Bâki’den “Muffassal kıssa başlarsın garip efsane söylersin,” alıntısıyla açılan Aylak Adam romanı, bu sunuşa uygun olarak 1950’li yıllarda, bir aylak ne yapardı, ne arar, ne bulurdu gibi sorulara dair bir “âşık olamayış” anlatısıdır. Adı üstünde romanın kahramanı aylak bir adamdır ve ona göre boş gezmek dünyanın en zor işlerinden birisidir. Adsız avarenin anlaşılmamak üstünden şekillenen serüvenine geçmeden önce “Yusuf Atılgan kimdir?” sorusuna kısaca değinmekte fayda var.
Yusuf Atılgan
1921 yılında Manisa’da doğmuştur. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirmiştir. Bir yıl öğretmenlik yapmış daha sonra sıkıyönetim mahkemesince yargılandığı bir dava nedeniyle öğretmenlik mesleği elinden alınmıştır. Böylece 1946 yılında Manisa’nın Hacırahmanlı Köyü’ne yerleşir. Uzak kaldığı, kendi ifadesiyle özlediğini söylediği İstanbul’da geçen Aylak Adam ilk romanıdır. Yusuf Atılgan bu romanıyla 1958’de Yunus Nadi Roman ödüllerinde ikincilik almıştır. Birincilik; Fakir Baykurt’undur. Edebiyatımızda köy romanlarının ön plana çıktığı yıllardır. Aylak Adam pek önemsenmez. 1959 yılında Varlık Yayınları’ndan basılsa da parlaması ikinci romanı Anayurt Oteli’nden sonra olur (1973).
İlk romanından sonra tanıştıkları Serpil Gence ile evlenmeleri Anayurt Oteli’nin yayınlanmasından sonra gerçekleşir. 1976’da İstanbul’a dönen yazar; burada çeşitli işler yapar. 1986’da hayata veda eden yazar, artık eserleriyle, Aylak Adam, Anayurt Oteli, öyküleri, Ekmek Elden Süt Memeden adlı masalı ve Canistan adlı, -maalesef ki- tamamlamaya ömrünün yetmediği romanı ile yaşayacaktır.
Aylak Adam
İstanbul’da yirmi sekiz yaşında (“tedirgin”s. 18), paralı bir genç, kitapta söylediği gibi: zengin değil. Adı; C. Hayatına anlam vermesini sağlayacak, beraber bir sevgiyi büyütecekleri diğer yarısını aramaktadır. Genellikle yalnızdır. Roman, bu yalnızlıkta çoğun sadece C.’nin aklından geçenler üstüne kuruludur.
Kış, İlkyaz, Yaz, Güz bölümlerinden oluşan romanda mevsimler, ikili ilişkilerin evrelerini de yansıtmaktadır.
Romanın Baş Kişisi C’nin
Hayalleri Vardır
“Oysa onu bu caddeye pek seyrek gönderirdim: Binde bir, güzel bir filmi görsün diye. Önlerde bir yere oturur, yanağı avucuna dayalı filmi seyreder, tam beni düşünmesini istediğim zaman beni düşünürdü. Film bitince eve yürüyerek dönerdi.” s.11
Soruları Vardır
“Yoksa o muydu?” s. 12
“Yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?” s. 13
“Hiç mi çişi gelmedi?” s.14
“Biriniz gitse İki Öksüzler Sokağı’nın resmini yapsa ne olur!” s.16
“Şunların arasında sevilmeğe değer birkaç kişi niye olmasın? Tok karın iyimserliği mi yoksa?” s.19
“Neden çarpıntısını durdurup kendisiyle alay edemiyor?” s.33
Korkusu Vardır
Babasına benzemek:
“-Görürsünüz, adam olmayacak bu çocuk,” derdi. Konuşmazdım. Sevinirdim. Babam adamsa ben olmayacaktım.” s.123
Üstelik salt bunlardan ibaret bir roman baş kişisi değildir C., hayatında kendi tabiriyle bir “tutamak” arayışındadır. Çevresinin bir aynasıdır. Yalnız bu ayna salt bir betimleme aracı değildir, sorgulayan, eleştiren ve aynı zamanda daha iyiye doğru düşler kuran bir aynadır.
