İnsanları diğer canlılardan ayıran özellik doğada olmayanı yaratmak, yani üretmektir. Üretim içinde toplumsallaşmak önemlidir. Mezapotamya’da başlayan Neolitik devrimle birlikle insanlar toprakla agresif bir ilişki içinde olmuştur. (Tarım, su kanallarının açılması, toprağın işlenmesi vb.) Bu devrimle birlikte iş kolları oluşmuş, hiyerarşik sistemin temelleri atılmıştır. Aynı zamanda din, aile, ataerkil, özel mülkiyet gibi kavramların oluştuğunu da söyleyebiliriz.
Bu dönemde ihtiyaç fazlası üretilmiş ve şehirleşme de başlamıştır. Ayrıca üretilenlerin raporunun tutulması için devletin kurulmasını iktisadi bir neden olarak gösterilebilir. 18-19. yüzyıllarda buharlı makinelerin icadıyla birlikte yaşanan Sanayi Devrimi ile beraber işçi sınıfı, sermaye birikimi, eşitsizlik, kente göç meydana gelmiştir. Toplum yapısı değişmiş, ücretli emeğin ortaya çıkışı kas gücünü önemli kılmıştır.
Modernite denilen kavram tam anlamıyla Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali ile başlayan süreçte doğmuştur. Sanayi devriminin kökünde üretim hâkim olurken Fransız İhtilalinde siyasi formatlanma, ulus-devlet anlayışı hâkim olmuştur. 19-20. yüzyılda gelen bu moderniteyle kitle iletişimi paket halinde (eğlence, propaganda, nabız tutabilme) sunulmuştur. Özel hayatın metalaşması, reklamların pazarlanması, radyo-müzik endüstrisi, yeni sektörler açılmasına öncülük etmiştir. Yani insanlar tüketici konumunda olduğundan her şey meta olmuştur.
3. Devrim olarak nitelendirilen Enformasyon Devrimi ise data temelli olmuştur. Gayri maddi akış, algı yönetimi meydana gelmiştir. Çünkü 19. yüzyılda kitle siyaseti oluştuğundan yönetici harici kısım önem kazanmıştır. Böylelikle kitle iletişimin amacı kitlelerin algısını etkilemek olmuştur. En önemli kitle iletişim araçlarından olan televizyon, gündelik hayatımızda aktifleşip, toplumsallaşma işlevi görmüş ve edilgen bir duruş sergilemiştir.
Yukarıda da belirttiğim gibi sanayi toplumunun kaynağı sanayi üretimidir. Temeli ise üretici güç, makine ve kol gücüdür (fiziksel güç). Bilgi toplumuna gelindiğinde ise esas olan zihinsel güçtür. Bilgi toplumunu karakterize eden en temel özellik “hız”dır. Burada hızda kasıt her şeyden önce bilginin üretiminin aktarılmasının hızlanması, dolayısıyla haberleşmenin hızlanmasıdır. Peki haberleşmenin ve bilgi aktarımının hızlanmasını neyle sağlıyoruz? Bilgi ağları ve herkesin kullanımına açık veri tabanları sayesinde oluyor. Erişim herkese açık, dolayısıyla eğitimin yaygınlaşması söz konusu oluyor. Otodidaktik eğitim dediğimiz, bugün kendi çabalarımızla yeni eğitim yolları keşfetmemiz, kendimizi geliştirebileceğimiz yeni bilgi ağlarına dahil olmamız, internetle olabileceği gibi sürekli eğitim programlarıyla da sağlanabilir. Bu bahsettiğim toplum yapısının kapitalizmden tamamen bir kopuş anlamına mı geldiği yoksa sanayi kapitalizminin yalnızca geç bir evresine mi tekabül ettiğine dair farklı yaklaşımlar vardır.
Bir taraf, yüksek ölçüde dijitalleşme içermesi evet bir dönüşümdür ama netice itibarıyla sistemin kendisi halen kapitalizmdir. Yani üretim araçları yüksek oranda dijitalleştiği için emekli profili değişiyor olabilir ama emek ve sermaye arasındaki çelişki (sanayi devriminden beri) halen aynıdır. Dolayısıyla öyle radikal bir kopuş falan yoktur diye düşünürken, Manuel Castells yeni bir toplum yapısının ortaya çıktığından yani bir enformasyon devrimi yaşandığından bahsediyor. Bunu da üretim ilişkileri, iktidar ilişkileri ve tecrübe ilişkileri olarak 3 noktada değerlendiriyor.
