Ana Sayfaİnsan ve ToplumArkeik Çığlık

Arkeik Çığlık

-

“Geçmiş dönemlerle kıyaslandığında elbette kat edilen epeyce bir yol vardır ama bilgi ve teknoloji çağında kulaklardaki o arkeik söylem, aslında kadının var olması gereken alanı hâlâ belirli sınırlar içerisinde genişletmektedir. Bir başka deyişle, özgürlük alanı çizilmektedir. Sınırı çizilen bir şeyin içerisinde özgürlükten ne kadar bahsedilebilir?”

Belki de en eski tartışmalardan biri kadın ve erkek üzerinedir. Kadın şöyledir, şöyle yapmalıdır, kadın şöyle düşünür, erkek böyledir, böyle yapmalıdır, erkek böyle düşünür vb. daha yığınlarca şey… Çoğu aslında sadece birer kelime israfıdır.

Bu noktada ne bu tartışmalara yer vermeye ne de buna benzer beylik laflar etmeye gerek var. Neden bilim dünyasında kadınlar çok az veya neden sanat dünyasında başarılı kadın bu kadar az gibi temeli olmayan sorulara, bilim tarihini veya sanat tarihini ne kadar iyi biliyorsunuz diye bir soruyla karşılık vermek de sanırım en doğru cevap olacaktır. Nitekim biraz tarih bilen biri bu soruları sorarak zaman da çalmaz.

Ne yazık ki tarih boyunca düşünceleri, hakları ve hatta bedenleriyle hapsedilen kadının günümüzde varlığını ortaya koyma çabası da bu zalim tarihe bir başkaldırıştır. Acı olansa yaşadığımız çağda bile kadınların, kadın olarak var olma kaygılarının devam ediyor olmasıdır. Bu tartışmaların, bu kaygıların çok ötesinde olmamız gerekirken hâlâ bunların ortasında kendimizi bulmamız da şaşırtıcı değildir. Peki, neden?

Çağımızda çok şey değişse de insanın tabularının yıkılmadığı gerçeğini ispatlarcasına bir arkeik fısıltı var kulaklarımızda. Günümüzde iş, sanat, bilim, siyaset dünyasında kadının varlığı ve imzası çok açık ama yeterli değil. Bu aslında toplumun her kesiminde, her alanında acı bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Geçmiş dönemlerle kıyaslandığında elbette kat edilen epeyce bir yol vardır ama bilgi ve teknoloji çağında kulaklardaki o arkeik söylem, aslında kadının var olması gereken alanı hâlâ belirli sınırlar içerisinde genişletmektedir. Bir başka deyişle, özgürlük alanı çizilmektedir. Sınırı çizilen bir şeyin içerisinde özgürlükten ne kadar bahsedilebilir? Bu soruyu da herbirimiz kendimize sormalıyız şüphesiz.

Ann Telnaes

Her ne kadar çok fazla itiraz ile karşılaşsam da ısrarla inandığım bir gerçek var. O da erkek ve kadın olmanın öğrenilmiş birer olgu olduğu gerçeğidir. Anneye veya babaya öykünme durumumuz, onlardan birini rol model kabul etmemize neden olur ve paralelinde ailemizde, çevremizde, sonrasında ise toplumun her kesiminde bize öğretilen; cinsiyetimizin gerektirdiği gibi olmamızdır. Daha küçük yaşlarda öğrendiğimiz bu kimliği içgüdü zannetme hatamız da aslında bu arkeik fısıltının devam ettiğinin bir işaretidir.

Dünyaya geldiğimizde bir cinsiyetimiz vardır. Fakat bu cinsiyetin nasıl olması gerektiğine içgüdülerimiz değil, toplumun kemikleşmiş öğretileri karar vermektedir.

Bir kadına, erkeğe özgü betimlemeler yapıldığında bu bir iltifat sayılmaktadır. Erkek gibi kadın denilmesi, söz konusu kadının cesaretini, yiğitliğini överken; bir erkeğe kadın gibi erkek denilmesi hakaret kabul edilmektedir. Kadın gibi ağlama, kadın gibi gülme, kadın gibi sızlanma vs…

Bir de olaya lezbiyen, gey, biseksüel ve transgender bireyler açısından bakalım. Cinsel kimliklerine kendileri karar verebilen insanlardan biri olmak günümüzde hâlâ tam anlamıyla anlaşılamamış ve daha da acısı bu, toplum tarafından hoş karşılanmamaktadır. Çünkü cinsel kimliği, toplum belirlemeye devam etmekte ısrarcı olduğu kadar aynı zamanda bu konuda fazlasıyla da baskıcıdır. Çünkü toplum, siyah ve beyazdır.

Toplumun bir bireyi olan herkes için bu siyah ve beyazdan oluşan hücre, bizim kim olduğumuza karar veren sistemin bizi etiketlendirmesinin de en kolay yoludur. Erk yani insanoğlunu temsil eden erkek, insandır. Bireydir. Onun cinsiyetini söylemenin bir anlamı yoktur. Fakat kadın için gerçeklik biraz farklıdır.

İşte, tüm bu nedenlerden ötürü «kadın yazar, kadın ressam, kadın şair» gibi betimlemeler normalleştirilmiştir. Çünkü burada yazarın, yazar olması değil, öncelikli olarak cinsiyeti önemlidir. Bu kimilerince pozitif ayrımcılık adı altında kılıflansa da aslında temelinde geçerli olan şey aynı vasat düşüncenin tohumlarıdır. Bir yazarın, bir ressamın veya yönetmenin kadın olması, cinsiyetinin vurgulanmasını gerektiriyorsa, orada bir tuhaflık aramak da sanırım çok tuhaf olmamalıdır.

