Sınıf, kişinin sahip oldukları ile sıralandığı ekonomik ölçek aralığıdır. Bu ayrım dünyanın büyük bölümünde geçerlidir. Çünkü dünyanın büyük bölümünde kapitalizm geçerlidir. Kapitalizmde ne kadar paran ve gücün var ise o kadar değerlisindir.
İsmi sosyalist olan ama dünya ekonomisine tabi olan ülkeleri bunun dışında bırakamayız, onlar da bu sistemin önemli çarkları arasındadır. Sınıflar dinine, mezhebine, ırkına, cinsiyetine, eğilimine göre ayrılmazlar. Sınıfları ayıran en önemli özellik ekonomik güçleridir. Bu açıdan bakacak olursak, sınıfsal ayrımların varlığı kapitalizm için gerekli olmakla birlikte sınıfsal ayrımlardan kaynaklı olumsuzlukların gerçek sebeplerinin hissedilmesi büyük bir sorundur.
Çünkü sınıf “kapitalizm piramidinde” üstten aşağı doğru ilerledikçe genişler. Yani piramidin üstünde olanların (sınıfın) sayısı az iken aşağıda olanların sayısı onun milyonlarca kat fazlasıdır. Fakat işin ilginç yanı piramidin üstündekiler altındakileri mükemmele yakın biçimde kontrol edebilmektedir. Bunu okullar, dini binalar, medya, tarih bilimi, kitaplar, akademisyenler, aydınlar, polisler, askeriye, din, ahlak, hapishane, yargı, para-militer güçler aracılığı ile yapar. Eğer bir gün fakirler sınıfsal bir birliğe ulaşır ve zengin ve iktidar olan (kendilerini kontrol eden) üst sınıfı alaşağı etmek ya da onlarla eşit olmak isterlerse bu zenginler için büyük felaket olacaktır. Hem ellerindeki gücü ve parayı hem de belki canlarını kaybedeceklerdir.
Bu yüzden sürekli olarak toplumu kontrol etmek ve sınıfsal olmayan, sanal ayrımlarla onları bölüp birbirine düşman etmektedir. Bu şekilde birbirilerine düşmanlık yapmaktan, sınıfsal ayrımdan doğan olumsuzlukları hissetmeye fırsat kalmayacaktır. Alevi – Suni, Kürt – Türk, Müslüman – Gayr-i Müslim, Müslüman – Laik çatışmaları sürekli olarak gündemde tutulur ki aynı sınıfta olan insanlar birbirine düşman olsun ve asla sınıfsal bir birlik sağlanmasın. Sınıfsal birliğin sağlanmasında ne olacağını bildikleri için sınıfları kendi içinde sürekli çatıştırmak zorundadırlar. Bu şekilde dönecektir devran.
Geçtiğimiz günlerde izlediğim film de bu konuyu inceliyordu. Filmin mantığını biliyorsunuz; yılda bir gün “arınma gecesi” ilan ediliyor ve bu gecede tüm suçlar serbest oluyor. Bu aslında Hristiyanlığın kara çağını yaşayan Avrupa’da geçmişte kutlanan deliler bayramını anımsattı bana. Kiliselerin diktatörlüğünden bıkan insanların birikmiş nefretini boşaltmak için yapılan tek günlük bir çılgınlıktı. O gün tanrıya ve kiliseye küfür etmek ve istediğin gibi giyinmek serbestti. İşte bu filmde bunun cinnet halini görmek mümkün.
Filmin önceki bölümlerinde, zenginler ve güçlüler arınma gecesinde her zaman avantajlı durumdadır ve bürokratları, devlet yetkililerini öldürmek ve onlara zarar vermek yasaktır. Bu Arınma Gecesi’nde ise durumlar çok karışık. Daha önce bir arınma gecesinde ailesinin gözleri önünde öldürülmesine şahit olan bir kadın arınma gecesinin yalnızca alt sınıfa zarar verdiği sloganı ile siyasete atılıp büyük bir başarı kazanıyor. Öyle ki başkanlık seçimlerini kazanacak potansiyele ulaşıyor ve en büyük vaadi de arınma gecesine son vermek. Mevcut iktidar arınma gecesinden çok karlı çıktığı için bunu istemiyor ve arınma gecesinde siyasetçilere yönelik ayrıcalığı kaldırıp yeni başkan adayını yok etmek istiyor. Bu arada arınma gecesine karşı mücadele eden bir örgüt te işlerin içine giriyor. Filme bu açıdan bakacak olursak bilim-kurgu gene yapıyor yapacağını ve en faşist rejimlerde bile buna direnen bir yer altı ağının olduğunu göstererek umut vermeye çalışıyor. Tabii bunlar filmlerde oluyor, gerçek dünyada böyle bir umut yok. İzleyin.