Castells’e göre enformasyon toplumu, dünyanın tarihsel serüveni içinde 20. yüzyılın sonunda yaşanan teknolojik devrim ile gündeme gelmiştir. Ancak bugün, teknolojik devrimin ayırt edici özelliği bilginin ve enformasyonun merkezi önemli değil, bu bilgi ve enformasyonun, bilgi üretimine, bilgi işleme aygıtlarına uygulanması, yenilik ile yeniliğin kullanımı arasındaki ilişkinin birbirini beslediği bir zincir oluşturmasıdır. Castells kuramında enformasyon toplumu ile ağ toplumu kavramı arasındaki bağı kuran etkinliği internet olarak tanımlamıştır.
Küresel sosyal tüm hareketlerin ortak paydasını sisteme karşı oluşturulan ağlaşma olarak düşünsek de bu fikir belirleyici olmayabilir. Hareketler ayrıntılı olarak incelendiğinde amaçları, yapılanmaları, temaları, gerçekleştiği alanlar bakımından birbirlerinden çok farklılıklar gösterebilir. Küresel sosyal hareket yapılanmasına baktığımızda merkezsiz ve esnek (heterarşik) bir yapılanmadan söz edebiliriz. Öte yandan köktenci hareketlerin yapılanma biçimlerine baktığımızda oldukça hiyerarşik merkezi ve katı bir yapılanmaya sahiptirler. Evet, her iki yapılanma da sisteme karşı olarak aynı paydada gibi gözükse de bu tip yapılanma biçimlerinden dolayı büyük farklılıklara sahiptirler.
Güncel bir örnek vermek gerekirse geçtiğimiz günlerde özellikle sosyal medyada büyük tepki gören ve hızla yayılan Türk Dil Kurumu’nun kirli kelimesinin karşılığına “aybaşı olan kadın“, esnaf kelimesinin karşılığına “Kötü yola sapmış kadın“, müsait kelimesinin karşılığına da “flört etmeye hazır kadın” gibi çirkin tanımlar yapmasıyla birçok kişi tarafından oldukça fazla tepki toplamıştır.
Bu duruma tepki olarak da sosyal medya üzerinden #kirliolansensintdk gibi hashtag’ler oluşturulmuş paylaşılan fotoğrafların, tweetlerin altına da bu etiketlerle birleşen bir ağ oluşturulmuştur. Birçok kişi durumla alakalı tweetler atmış ve retweet yoluyla milyonlara ulaşılmıştır. İşte o tweetlerden bazıları şöyle;
“Kirli olan bizler değil sizin karanlık zihniyetiniz, erkek egemen sisteminizdir.”
“Erkeğin sünnetine düğün yapıp, kadının kanına kirli diyen zihniyetiniz.”
“Regl’den utandığınız kadar utanmadınız kadına uygulanan şiddetten, cinayetten, tecavüzden!”
Bunlar ve benzerleri tweetlerle TDK’nın kadına yönelik erkek egemen yaklaşımlarına son verilmesi istendi. Ayrıca bu hataların düzeltilmesi için change.org’da da bir imza kampanyası başlatıldı. Olay sosyal medyadan çıkıp somut mekânlarda da şekillendi. Çeşitli cafelerde bu duruma tepki olarak
“Cafemizde regl çayı bulunmaktadır” gibi yazılar ve semboller girişlerdeki menü tablolarına yerleştirildi.
Aynı zamanda yine internette “TDK’nın kirli sıfatına yapmış olduğu tanım sizce doğru mu?”, “Regl dönemine ilişkin kirli sıfatını kullanıyor musunuz?” gibi sorularla oluşturulan anketler de yapılmıştır.
