Afganistan’daki kadınların çoğu “ahlaki suçlar” adı altında baskıcı kurallar yüzünden mahkûm ediliyor. Bu suçlar arasında evlilik dışı cinsel ilişki, zorunlu evlilikten kaçmak, seks işçiliği, ev içi köleliğe uymamak, genellikle eşleri tarafından uygulanan fiziksel şiddete karşı çıkmak, tecavüze uğramak ve istenmeyen hamilelik gibi akıl almaz örnekler var. Çoğu kez de saldırganlar ve suçu işleyenler herhangi bir cezaya maruz kalmıyorlar.
2010’ da Polonya- Kanadalı fotoğrafçı Gabriela Maj, Afganistan’daki çeşitli kadın hapishanelerini ziyaret etmiş ve kadınların hikâyelerini ve isteklerini paylaşmak için onlarla görüşmüş. Bu ziyaret beş yıllık bir fotoğraf çalışmasına dönüşmüş. Adaletsiz bir sistemde kapana kısılmış kadınların çarpıcı fotoğraflarını yakaladığı görülüyor.
Maj’ın fotoğrafları kadınların kendi dönüştürdükleri yeri sergiliyor. Afganistan hapishanelerine rağmen, renkli ve kişisel rengarenk eşyalarla bezenmiş, doğu hapishanesinden daha çok genç odasına gibi. Bunların yanı sıra Maj’ın belirttiğine göre, tutukluların çoğu hâlâ fiziksel ve psikolojik travma yüzünden acı çekiyor ve çok korku duyuyorlar.
Maj’ın kişisel kitabı Almond Garden epeyce ilgi çekici ve üzüntü veren görsel bir yolculuğa çıkartıyor. Bu tarihsel arşiv sizi içine çekiyor ve duygulandırıyor. Bu fotoğraflar, koşullar berbat olsa bile insan ruhunun güzelliğini yakalayabilmiş. Bir görevlendirme sonucu Kabil’in dışındaki bir hapishaneye gidiyor. Hiç bu kadar şiddete maruz kalan kadınlarla karşılaşmadığını belirtiyor ve şunu ekliyor; “Bu akıl almaz bağları hem koruyorlar hem de acı çekiyorlar. Çocukları için iyi bir gelecek istiyorlar ve en çok arzuladıkları şeyin eğitim almak istediklerini” söylüyorlar Maj’a. İlk ziyaretten birkaç ay sonra Afganistan’a geri gidiyor ve beş yıl sürecek bu projeye başlamaya karar veriyor Maj.
Hapishaneye ulaşmak onun için pek kolay olmuyor, sürekli izin istemek zorunda kalıyor. Reddedildiği sayının kabul edilenden daha fazla olduğunu belirtiyor ama yine de Maj yılmamış. Projenin en zor olan kısmının izin alma kısmı olduğunu söylüyor. Kadınlarla iletişim konusunda ise kişiden kişiye ve imkânlara göre değişmiş. Ama projeye başlamasında ki en büyük etken kadınların hikâyelerini paylaşmak, duyurmak istemiş olmaları. Onlara “Bana kendi hikâyenizi kendi sözcüklerinizde anlatın” demiş. Yakalanışları ve tutuklanma hikâyelerini dinlemiş bu hem kültürleri hem de ülkeleri tanımak açısından fikir vermiş.
Maj’ın söyledikleri özetle şöyle: “Hapishane ve hücreler Kuzey Amerika’daki gibi değil, parmaklık veya herhangi bir şey yok. Beş veya on kadın aynı yeri paylaşıyor. Hapishane imkânları dahilinde gezip dolaşmaya açık, kısacası birbirlerini ziyaret edebiliyorlar. Birkaç kadın birlikte otuyor bazıları bizi içeride veya dışarıda duruyor sohbet ediyorduk. Sadece benimle değil tüm kadınlar birlikte konuşuyorduk. Hoş karşılanmadığım durumlar da vardı kırsal yerlerde büyüyen kadınların birçoğu bir yabancıyla konuşarak vakit harcamak istemiyorlardı. Onlara ne olduğundan, hayatından bahsetmiyor ve kendilerine saklıyorlardı. Hapishane ortamında ise kadınların yaratıcılığını görmek mümkün. Perde ve eşyalarla bir yatak görebilirsiniz mesela. Üniforma giymiyorlar, kendi giysileriniz giyiyorlar. Aileler ziyaretlerine geliyor ve bu yüzden ilişkilerini devam ettiriyorlar. Yiyecek alabiliyor ve ayna ya da plastik çiçek gibi bazı kişisel eşyaları da var. Hatta süpürge sopasından derme çatma bir bebek beşiği yapmışlar kumaşlarla sarıp. El yapımı beşikle bebeği sallıyorlar. Yani kadınlar kendileri için alan yaratabilmişler bununla çok ilgilendim.”
Son olarak Maj şunları ekliyor: “umuyorum ki bu çalışma Afganistan’daki cinsiyet eşitsizliği ve kadın haklarını desteklemek için uluslararası toplulukların dikkatini çeker ve farkındalık yaratır. Bazı bireylerin hikâyelerinin birçok bölümünde insan haklarının ihlallerine tanık oldum. Bu çalışmanın ilerde kız çocukları ve kadınlar için olumlu değişiklikler sağlayacağı konusunda çok umutluyum.”
Kaynak: The Huffington Post