Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, 18-20 Kasım 2016 tarihleri arasında 20 il/ilçede eş zamanlı olarak gerçekleşecek. Festivalin amacı sürdürülebilirlik kavramını, görselin ve gerçeğin gücünden faydalanarak, içinde çözüm barındıran ilham verici belgeseller ile ortaya koymak. Festivali hayata geçiren Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi ile söyleştik.
Festival, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi öncülüğünde Surdurulebiliryasam.tv ve Sürdürülebilir Yaşam için Kelebek Etkisi Derneği işbirliği ile hayata geçiyor. Gaia Dergi’nin de basın sponsorları arasında yer aldığı festivalin, bu yılki film seçkisinde yer alan ve bütüncül bakış açısına sahip tüm belgesellerde, sürdürülebilirlik ekonomiden bağımsız bir konu olamayacağı için ekolojik ve sosyal konuların ekonomik boyutları da yer alıyor. Ayrıca birbirinden ilginç girişimcilik hikâyeleri yer alıyor.
Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’nin amacını, Kolektif’in vizyonunu, geleceğe dair planlarını ve de Türkiye’de ve dünyada sürdürülebilirlik üstüne görüşlerini konuşmak amacıyla Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi kurucuları Pınar Öncel, Tuna Özçuhadar ve Gamze Selçuk ile buluştuk. Kolektiflerini “Su molekülleri gibi bağımsız ve dağınığız, hava durumuna göre yoğuşmayla bir araya geliyor ve yağmur gibi yağıyoruz” diye tanımlayan bu üç isimle festival ve kolektifleri üstüne konuştuk.
Öncelikle bize Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi’nin hikâyesini anlatabilir misiniz? Bu kolektif nasıl kuruldu, hangi amaçlarla yola çıktı? Gelecek dönemlerde, 2017’de neler yapmayı planlıyor?
Pınar Öncel: Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi, 2007’de biraraya gelen, sürdürülebilirlik alanında ortak vizyonu ve hayalleri olan bir grup arkadaş tarafından kuruldu. Sürdürülebilir bir yaşam için birlikte bir şeyler yapma kararını aldığımızda bunu şirket veya dernek gibi herhangi bir tüzel kişilik altında organize olarak yapmak istemedik, çeşitliliğe değer veren açık ve esnek bir yapının hayalini kurduk. Kurumsal bir kimliğimiz ve organizasyonel bir yapımız yok. Su molekülleri gibi bağımsız ve dağınığız, hava durumuna göre yoğuşmayla bir araya geliyor ve yağmur gibi yağıyoruz.
Festivali 2014’den bu yana eş zamanlı olarak organize etmeye başladığımızdan bu yana daha yaşanabilir bir dünya konusunda ortak hayalleri olan yüzlerce gönüllü ile birlikte Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali’ni gerçekleştiriyoruz. Festivalin yaygınlaşma potansiyeli 20 şehrin üzerinde. Önümüzdeki yıllarda, daha fazla şehirde gösterimi mümkün kılacak organizasyonel yapı ve kaynak yaratma konularında planlarımız var. Aynı yapıyı uluslararası ölçeğe de taşımak istiyoruz ve bu doğrultuda adımlar atıyoruz.
Dünyada ve Türkiye’de sürdürülebilirlik kavramının içi ne kadar dolu sizce ya da bu konu hakkında farkındalık düzeyleri nedir? Türkiye’de bu konuda temel eksiklikler neler sizce, dünya ile Avrupa ile karşılaştırınca?
Tuna Özçuhadar: Dünyada ve Türkiye’de giderek daha fazla konuşulan bir kavram. Sürdürülebilirlik üzerine konferanslar, etkinlikler düzenleniyor, iş dünyası ve yerel yönetimler tarafından önemseniyor, çeşitli araçlar geliştiriliyor. Ancak karşı karşıya olduğumuz sorunların ölçeği ve karmaşıklığı nedeniyle henüz yeteri kadar önemsendiğini, olması gerektiği gibi sistematik bir şekilde ele alındığını düşünmüyoruz.
Kurumlar daha ziyade tam olarak nereden başlayacağını bilemediği için bir ucundan tutuyor, DNA’sına inebilecek bütüncül bir sürdürülebilirlik stratejisi geliştirmekte zorlanıyor, değişimden ve belirsizlikten çekiniyor, bir risk olarak görüyor. Özellikle büyük ölçekli operasyonlar gerçekleştiren, büyük miktarlarda üretim yapan, çalışmalarını sürdürülemez yöntem ve kaynaklara dayandırmış sektörler/kurumların değişmesi ve dönüşmesi elbette kolay değil. Kobi’ler ise bu konuda daha çevik davranabiliyor, değişen dünya dinamiklerine daha hızlı cevap verebiliyor. Sosyal girişimler ise bambaşka bakış açılarıyla sorunları fırsatlara çevirerek yaratıcı, sosyal ve ekolojik fayda içeren çözümler geliştiriyor.