Ülkemizde ve birçok ülkede “tabu” olarak görülen regl, birçok kültürde “utanç” olarak addediliyor. Minicik bedenler, regl olmaya başlamasıyla utanılacak bir şey yapmışçasına üzerlerine binen yükü ömürleri boyunca taşıyorlar. İşte bu tabuyu yıkmak için İspanyol Sangre Menstrual yani “Menstruasyon Kanı” adlı grup, Madrid’de beyaz pantolon giyip üzerlerine regl kanını temsilen kırmızı boya sürerek eylem yaptı.
Regl’nin görünürlüğünü tabu olmaktan çıkartmayı amaçlayan grup regl utancının, kadınları bastırarak ataerkil düzenin devamını sağlamaya hizmet ettiğini söylüyor. İspanyol aktivist grup, sokaklarda regl olmuş gibi dolaşarak vatandaşların dikkatini çekmeyi başardı. Grubun en büyük amacı, kadınsal durumların topumda “ayıp” olarak yaftalanmasının önüne geçmek ve kadınların bu durumlardan utanmamasını sağlamak. Beyaz pantolonları kana bulanmış şekilde sokakta dolaşan Sangre Menstrual, ped reklamlarında “Beyaz pantolon giyme derdi” yaşayan kadınlardan daha tasasız duruyor.
Ataerki virüsü gezegeni ele geçirmeden önce, Paleolitik ve Neolitik çağda, yaşam üreterek ölümü alt edebilen tek varlık olduğu için kutsaldı kadınlar. Kutsallıktan kastım elbetteki bugünkü mahremiyet ve edeplilik değil. Söz konusu kadının doğurganlığının saygı görmesi. Bu doğrultuda düşünen, Almanya’da yaşayan 19 yaşındaki feminist aktivist Elone Kastrati güzel bir eyleme imza attı. Hijyenik pedlerin üzerine feminist mesajlar yazarak yaşadığı şehrin farklı yerlerine bu pedleri yapıştırdı. En anlamlısı ve ilgi göreni şüphesiz ki “imagine if men were as disgusted with rape as they with periods” (Erkeklerin reglden tiksindikleri kadar tecavüzden tiksindiklerini düşünsenize) mesajı oldu.
Genç feministin oluşturduğu eylem şekli sosyal medyada da büyük ilgi gördü ve bu fotoğraflarla birçok gönderi yapıldı. Örneklerden de anlaşılacağı gibi bu tip durumlar sadece Türkiye’ye ya da muhafazakâr toplumlara mahsus değil. Bu tip eylemlerden yola çıkarak Castells’in küresel sosyal hareketlerine geri döndüğümüzde anlıyoruz ki küresel sosyal hareketlerin eylem biçimleri çok başkadır. Hiyerarşik bir yapıya gerek yoktur. Özellikle günümüzdeki sosyal hareketlerin şenlikli, eğlenerek gerçekleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Köktenci-dinci hareketlerde daha çok şiddet içeren eylem tipleri hakimken sosyal hareketlerde bu pek de söz konusu olmaz. Hatta aralarındaki en büyük farkı şöyle tanımlayabiliriz; köktenci hareketlerin öteki dünya ile kurdukları ilişkiler, daha çok öteki dünya idealleri adına bu dünyada mücadele ederler. Oysaki küresel sosyal hareketlere baktığımızda sosyal hareketler tamamen bu dünyanın idealleri adına mücadele ederler. Bunu yaparken de daha dikkat çekici ve eğlenceli, esprili bir farkındalık yaratırlar.
Bu eylemlerde köprü görevi gören elbetteki internet olmuştur. Oluşturulacak eylemler internet üzerinden yayılarak ağ oluşturulmuştur. Bunun sonucunda da coğrafi uzaklık ya da zaman hususu ortadan tamamen kalkmasa da bağlanılabilirlikle insanlar mobilize olarak istenilen hareketler oldukça başarılı bir şekilde gerçekleşmeye devam etmektedir.
Kaynak: Manuel Castells(2013) ‘’İsyan ve Umut ağları’’, Hürriyet, T24, TDK, Emperyalizm- Teori ve güncel araştırmalar, Ed: Ahmet Bekmen-Barış Alp Özden, Change.org 1, 2, Sivil toplum ve ötesi- Rousseau, Hegel, Marx – Çevirmen/yazar- Gülnur Acar Savran
Hazırlayan: Zeynepşah Işıklı