Estetik, aslında herkesin içinde var olan, herkesin doğuştan bildiği ama zamanla sistem ve insanlar tarafından öğrenip sahiplendiğimiz eski ve geçersiz realitelere ait yargılar tarafından kendisine bir çıkış yolu bulamayan bir kavram…
Yozlaştırılan bilincimiz, bizi içine itinayla sokmaya çalıştıkları sınırlar, ve bize bu sınırları konfor noktamız olarak kabul ettirip dört kolla sarılmamıza neden olan “korku” duygumuz; nesilden nesle estetiğin ve güzelin ne olduğunu unutturdu hepimize. Ama neyse ki onu asla unutamayacak, asla kirlenmeyecek ve hep olduğu gibi kalacak olan kalbimiz, estetiğin ve güzelin ne anlama geldiğini hep hatırlayacak. Güzellik, bir ihtiyaç, bir haz, bir oluş hali değildir, insan oluşumuzun doğası gereği hepimizde var olan ve ona doğru içgüdüsel olarak yöneldiğimiz bir ışıktır, kaplumbağaların yumurtalarından çıktıklarında denize açılan yolu dolunay ışığına bakarak buldukları gibi, damlası olduğumuz okyanusa bizi götürecek ışık da güzelliğin kendisidir. Bu yolda gözlerimiz ne kadar kalbimiz olur ise, olduğumuz güzelliği o kadar net görürüz.
Güzellik kadar doğal bir kavrama düşman kesilmiş bir zihniyet, kalbimize asla zarar veremez, ancak bizi olduğumuz güzelliği unutturabilir, ve bunu başardığı an, gözlerimiz artık bize ait değil, bize öğretilen yargıların esiri olmuştur. Güzel olan her şeyi yıkmaya çalışan bir zihniyet, olduğunuz sonsuzluğa asla zarar veremez, ancak kendiniz olma gücünü ve nezaketini göstermediğinizde, sizi sizden çalabilir. Güzel olana savaş açmış bir zihniyet, kendi kendini öldürdüğünün farkında olmadan zarar verir tüm var oluşlara, ancak siz zarar görmekten korktuğunuz vakit, oyuna gelmişsinizdir.
Güzelliğin ve estetiğin en net var olabildiği alan olan sanat, göremeyen kalplere pusula olmuştur yüzyıllar boyu. Kendi hapishanesinde mutlu olduğunu düşünen bir “sistem yerlisi”, Janis Joplin’in mercedesine binmemiş, Bob Dylan’ın bir fincanlık kahvesinin hatırını unutmuş, Jack Keruac ile Şikagoya açılmamış, Van Gogh’un “sigara içen iskelet”ine baktığında kendisine benzediğini görememiştir.
Duvarlarını kırmasını nasihat eden Pink Floyd’un t-shirtlerini giymeyi çok sevmiş ve hemen ardından korkularına, kinlerine, yargılarına ve inançsızlığına bir kat sıva daha çekmiştir. Sevgiden, dünyayı değiştirmekten ve dans etmekten bahsedince alayla karışık yapay bir sırıtış monte etmiştir suratına.
İyi ki bu yazı bir kişisel gelişim makalesi değil, kişisel gelişim dünyaya kişiliğini eritip sonsuzca sarılmanın değerini anlatamadı, gösteremedi. Bu yazı sadece kelimelerden ibaret, diğer tüm yazılar gibi. Kelime denilen ölçü birimleri ise, biz insanlara olduğumuz sonsuzluk olmayı asla gösteremedi, ve doğası gereği gösteremeyecek. Kendimizi aşmayı seçmediğimiz her an öldüğümüzü, kendimizi aştığımız an anlayabileceğiz sadece. Kalbimizin istediği insanı öpebilme cesaretini gösterdiğimizde, yargılanmaktan korktuğumuz her alana koca bir siktir çekip sahte benlik kalıplarını erittiğimizde, duvarları yıktığımızda, iyiye de kötüye de sonuna kadar sarılıp dualite sınırlarını kırdığımızda, ve belki en çok da sonu olmayan bir yola çıktığımızda.
Art Space Project’in de var oluş alanı Yol’dur ve vaat ettiği şey sanatın dünyayı değiştirebileceğidir.
Yol, bize yaşadığımızı hissettiren yegane tapınaktır. Evrenin sonsuz potansiyelleri, biz onlara kendimizi açtığımızda var olabilir. Potansiyellere kendimizi ne kadar açarsak, o kadar net hissederiz yaşadığımızı. Biz de bir zamanlar sadece potansiyeldik ve hâlâ öyleyiz. İnanmak, bu potansiyelleri gerçek kılabilmek için en yeterli araçtır, ve inancını en kaybetmiş olanımız bile bir yerde “inanılmış” olandır. Tüm bu sonsuz potansiyeller içerisinde dünya dediğimiz minik gezegenin, şu an olduğundan daha güzel bir yer olması, daha önce hiç resim çizmemiş bir insanın eline kalemi alıp olduğu güzelliği yansıtmayı seçmesi kadar kolaydır.
Art Space Project, yolda başlamış ve hep yolda devam edecek olan bir performans sanatıdır. Şehirden şehire gezerek, yoldan geçen herkesi resim çizmeye, dans etmeye, şarkı söylemeye, müzik yapmaya davet ederek dünyayı bir kaç saniyeliğine daha güzel bir yer yapmayı hedefler. Gittiği her şehirde, önceki şehirlerde çizilmiş olan resimleri sergiler, ve yeni resimler edinir, bu yönüyle devamlı olarak büyüyen interaktif bir sergidir.
Ayak bastığı her alanı geçici otonom bölge ilan ederek potansiyellerin sınırsızlığını özgür bırakır. Hiçbir şeye karşı değildir, hiçbir şey ile savaşmaz. Barışı çizmeyi ve barışı bestelemeyi önerir. Bir davası olmadığı gibi, bir sonu ve sonucu da yoktur. Kendi kendisinin sonucudur.
Art Space Project, gezgin Diren Demir tarafından ilk kez 20 Eylül 2016’da Fethiye’nin bir köyünde ortaya çıkarılmıştır.
Art Space Project’in gideceği rotaları öğrenmek ve önceki otonom bölgelerde neler çizildiğini incelemek için:
https://www.facebook.com/artspaceproject
adresine göz atabilirsiniz.
Manifesto
1- Herkes kendi ütopyasının kendisi haline gelmelidir. Başka bir dünyanın mümkünlüğü biz enerjiyi eylem boyutuna geçirdiğimiz anda en net şekilde varlığını ortaya koyacaktır.
2- Dünyada varlığını sürdüren illüzyonlara karsı verilen her savaş onları besleyecektir. Savaşa savaş ile karşılık verilemez, bu noktada en zararsız ve en güçlü silah sanattır.
3- Art Space Project, sanatı 4 duvar arasına sıkıştırıp paranın miktarına göre şekillendiren burjuvazi galerilere karşı “Sanat her şeydir ve her yerdedir.” görüşünü savunur.
4- Dünya, evrenin geri kalan her sonsuz köşesi gibi otonom bir bölgedir. Art Space Project, bize bunu unutturmaya çalışan düzene karşı bir ayaklanmadır.
5- Barışı bestelemek, barışı çizmek, barışı yazmak, pozitif enerjiyi her zaman dinç tutacaktır.
6- Art Space Project bir ütopyadır, ütopyalar gerçekleşmek içindir.
7- ??? 🙂