bahçede çiçekler, köpek, kedi, inek, tavuk, kuş…
Bu ilk ‘çocukluk’ resimlerinde olduğu gibi izlediğimiz çizgi filmlerde de doğa, ağaçlar, orman, kulübeler, bahçeli evler, çayırlar, hayvanlar, hayvanlarla iç içe bir yaşam hakimdir.
Heidi, Şirinler, Arı Maya, Ayı Yogi, Temel Reis, Ormanlar Kralı, Taş Devri gibi dönemin popüler çizgi filmlerinde doğa, sadece hikayenin geçtiği bir fon değil, kahramanların günlük yaşamında yer alan kanlı canlı birer figürdür.
Günümüzde insan dışındaki diğer tüm ‘yaşayan’ canlıların, yani doğanın, bitkilerin, hayvanların çocuk dünyasındaki yeri reel yaşamda da çizgi filmlerde de azalmıştır. İnsan tek başınadır, kurtarıcılara muhtaçtır, tehlikenin nereden geleceği belirsizdir.
Sanayi devrimi sonrası insanlığın tahayyülünde doğa –ya da toprak- yoktur. İnsan, kendi yarattığına tapmaya başlamış, doğaya ve toprağa saygısını yitirmiş, giderek kendine saygısını da yitirmekle yüz yüze kalmıştır. Bugün gelinen aşamada ayrıksı ve farklı bir örnek olması nedeniyle Cartoon Network adlı tematik çocuk kanalı konuyu irdelemek açısından özel bir öneme sahiptir.
Doğasız, oyunsuz çocuklar…
Cartoon Network adlı özel televizyon kanalının, çocuklara yönelik içeriklerde bilim kurgu ya da fantastik yapımlara yaklaştığı iddia edilebilir. Bilim kurgu filmlerinin insanlığa dönük çeşitli ütopya ya da distopyaları işaret etmesi gibi, çocukların önüne adeta distopik yaklaşımla insan merkezli olmayan yaratıkların ‘insancıl’ dünyası seriliyor.
Bununla çocuklar gerçek hayattan koptuğu gibi, gerçek hayatın umarsızca gideceği kötücül yer de işaret ediliyor. Umutsuz, karmaşık, belirsizlikten gelecek tehlikeye karşı tetikte, güvensiz ve asosyal çocuklar başka bir dünyaya aitlermiş gibi yaşıyorlar. Çoğu çizgi filmin oluşturduğu konsept, insanların yerini almış yaratık ve canlıların –bir de belki böceklerin- birlikte kurdukları yüksek teknolojili ‘yeni’ dünyayı işaret ediyor.
Programlarda doğa neredeyse hiç yok. Sanki gezegende kurduğumuz uygarlıkta öyle bir aşamaya gelmişiz ki, doğa yok olmuş. Cansız, cılız, yaşamakla ölmek arasında bir doğa, yaşamın üretim dinamikleri açısından bakıldığında insanların hayatlarında merkezde yer almayacak şekilde konumlandırılmış.
Bahsedilen çizgi filmlerde yer çukurları, su boruları, kanallar, koliler, tel örgüler, geometrik şekiller, sivri gökdelenler, helezonik yapılar, bir ağaç fidanından daha fazla yer tutuyor. Doğa çizgi film kahramanlarının ilgisini bile çekmiyor. Oyunlar doğayla, doğayla birlikte oynanmıyor. (Zaten oyun yok, mücadele var.)
Yani çiçek böcek peşinde koşan, doğayı seven, keşfeden çocuklar yok. Onları çevreleyen bir doğa yokmuş gibi davranan, umursamayan bir popülasyon hakim. Sürekli felakete sürüklenen dünyayı kurtarmakla ya da kurtaramamakla uğraşan, bu nedenle erkenden –bilgiyle, teknolojiyle serada olduğu gibi yapay koşullarda- büyümüş çocukların tedirgin, masumiyeti bozulmuş dünyası var. Doğa keşfedilmiş, ele geçirilmiş, bitmiş, artık bütün merak konusu uzay boşluğundaki başka gezegenler ve oradan gelecek canlılar üzerinedir.
Çizgi filmlerde çizilen tipolojiler de insana benzer yaratıklar şeklinde. Kafadan bacaklılar, gözleri oyuklar, konuşan hamburgerler, patates cipsleri, bir sürü yaratık.
Aynı durumu oyuncaklarda da görüyoruz. Artık oyuncaklar basit biçimde bebek, araba vs değil. Yüksek fiyatlarla satılan, ancak herhangi bir şeye benzemeyen yaratıklar; çöpsler, shopkins, matt hatter, fungus amungus, minions, grossery gang, star wars ve daha niceleri. Başka bir dünyaya ait olan ve kendi aralarında savaşan, didişen, rekabet eden yaratıklar, çocukların ellerinde, koyunlarında, çantalarında. Adeta bu dünya bitmiş, insanlık evrim geçirmiş ve yeni bir uygarlık yaratılmış gibi. Dünyanın gidişatının böyle bir yer olduğu bile iddia edilse, yaratılan bu yeni dünyada da bireysel kurtuluşun, kurtarıcının esas olduğu, insanlığa ait değerlerin hemen hiç yer almadığı eleştirisi yapılmalıdır. Ayakta, tıkınırcasına ve sınırsız bir açlıkla hazır yiyecek atıştıran, çocuk olduğunu tahmin ettiğimiz karakterlerin obez oluşu da hem yansıtılan hem de önerilen yaşam tarzının sonucu.
Maceralar daha çok evlerde yaşanıyor. Hatta daha da minimalize biçimde odalarda… Bahse konu olan çizgi filmlerin çoğu aile komedileri gibi sürekli ev içinde ve kapalı mekanlarda geçiyor. Sadece insanlık değil, çocuklar da ruhsal ve reel dünyalarında kapatılmayı yaşıyorlar. Tek başına, kardeşsiz çocukların bilgisayar, televizyon, tablet üçgeninde yerlerinden kalkmadan yaşadıkları maceralar, sonunda geleceğe ilişkin bezginliğe dönüşüyor. Çocuk yerinden kalkmıyor, ancak uçan yaratıklar gri gökdelenler arasında süzülüyor.
Bütün bu anlatılanların –yüksek teknolojiye mahkum oluşumuz, doğanın bitmişliği, gezegenin kaynaklarının tükenmesi, obezlik, bireysellik vs – gerçek olduğu, gerçek olanın yansıtılıyor olmasının da doğal olduğu belirtilebilinir. Ancak burada eleştirilen, yetişkinlerin dünyasındaki bütün “çöp”lerin ve fantezilerin ideolojik bir yaklaşımla çocukların dünyasına boca edilmesi, umut ve mücadele seçeneğinin yok edilerek çocuklara geçmişi değilse bile şimdiyi ve geleceği kurtarma şansının verilmeyişidir. “Yeni nesil çizgi filmler”in ağaçsız, yapraksız, kuşsuz, kedisiz, kitapsız, kısacası umutsuz kurgulanmasıdır. (SÖ/EKN)
Alıntı: Biamag- Sibel Öz