Batı ülkelerinde karbon emisyonu vb birçok konuda sorunlar yıllar içerisinde ciddi boyuta ulaştığı için buna paralel olarak çözüm arayışlarında da öncü konumdalar; bu nedenle bizden çok daha ilerideler. Türkiye’de halihazırdaki ekonomik büyüme odaklı politikalar sürdürülebilirlik konusunu ele almayı zorlaştırıyor. Yerel yönetimler arasında iyi örnekler var, özellikle uluslararası ticaret yapan, yurtdışına ürün ve hizmet sunan şirketler de bu konuda bir adım önde. Batı ülkelerinin haricinde gelişmekte olan birçok ülkede de bizden farklı bir şekilde sürdürülebilirlik doğrultusunda hiç beklemediğimiz şekilde politikalar, projeler ve ciddi adımlar görüyoruz.
Bu noktada neler yapılabilir Türkiye’de neler eksik yapılıyor veya yapılamıyor? Türkiye’nin içinde bulunduğu ortam, özellikle insan haklarındaki, doğaya ve diğer canlılara saygıdaki eksiklikler, anti-demokratik uygulamalar da sürdürülebilirlik konusunu olumsuz etkiliyor mu?
Gamze Selçuk: Sürdürülebilirlik hiçbir konudan bağımsız ele alınabilecek bir kavram olmadığı gibi günümüzde karşılaştığımız tüm sosyal, ekolojik ve ekonomik sorunlar da sürdürülebilirlik bakış açısı olmadan ele alınarak çözülebilecek sorunlar değil. Sürdürülebilirlik sistemler bakış açısı ile anlaşılabilir; sistemler arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri anlamadan sürdürülebilirlikten bahsedemeyiz.
Ekolojinin ekonomiyle bağını, ekosistemdeki sorunların sosyal sorunlar ile bağını görmeden herhangi bir sorunumuzu çözebilecek durumda değiliz. Bu yaklaşım işleri daha zorlaştırıyor gibi görünebilir; ancak gerçek bir çözüm için kaçınılmaz ve aslında zorlaştırmıyor, aksine etkili çözümler üretebilmemiz için işimizi kolaylaştırıyor. Bütüncül ve sistemik bakış açısının Türkiye’de eksikliğini hissediyoruz elbette; yaygınlaştığı takdirde üniversitelerde verilen eğitimde, tüm sorunlarla ilgili haberleri verirken basında, yerel ve ulusal ölçekli tüm politikalarda çok önemli etkileri olacaktır.
Bu sene Festival 18-20 Kasım tarihlerinde. Festivale ilgi ne düzeyde, festivalle ilgili temel beklentileriniz neler? Festivali takip eden veya filmlerden çıkanlarda nasıl bir etki olacak sizce, festivalden neler kalacak?
Pınar Öncel: Festivalden temel beklentimiz izleyicilerin hayatlarında, yaşam biçimlerinde, iş yapma şekillerinde kalıcı değişikliklere neden olacak şekilde ilham vermesi.
Daha çok insanın sürdürülebilir bir yaşamın mümkün olduğuna inanarak bu doğrultuda birşeyler yapmasını, daha çok insanın karşı karşıya olduğumuz sorunların kökenini görmesi ve harekete geçmesi. Herkesin ilgi alanına göre veya yaşamında filmleri izlediği dönemdeki durumlarla alakalı olarak farklı filmlerin farklı etkileri oluyor. Kimi işini kimi yaşadığı şehri kimi alışveriş alışkanlıklarını değiştiriyor. Örneğin bu seneki seçkimizde atıkla ilgili birkaç film var; yerel yönetimlerin ilgili birimlerinden katılım bekliyoruz.
İçinde çözüm barındıran ilham verici belgeseller ifadesini kullanıyorsunuz, birkaç örnek vermeniz mümkün mü?
Gamze Selçuk: Belli bir soruna çözüm üretmek üzere adım atmış insanların/toplulukların hikayeleri arasında sosyal girişimler, kooperatifler, projeler vb olabiliyor.
Bu seneki seçkiden birkaç örnek verebiliriz:
İtalya’da refah seviyesi en yüksek bölgenin bunu kooperatiflere borçlu olduğunu anlatan EkonoBİZ/Weconomics, plastik çatal bıçağa alternatif yenebilen kaşık üreten bir girişimciyle ilgili kısa film Kullan-Ye Kaşıkların Hikayesi, Bangalore’da ve San Francisco’da atık konusunda başarılı uygulamalara yer veren filmler Bangalore’da Atık Yönetimi ve Geri Dönüşüm ile Hedef Sıfır, zor bir coğrafyada, İsrail, Filistin ve Ürdünlü çiftçilerle işbirliği yaparak böcek ilacı kullanmak yerine böcek yiyen peçeli baykuşların kullanımını yaygınlaştırmaya çalışan bilim insanı Yossi Lessem’in çalışmalarını anlatan Değişimin Kanatları, modern yaşamda zaman baskısı nedeniyle birbirine kaliteli vakit ayırmadığını fark eden bir ailenin Kanada’nın kuzeyinde 8 ay boyunca saatsiz ve internetsiz yaşamını belgeleyen Dünya Kadar Zaman.