Şu soruya bir bakın, “Bir beyzbol sopasıyla bir topun maliyeti 1.10 dolardır. Beyzbol sopasının fiyatı toptan 1 dolar fazladır. Topun fiyatı nedir?” (Frederick, 2005)
Aklınıza ilk gelen cevap 1 dolar olsa gerek. Doğru çözümün 1 dolar olduğunu hissetmeye devam ederken aynı zamanda bunun doğruluğu konusunda şüpheleriniz de olabilir. Topun 1 dolar olduğu hissi hâlâ baskın gelse de hesap yapmanız gerektiğini düşünüyorsanız devam edin, doğru yoldasınız. Soruyu okuduğumuz gibi zihnimiz hemen 1.00$ + 0.10$ = 1.10$ çıkarımını yaptı ancak buna göre sopayla top arasındaki fiyat farkı 1.00 $ – $0.10 = 0.90$ ediyor. Doğru çözümü bulmak için yanlış olan çıkarımı bastırıp hesap yapmalıyız.
Sosyal psikoloji alanındaki Nedensel Atıf Teorisi (Attiribution Theory) herkesin etrafında olan biteni anlamlandırma, kontrol etme ihtiyacı nedeniyle sosyal olayları rasyonel olarak test edip değerlendiren, neden-sonuç ilişkileri kuran naif bir bilim insanı olduğu düşüncesine dayanır (Heider, 1958). Buna göre her durumda sosyal dünyayı analiz etmek için fazlasıyla zaman ve zihinsel çaba harcarız. Gerçekten öyle mi yapıyoruz? Fiske ve Taylor (1991) bunun tam tersini düşünmüş ki bir şey hakkında karar vermek ya da bir yargıya varmak için aslında elimizin altında olan tüm bilgileri hesaba katmak yerine farkında olmadan zamandan ve zihinsel yükten tasarruf ederek heuristikleri yani geçmiş deneyim ve inançlarımıza dayalı kestirme bilişsel yolları kullandığımızı iddia ediyor. Yukarıdaki gibi problemlerde beynimizin neden bu şekilde çalıştığına gelecek olursak bu durum öncelikle bilgi işleme kapasitemizin sınırlı oluşundan kaynaklanıyor. Fiske ve Taylor’a göre bu kaynakları kullanmak konusunda oldukça cimriyiz (cognitive miser).
Bilişsel psikologlar ise bu durumu zihinde işleyen İkili Süreçler Teorisiyle (Dual-Process Theory) ele alıyor. İkili süreçler teorisine göre düşünürken (akıl yürütürken, problem çözerken, karar verirken) zihnimizde 2 sistem işliyor. Bunlardan ilki evrimsel olarak daha önceden oluşmuş, hızlı, otomatik, bilinç gerektirmeyen içgüdüsel tepkilerin verilmesinden sorumlu olan heuristik sistemdir. Diğeri ise nispeten yeni, oluşumu devam eden, yavaş, bellek kapasitesiyle sınırlı, bilinçli ve akıl yürütmeden sorumlu olan analitik sistemdir (Epstein, 1994; Sloman, 1996; Evans, 2003). Bu iki sistem etkileşim halinde işlerken aynı zamanda düşünme sürecimizi ve nihayetinde vereceğimiz tepkileri belirliyor. Genelde heuristik sistem analitik sisteme baskın geliyor çünkü halihazırdaki öngörü ve inançlarımızla örtüşen, onları destekleyecek bilgilerle iş görme eğilimindeyiz dahası bunlara ters düşen bilgi ve alternatif yollardan kaçınıyoruz (Koriat ve ark., 1980). Böylelikle heuristikler sayesinde karmaşık durumları daha basite indirgeyip hızlı ve pratik yoldan çözüm ya da yargılara varıyoruz (Tversky & Kahneman, 1974). Heuristik sistem geçmiş deneyim ve bilgilerden yararlanarak kısa sürede çözüm/sonuç yargılar üretmemizi sağlasa da bireysel özelliklerimize bağlı olarak içerdiği tarafgirlikler nedeniyle bizi her zaman doğru olana götürmüyor. Bu noktada bilişsel tarafgirlikler her ne kadar yanlış sonuca götürme ihtimalleri de olsa düşünme hataları olarak değil düşünme eğilimleri ya da yanlılıkları olarak kabul ediliyor. Bilişsel psikoloji alanındaki deneysel çalışmalara dayanan doğrulama tarafgirliği (confirmation bias) ve inanç tarafgirliğine (belief bias) ilişkin bulgular düşünme eğilimlerimiz hakkında farkındalık geliştirmemiz ve de aldığımız kararları, vardığımız yargıları neye dayanarak yaptığımızı anlamamız belki de kararlarımızın doğruluğunu sorgulamamız açısından önemli.
Belirsiz durumlar kadar aşina olduğumuz durumlarla karşılaştığımızda da yeni çözüm yolları aramaktansa onunla ilgili geçmiş bilgi ve deneyimlerimize başvurarak bildiklerimizi doğrulamaya eğilimliyiz. Bunu, farkında olmadan o anki düşüncemizi yanlışlayandan ziyade doğrulayacak verileri arayarak yapıyoruz. Bu eğilimimiz doğrulama tarafgirliği (confirmation bias) yani halihazırda elimizde var olan inanç, beklenti ve öngörüler doğrultusundaki verilerin aranması ve yorumlanması olarak açıklanıyor (Nickerson, 1998). Belirli bir durumla ilgili olan en favori fikrimizi göz önünde bulundurarak dikkatimizi bununla ilişkili bilgileri görmek üzere sınırlandırıyoruz. Böylelikle aslında çözüm için ihtiyacımız olan gerekli verileri göz ardı edip yanlış sonuçlara ulaşıyoruz. Örneğin; Wason Seçme Görevinde (Wason, 1968) üzerlerinde bir sesli harf, bir sessiz harf, bir tek sayı ve bir çift sayı olan 4 kart verilir ve katılımcılara “Eğer kartın üzerindeki sesli harf ise bu kartın arkasındaki çift sayıdır.” şeklinde kurallar söylenir. Katılımcılardan 2 kart seçerek bu kuralların o kart dizisi için geçerliliğini (doğru ya da yanlış) test etmeleri istenir.