Kadın yazar, kadın ressam, kadın şair betimlemelerini normalleştiren bir toplumda neden lezbiyen yazar, gey ressam veya biseksüel şair gibi betimlemelere rastlamayız? Bunun iki nedeni vardır. Birincisi insanların cinsel tercihlerini açıklamak, özel hayatın mahremiyetine saygısızlık olarak kabul edilmesinden ötürüdür. İkincisi ise (ki özellikle ülkemizde) eşcinsel olmak toplum tarafından pek hoş karşılanmadığından ötürüdür. Her iki neden de aslında birbirinden kötüdür. Birincisi, madem insanların cinsel tercihlerinin açıklanması özel hayatın mahremiyetine saygısızlık, o halde kadın yazar demenin mânâsı nedir? Erkek yazar demenin gereksizliği kadar saçma değil mi? İkincisi ise kadın-erkek olgusuna fazla değer atfeden toplumun cinsel kimliklerini kendisi seçen insanlara karşı olan bağnaz bakış açılarıdır.

Bir şeyi pozitif adı altında olsa bile ayrıştırıyorsanız, zaten bütünü hiçbir zaman kabul edememişsiniz demektir. O bütün de insanları farklı kılan şeyin cinsiyetleri olmadığı gerçeğidir. İnsanları farklı kılan şeyi arıyorsanız; bunu kadın-erkek klişeleri altında pozitif veya negatif genel yargılara varıp bir önyargıya neden olacak şekilde yaparak değil, o insanın kim olduğu gerçeğine odaklanarak yapmak en doğrusu olacaktır. Çünkü konunun temeli de kişinin kim olduğu ile ilgilidir; cinsiyetiyle ilgili değil. O ressamdır, yazardır, şairdir, oyuncudur, müzisyendir, doktordur, mühendistir, mimardır, avukattır, bireydir. İnsanların cinsiyetlerine kafayı takmış bir toplum olduğumuzu göstermenin çağımızdaki karşılığı da bu pozitif ayrımcılıktır.

Ne negatif ne de pozitif, hiçbir ayrım yapmaya ihtiyaç duymayan, cinsel kimlikleri bir tabu ve önyargı haline getirmenin gereksizliğini anlayan, insana insan olduğu için değer veren bir bakış açısına sahip olmadıkça modern bir çağda yaşadığımızı söylemek, sadece bir kaçıştır.

O yüzden de günümüzde kulaklarımızdaki o arkeik fısıltı hâlâ erk temelli bir sistemin içerisinde olduğumuzun acı çığlığından başka bir şey değildir. Ve bu çığlık, duymasını bilenlerin kaleminde yazı, fırçasında resim, sesinde bir melodi olmaya devam edecektir. Ta ki her bireyin gerçekten özgür olabileceği o ana kadar…

*Kapak Görseli: Darko Drljevic (Karadağ) / 34. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması Başarı Ödülü

SON YAZILAR

Shakespeare, Kafka, Orwell, Dostoyevski ve günümüz

Okuyanın okuduğundan, yazanların okunmadığından hemen herkesin kitapların pahallılığından yakındığı günümüz sularında edebiyat sandalında bir gezintiye ne dersiniz?

Your Stage + Art: Müziğin evrenselliğini kutlayan bir sahne

Bugün paylaşımcılığın ve özgürleşmenin buluştuğu ortak noktadan, müzikten konuşacağız. Your Stage + Art, müziğin insanları bir araya getirme gücüne inanan, müzisyenlere eşit ve özgür şartlar altında müzikseverlerle buluşma imkânı sunmaya çalışan bir oluşum. Sanatla ilgilenen herkesin yeteneklerini...

Edebiyat tekeli ve kırık kalemler

Ülkemizde okuma alışkanlığının çok fazla olmadığını biliyoruz. Bunun için çevremize bakmamız bile yeterli ama gelin sayılara da bir göz atalım. TÜİK’in 2023 yılında yaptığı araştırmaya göre...

İşçi Filmleri Festivali başlıyor

18. İşçi Filmleri Festivali, 14-19 Ekim tarihleri arasında Ankara’da sinemaseverlerle buluşacak. 14 Ekim günü saat 18.30’da Kavaklıdere Sineması’nda oyuncu Gözde Duru’nun sunuculuğunu yapacağı açılışta Sputnik’te...
Derya Gül
Derya Gül
1 Mart 1980 doğumlu sanatçı, on sene boyunca «usta-çırak kültürü» içerisinde yetişti. Sanat ve atölye eğitimleri alırken bir yandan da resim çalışmalarına başladı. Sanatçı, ilk eserlerinde kolaj tekniğini kullandı. Ardından çalışmalarına, kendi oluşturduğu teknik ve üslupla devam ederek buna yönelik eserler üretti. Uzun bir süre sadece portre üzerine çalışan sanatçı, ilerleyen yıllarda soyut figüre yöneldi ve son iki yıldır ise tamamen soyut dışavurumcu resimler yapmaya başladı. Sanatçının ilk dönem eserlerinde «denge» arayışı göze çarparken, son döneme ait çalışmalarında «kontrollü otomatizm ve geometrik soyutlama» dikkat çekmektedir. Edebiyat, felsefe, mitoloji ve tarihle de yakından ilgilenen Derya Gül’ün “Ayadaki Göz” ve “Ah Şu Cahil Filozoflar” isimli iki kitabı bulunmaktadır.

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol