Albert Camus, 1913 yılında “Yeryüzünün Lanetlileri”nden biri olarak Cezayir’de dünyaya geldi. Her ne kadar kendisi Fransız kökenli olsa da onu yeryüzüne getiren ailesinin sosyo/ekonomik durumu onun lanetli sayılması için yeterli olmuş olmalı ki Yabancı’sı Paris’e gittikten sonra yayımlanır. Belki de Yabancı romanına kaynaklık eden tam da bu damardır.
1942 yılında yayımlanan Yabancı romanı edebiyat dünyasına girişi olarak tanımlanır. Ardından Sisifos Söyleni gelmiştir. Yabancı’yı tamamladığı söylenen bu kitabı denemelerinden oluşur. Art arda okunduklarında bu tamamlayıcılık kendini hissettirmekle kalmaz, kurgu dünyanın hangi tartışmalardan beslendiğini de göz önüne serer.
Camus, 1957 yılında Nobel edebiyat ödülü de aldığı edebi serüveninde varoluşçuluğun temsilcilerinden birisidir. Yabancı’da da varoluşçuluk, roman boyunca kendini hissettirir.
Kafka’nın Gregor Samsa’sından Yabancı’nın Mösyö Meursault’una
Kafka, Değişim/Dönüşüm romanında yarattığı ve bir sabah uyandığında kendini hamamböceği olarak bulan kahramanı Gregor Samsa’yla, ötekilik/absürt kavramlarının kapısını aralamıştır. Bu aralıktan önce bir terlik darbesiyle hayatına son verilen zavallı bir böcek olan Gregor Samsa geçer. Sonra bu böceğin yerini, isimsiz ama insan olduğu kesin bir Fransız, Meursault alır. Sanki yazıldığı yıllarda, romanın, böceğe dönüşme metaforlarından daha gerçekçi bir zemine ihtiyacı vardır. Sömürge topraklarında bir sömürgeci olan ama öğrenimini yarıda bırakmak durumunda kalmış bir sömürgeci olduğu belirtilen roman kahramanıdır; Meursault.
“O da,” (patronu) “hayatımda bir değişiklik yapmanın ilgimi çekip çekmediğini sordu. Ben de, insanın hiçbir zaman hayatını değiştiremediğini, her hayatın birbirine benzediğini, buradaki hayatımdan şikâyetçi olmadığımı söyledim. Pek memnun olmuş görünmedi, hep yarım ağız konuştuğumu, hiç hırslı olmadığımı ve iş hayatında bunun fena bir şey olduğunu söyledi. Ben de yine işimin başına döndüm. Onu kırmak istemezdim ama yaşantımı değiştirmek için de bir sebep göremiyordum. İyi düşünülürse mutsuz değildim. Henüz öğrenciyken bu tür hırslarım vardı. Ama öğrenimimi yarıda bırakmak durumunda kaldıktan sonra bütün bunların gerçek anlamda önemi olmadığını çabucak anladım.”*
Roman kahramanımız Mösyö Meursault’un; annesine bakıcı tutabilecek kadar bir geliri olmadığı, muhtemelen gemi ticareti yapan bir firmada evrak işinde çalıştığı, patronunun onun zihninin de patronu olduğu, (annesinin ölümü gibi trajik bir durumda bile patronunun onun fazla izin aldığını düşünmesine hak verecek kadar), iki komşusu, gittiği bir iki yerden tanıdığı birkaç kişiyle anlamsız ve yüzeysel ilişkiler kurduğu, kadınlardan etkilendiği ama kimseyi sevemediği aşikârdır.
Onun böceğe dönüşme serüveniyse işlediği bir cinayetle gerçekleşir.
Yabancı’nın Temel Hatları
İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde, kahramanın kişiliğini ve içinde yaşadığı çevre ve kahramanın ilişkileri gösterilirken, ikinci bölüm, cinayetten sonrasını aktarmaktadır. Anlatılan; sorgulanma, yargılanma ve hüküm açıklandıktan sonra ceza evinde nihai sonunu beklediği günler ve bunun temyizle bozulabilme ihtimalidir.
Mösyö Meursault’un Trajik Hatası
Meursault, her ne kadar kendini mutsuz olarak tanımlamasa da toplumla bütünleşememiş bir kahramandır. Hiçbir şeye itirazı yoktur. Sadece beğendiğinden beraber olduğu kadının, onunla evlenmek istemesini, onu sevmediğini söyleyerek yine de kabul edecek kadar yüzeysel ve umursamazdır. Genelde bütün davranışları tepkisizlik üstünden şekillenir.