Kartların üzerinde E, K, 4 ve 7 olsun. E kartının arkasını çevirdiğimizde arkasındakinin çift sayı olduğunu gördüğümüzü varsayalım. İkinci kart olarak hangi kartı seçersiniz? 4’ü seçenler doğrulama tarafgirliğine düştü çünkü bu problemin çözümü için bu adımda kuralın yanlışlanması gerekiyor ve bunun için de 7 kartının arkasında sesli harf olup olmadığına bakmalıyız. Eğer 7’nin arkasında sessiz harf varsa kural doğrudur diyebiliriz. Bu görevde doğru çözüme ulaşma başarısının sadece %20 dolaylarında olması bu eğilimin aslında ne kadar yaygın olduğunu gösteriyor (Cosmides, 1989).
Diğer yandan geçersiz ancak inançlarımızla örtüşen iddialarla karşılaştığımızda ikna olmaya eğilimliyken geçerli ancak inançlarımızla uyuşmayan iddiaları reddetmeye eğilimli oluşumuz inanç tarafgirliği olarak tanımlanıyor (Wilkins, 1928). Katılımcılara “Tüm memeliler yürüyebilir. Balina da bir memelidir. Bu nedenle balinalar yürüyebilir.” gibi geçerli ancak inanılabilir olmayan, “Tüm çiçekler suya ihtiyaç duyar. Güller suya ihtiyaç duyar. Bu nedenle güller çiçektir.” geçersiz ancak inanılabilir olan cümleler vererek katılımcıların bu gibi yargıları doğru kabul etme oranları ölçülüyor. Sonuçlar, bireylerin geçerli yargıları geçersizlerden %28, inanılabilir yargıları ise inanılabilir olmayanlardan %25 farkla, geçersiz ancak inanılabilir olan cümleleri geçerli ancak inanılabilir olmayan cümlelerden anlamlı derecede yüksek oranda doğru kabul ettiğini gösteriyor (Stupple ve ark., 2011).
Düşüncelerimize benzer ya da inanılabilirliği yüksek olduğu için üzerine düşünmeden verdiğimiz kararlar, ürettiğimiz çözümler ya da vardığımız yargılar bize doğru gibi gözükse de aslında öyle olmayabilir. Bir daha düşünün, bu kez yanlışlamaya çalışarak.
Not: Bilişsel psikoloji alanyazınında rastladığım diğer bir bilişsel tarafgirlik olan geri-bakış tarafgirliğine (hindsight bias), sonuç açıklandıktan sonra aslında ben bunun böyle olacağını biliyordum diyenler örnek verilebilir. Aşağıdaki makaleye göz atabilirsiniz.
- Hoffrage, U., Hertwig, R., & Gigerenzer, G. (2000). Hindsight bias: A by-product of knowledge updating?. Journal of Experimental Psychology: Learning, Memory, and Cognition, 26(3), 566.
*Bu yazıda bahsettiğim tarafgirliklerin haricinde daha birçok tarafgirlik mevcut ancak deneysel olarak çalışılıp çalışılmadıklarına dikkat ederek okumanızı öneririm. Ayrıca yanlış karar vermenin bedelinin yüksek olduğu ekonomi ve tıp alanındaki bilişsel tarafgirliklerle ilgili çalışmalar da ilgilenenlerin işine yarayabilir.
Kaynaklar:
- Cosmides, L. (1989). The logic of social exchange: Has natural selection shaped how humans reason? Studies with the Wason selection task. Cognition, 31, 187-276.
- Epstein, S. (1994). Integration of the cognitive and psychodynamic unconscious. American Psychologists, 49, 709–724.
- Evans, J.St.B.T. (2003). In two minds: dual process accounts of reasoning. Trends in Cognitive Sciences, 7, 454-459.
- Fiske, S.T. & Taylor, S.E. (1991). Social cognition (2nd ed.). New York: McGraw-Hill
- Frederick, S. (2005). Cognitive reflection and decision making. Journal of Economic perspectives, 19(4), 25-42.
- Heider, F. (1958). The Psychology of Interpersonal Relations. New York: Wiley.
- Nickerson, R. S. (1998). Confirmation bias: A ubiquitous phenomenon in many guises. Review of general psychology, 2(2), 175.
- Sloman, S. A. (1996). The empirical case for two systems of reasoning. Psychological Bulletin, 119, 3–22.
- Stupple, E. J., Ball, L. J., Evans, J. S. B., & Kamal-Smith, E. (2011). When logic and belief collide: Individual differences in reasoning times support a selective processing model. Journal of Cognitive Psychology, 23(8), 931-941.
- Tversky, A., & Kahneman, D. (1974). Judgment under uncertainty: Heuristics and biases. Science, 185(4157), 1124-1131.
- Wason, P. C. (1968). Reasoning about a rule. Quarterly Journal of Experimental Psychology, 20, 271-281.
- Wilkins, M. C. (1929). The effect of changed material on ability to do formal syllogistic reasoning. Archives of Psychology. 16, 83.