Ataerkil bir düzen deyince çoğu kişinin aklına kadınların yaşadığı çeşitli zorluklar ve onların mücadeleleri gelir. Öyledir de zaten. Eril sömürünün olduğu yerde bir kadın olmak çok zordur fakat bir kadın olmak ne kadar zorsa bir erkek olmak da o kadar zordur. Daha küçük yaşta başlar renk ayrımcılığından, oyuncaklarda belli eder kendini, adam gibi olmak, kadın gibi davranmamak, hele de kadın gibi ağlamamak öğretilir. Oysaki istediği kadar vurabilir, kırabilir, kontrol edebilir. İçinde acı olan her şey meşrudur ona. Sonra kan ve şiddet kültürüyle besler kendini. Acı ve dehşet döngüsünde devam eder. Çünkü eril düzen onlardan kendi benliğini ister.
Bu yıl 22. Ankara Tiyatro Festivali’nde ilk kez Ankara izleyicisiyle buluşsa da aslında çok uzun süredir Ankaralı tiyatroseverlerin beklediği, Troas oyunu bu konuyu çok güzel değinmiş. 2016 Ağustos ayında Performans Sanatlar alanında Türk, Yunan ve Polonyalı sanatçılar arasında sanatsal ve yaratıcı bir diyalog oluşturmak adına kurulan Teatr Andra’nın oyunu olan Troas, Dimitris Dimitriadis tarafından yazılıp, Alexandra Kazazou’nun yönettiği, ataerkil düzende erkeklik normlarına göz kırpıp yeniden inşa etmiş. Oyun, savaş sırasında ölmüş üç erkeğin psikolojik ve fiziksel durumunu anlatıyor. Truva Savaşı’nın yıkıcı ve acı boyutunu bu erkekler üzerinden işliyor. İsmini ise Truva şehrinin de bulunduğu antik şehirler bölgesi olan Troas’tan alıyor.
“Erkeğim ben her şey olduğum için ve her şeyi kabullendiğim için.” Erkek öylece bütün bedenini verir. “Çünkü erkek olmak kendini vermektir.” Erkek artık, savunmasızdır. Savaşla beslenen beyinlerse onlardan hep daha fazlasını ister. Yüzyıllardır böyle gelip geçmiştir çünkü. Savaşın olduğu yerde hep hırs vardır, kazanma içgüdüsü, kazanınca istediklerini alma arzusu… Fakat içinden çıkan ilk hakikat yıkılıp giden umutlar ve ilk günkü gibi duran acılardır… Yine de savaş sevicileri durmaz hep daha fazlasını ister onlardan. Çünkü erkeklik kendini ancak böyle yineler, bu şekilde kanıtlar. Bedenlerini verdikleri gibi ruhlarını da vermişlerdir artık. Ruhunu alırsan ne kalır o insandan geriye. Hiçlik…
“Savaş öldürdü beni ama öldüremedi savaş sevicisini hiçbir şey.”
Priamos, Hektor, Astyanax adında üç farklı karakter üçü de savaşın kendini vermesini istedikleri erkekler. Priamos’a can veren Kerem Karaboğa, savaşın erkeğe etkisini ironik ve çelişkili bir ruh haliyle izleyiciye aktarırken, karakterin diğerlerin aksine ne kadar dominant bir ruh hali sergilediğini ve zamanla aynı kalmadığını gösteriyor, Salih Usta, Hektor’la adeta tiyatronun bedensel bir tutkuyla buluştuğu fiziksel diliyle, kendini erkekliğe nasıl feda ettiğini anlatıyor. Astyanax karakterini oynayan Cem Yiğit Üzümoğlu ise on yaşında savaşta öldürülmüş bir çocuğun ruh halini ve aslında asla kendi gibi büyümediğini, savaşın nasıl yüceltildiğini gösteriyor. Aynı zamanda sesini inanılmaz bir biçimde,şekilden şekle sokarak tiyatronun içinde sesiyle ayrı bir sanatı buluşturuyor ve üç oyuncuda sahnede devleşiyor. Aynı anda sahnede acının verdiği hissi hem kendi bedenleriyle hem de ruh halleriyle en derinden karşı tarafa geçiriyorlar. Sahnede obje olarak kanla dolu tek bir küvetin olması ve küvetin içindeki kandan çıkan ceketi her karakterin giymesi ise üç erkeğinde ortak bir şekilde savaşın etkisini nasıl gösterdiğinin işareti. Acıyla biten ama acıyı hiçbir zaman bitirmeyen savaş kavramlarının arasında birden Ayça Güler’in oynadığı kız çocuğu kağıt gemisini suyun üzerinden sürerek bu kadar gürültü ve şiddetin arasındaki huzurlu sessizlikle hala umudun olduğunu, masumiyetinse senden kendi benliğini istemediğini, dupduru duygularla izleyenlere hissettiriyor.
Aziz Nesin demiş ki “Tiyatro son perde kapandıktan sonra seyircide başlayandır.” Salondan ayrıldığınızda gerçek dünyaya dönmek hem çok zor hem de bir o kadar kolay. Çünkü o kadar içimizden ki, bize sanki her gün görüp de asla fark edemediğimiz kadar yakın. İçinde kalan acının gücünde başka bir tat bulurken, aynı zamanda sorgulamanı da sağlıyor. Troas, belki de bugüne kadar göremediğimiz bütün gerçekleri tüm çıplaklığıyla karşımıza koyuyor. Bizi de tam anlamıyla, sanatın verdiği hazzı yaşatarak, bir düşünme şölenine uğurluyor.
Yazan: Dimitris Dimitriadis
Yöneten: Alexandra Kazazou
Çeviri: Burcu Yamansavaşçılar
Oynayanlar: Kerem Karaboğa, Salih Usta, Cem Üzümoğlu, Ayça Güler
Sahne ve Işık Tasarımı: Karol Jarek
Müzik: Petros Malamas, Nefeli Stamatogiannopoulou
Ses Tasarımı: Stelios Koupetoris
Yönetmen Yardımcıları: İpek Seyalıoğlu, Mertcan Semerci
Teknik Ekip: Didem Kırış, İpek Seyalıoğlu
Kaynak: https://www.kadikoytheatron.org/troas.html
Başlık Görseli: Tiyatro Dergisi