Trajik hatasını yaratansa, hemcins anlaşmasına (erkek kardeşliğine) olan bağıdır:
“Kalktım, Raymond kuvvetle elimi sıktı ve erkeklerin aralarında daima anlaştığını söyledi.”*
Camus’un Meursault’u bu anlaşmanın doğurduğu bir dizi olayın ardından bir Arap’ı öldürür. İşin aslı sömürge koşulları düşünüldüğünde bir Arap’ı öldürmesi öyle büyük bir mesele de değildir. Camus bunu sezdirir ama sadece sezdirir. Hatta Yabancı romanı, mahkeme sahnelerinin gerçeği yansıtmadığı, sömürgede durumun böyle olmadığı, Camus’un bilerek Fransa’yı kayırdığı yönünde eleştirilir. Bu eleştiriler, romana gerçeği yansıtma misyonu yükler. Oysa yazar, anlatmak istediğini anlatmak için roman kahramanını yaratmış sonra da kurgu dünyayı, gerçek dünya olarak düşünülebilecek bir mekâna ve zamana yerleştirmiştir. Böylece kahraman, ette kemiğe bürünmüş gibi olur. Romanın gerçekliği içinde roman kahramanı Meursault’un trajik hatasını onun sömürgede bir Fransız olarak bir Arap’ı öldürmesi yaratmaz. Bu bir sonuçtur. Onun trajik hatası, kendisini bağlı hissettiği cinsiyet temelli işbirliğinin sonucudur ve romanda bunun bedeli ölüm cezasına çarptırılmak olacaktır.
Mahkemeden İlk Bölüme
Bu trajik hata, cinayetten yargılandığı mahkemesi sırasında daha da görünür hale getirilir. Mahkemeye savunma şahidi olarak çıkarılan Celeste’ye, Meursault hakkında ne düşünüldüğü sorulduğunda:
“erkek adam olduğumu söyledi; bununla ne kastettiği sorulunca, bunun ne anlama geldiğini herkesin bildiğini söyledi;”* cevabı gelir. Sorular devam eder. Celeste’nin söyledikleri sonunda Meursault;
“Ben ne bir şey söyledim ne de bir hareket yaptım, ama ömrümde ilk defa bir erkeği sarılıp öpmek istedim.”* der.
Roman, kahramanıyla, yaşam, ölüm, alışmak gibi kavramları varoluşçuluk ekseninde tartışırken, bazı şeyleri tartışmasız aktarmayı, okuru durumlarla baş başa bırakmayı tercih eder.
Raymond kız arkadaşını dövdüğünde, Meursault buna ses çıkarmaz. Hatta sonrasında Raymond’un isteğiyle, yalancı şahitlik yapar. Kızın Raymond’la barışması için mektup yazar ve kardeşleri (ki romanda sadece “Arap” olarak anılırlar) Raymond’un peşine düştüğünde, dövüşte onun yanında yer almayı kabul eder. Onu korumak için silahı kendi üstüne alır. Plajda Raymond’u Araplar hırpaladıktan sonra döndükleri evde kadınların konuşmalarına dinlemek istemediğinden yürüyüşe çıkar. Bu yürüyüş, sıcağın dayanılmaz baskısıyla, Meursault’un silahını ateşleyip, Arap’ı öldürmesiyle sonuçlanır.
Meursault Bir Cani Mi?
Böyle sunulmasında basının rolü büyüktür. Davası başlamadan mahkeme salonunda yanına gelen bir basın mensubu:
“Gazeteci gülümseyerek bana dönüp benim için her şeyin yolunda gitmesini umduğunu söyledi. Ona teşekkür ettim, o lafa devem etti: “Biliyor musunuz, biz sizin davayı biraz şişirdik. Yaz, gazeteciler için kesat bir mevsimdir.”* sözleriyle durumu sanığa açıklar.
Son paragrafta şunlar okunur:
“Çok uzun zamandan beri ilk kez annemi düşündüm. Bir ömrün sonunda niçin yeni baştan “nişanlandığını”, niçin yeniden başlama oyununu oynadığını anlar gibi oldum.”*
Rahibe öfkeyle haykırdığı düşüncelerinin onu getirdiği yer; annesidir. Onu anlamaya başladığını sezmesi, “her şeyi yeniden yaşamaya hazır,” hissetmesine ve hatta bunun tam zıttını yani nihai sonunu kabullenmesine yol açmıştır.
Camus, 110 sayfalık romanında böyle bir yabancıyı anlatır. Yabancı, bir ötekidir. Ait olmadığı iklimin kurbanı olup, sıcak yüzünden adam öldürecek kadar Cezayir’den, öğrenimini yarıda bıraktığında isteklerinden vazgeçecek kadar kendisinden, uzak ve yabancıdır.
Camus, romanın son cümlesinde, Meursault’a, “idam günümde çok seyirci bulunmasından ve bunların beni hınç dolu haykırışlarla karşılamalarından başka isteyecek bir şeyim kalmamıştı.”* yazar. Soğukkanlı, ruhsuz erkekliğin ve her koşulda otomatikmiş gibi gerçekleştirilen saçma erkek kardeşliği davranışlarının yol açtığı şiddet, dönüp dolaşıp maktul/kurban yaratmaktadır. Camus’un, hiçliğin gündelik yaşamda karşılığı olan roman kahramanı, ilk defa rahibe söylediği sözlerle kendini savunma cesaretini bulduktan sonra yaşamaya ve hükmüne de hazırdır.
Okur, temyiz kararının çıkıp, çıkmadığını asla öğrenemez. Camus, Meursault’la yakınlık kuracak okurun elinden, felsefesi içinde savunduğu “umut ilkesi”ni almak istememiş gibi görünmektedir.