Jean Nicolas- Arthur Rimbaud, 20 Eylül 1854 yılında Charleville’de dünyaya gelmiş ve sıradışı bir hayat yaşamış bir şair. Daha on yaşlarında Rossat Enstitüsü’nde düz yazı yeteneklerini ortaya koymaya başlamıştır. 19 Temmuz 1870’te Fransa- Prusya savaşı patlak vermiştir. Bu olay hem hayatını hem de sanatını etkileyecektir.
Rimbaud, Fransız sosyalistlerini okuyarak günlerini geçirir. Birçok kez değerli eşyalarını satarak Charville’den kaçar ve geri döner. Zamanın ahlak ve din değerlerine aykırı düşen bir yapısı vardır. Kiliseyi ve hükûmeti eleştiren yapıtlar da ortaya koymuştur. Gizemli olana tutkusunun yanında Verlaine ile tanışır ve tutkulu bir aşk yaşarlar. Çalkantılı bir hayat yaşayan Rimbaud 10 Kasım 1891 yılında 37 yaşında kangrenden ölür.
Sembolizm ve gerçeküstücülüğün en önemli şairlerinden biri sayılan Rimbaud, kurallara karşı gelen yapısıyla ve maceraperest ruhuyla yarattığı modern şiirle Jim Morrison, Bob Dylan, Pablo Picasso gibi dahilere de ilham kaynağı olmuştur.
“Ben deri ceketli Rimbaud’yum. Başkaldırı, düzensizlik ve kaosa ilişkin her şey ilgimi çekiyor, özellikle de görünüşte hiçbir anlamı olmayan eylemler. Özgür hareket, davranış… Olduğundan başka hiçbir şey olmayan eylemler. Sonuç yok, sebep yok. Yönlendirilmemiş, özgür eylem. Eğer bu akışa kapılıp özgürce yaşarsanız çevrenizdeki insanlar farklı bir hareket yaptığınızı düşünür ve huzursuz olurlar, ya sizden kaçarlar ya da size engel olurlar.” (Jim Morrison)
Şairin en ünlü şiirlerinden olan “Sarhoş Gemi” hiç deniz ve gemi görmemesine rağmen yazılmıştır.
Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; çoşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarca altın kuş, sen ey gelecek kudret.
Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.
Gönlüm Avrupa’nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başında çömelmiş yüzdürür mahsun bir çocuk
Mayıs kelebeği gibi kağıttan gemisini.
Ben sizinle sarmaşdolaş olmuşum dalgalar,
Pamuk yüzlü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkum gemilerin sularında yüzemem
Ne bir nedene ne de bir sonuca dayanan eylemleri onu özgür ve sıradışı kılar. Şiirlerinde yeni bir dil kullanır. Türkçe’ye çevrilişinde büyük güçlüklerin sebebi dilidir. Anlam güçlüğü hala çözülmüş değildir. Bu yüzden anlama ve duyumsama yetersiz kalmaktadır. Fakat bana göre hissettirdiği duygu keşfedilmemiş ve saf bir duygudur.
Ofelya
Yıldızların vurduğu durgun, karanlık suda
Beyaz Ofelya, büyük, beyaz bir zambak gibi
Gelin esvapları içinde dalgalanmada.
Uzak ormanda yerlilerin gürültüleri.
Mahzun Ofelya, beyaz bir tayf gibi yıllardır
Dolaşır bu siyah nehrin suları içinde.
Deliliği içinde şarkı mırıldanır,
Bir çocuk şarkısı akşam serinliğinde.
Rüzgar göğsünü öper ve açar yaprak yaprak
Sularda ağır ağır savrulan etekleri.
Söğütler omuzlarına sarkar ağırlaşarak,
Hülyalı alnına eğilir su çiçekleri.
Dörtbir yandan üzgün nilüferler dizilir.
Uykudaki bir ağaç uyanır zaman zaman;
Bir yuvadan küçük bir kanat sesi yükselir;
Sihirli bir şarkı gelir altın yıldızlardan!
(Orhan Veli, 1948)
1995 yılında Agnieszka Holland tarafından yönetilmiş Rimbaud ve Verlaine’nin hayatından kesitler sunan biyografik türde çekilmiş olan Total Eclipse filmi izlenmeye değerdir.