“Düşünüyordu: “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağını umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.” s.19
Karakterler
Roman, İstanbul’un atmosferine uygun bilcümle insanla doludur. Bu kişilerin kimi geçmişten gelen ve onda çocukluk özlemini, güven duygusunun yitmediği zamanları hatırlatan teyzesi ve çevresindekilerin hayalidir. Kimi zamansa yalnız dolaşmalarında kısa diyaloglar kurduğu ya da sadece gözlemlediği kimselerdir. Bazen Ayşe ya da Güler’in yani duygusal olarak yakınlaştığı ve sevgili olduğu kişilerin hayatlarından yansırlar. Bazen de içilen, konuşulan arkadaşlar ya da gidilen yerlerin çalışanları olurlar. Romanda yer alan insan çeşitliliği aşağıdaki gibidir:
Bay C ve B. (B., C.’nin tesadüf etse de yan yana gelse de sezse de roman boyunca asla tanışmadığı, aradığı kadındır). Ayşe ressamdır. C.’yle ayrılmışlardır. Romanda yeniden bir araya gelirler ama bir kere daha ayrılacaklardır. Şaşı kadın, sinema önünde müşteri bekleyen birisi, C. romanın sonlarında onda teyzesinin kokusunu, çocukluğunu arayacaktır.
C.’nin dayak yediği iki terzi (ki terzi olduklarını sadece C. iddia etmektedir). Sadık (ressam, C.’nin arkadaşı). C.’nin yoldan geçerken öptüğü Rum kızı ve onun arkadaşı. Eleni, C’nin evine temizliği gelir. Ona göre Eleni pastırmacının karısıdır. Sadık’ın atölyesine devam eden kızlar, erkekler, -Necmi, Sami (B.’nin kardeşi), Fatma, karşı evin kocakarısı, aktör, garsonlar, hizmetçiler, kadınlar, adamlar… Haluk, Selim, Erhan, Nedim.
Güler (C.’yle duygusal bir ilişki yaşar ama aradığı üç oda bir mutfak mutluluğu olduğundan ilişkileri yürümez). Sıkıcı ders veren Ahmet Bey. Polis, sarı bıyıklı oğlan, avukat, dilenci, sadaka vericiler, et alışverişçileri, zabıt katibi, banka memuru, berber. Nihat, Meliha, Gülfer, Nazım, kahveci, ateş ya da sigara istediği birileri, çımacılar, hamallar, sandalcılar, Laura, dayı oğlu, balıkçı, taksici, çocuklar, Meliha, çiftler, Feyyaz, Cavidan, emekli yarbay, Zehra Teyze, Bayan Naciye ve onun yanında çalışanlar ile pansiyonundaki kiracıları, –on kişiydiler-, Kemal, bisikletli kız, nişanlı kadın, İzmirli -adı Ahmet-, Ayşe’nin anne-babası, Veysel Dayısı, “Pazarcılar”, C.’nin babası, bir gazozluk dostlar!, bir genelev kadını, Amerikalı, Sacide, tezgahtar, Seyfi Bey, berberin karşı apartmanında oturan dedikodusu yapılan kadın, müşteriler, içenler, komisyoncu.
Mekanlar
C. sürekli bir yerden bir yere gider, gelir. Romanın arayışına uygun bir hareketlilik içindedir. Bu hareketlilik içinde tramvaylara, vapurlara, taksilere, otobüslere binilir. Yürüyüşler yapılır. Vakit geçirmeler, beklemeler ya da bir amaçla bir yerden bir yer gitmeler ya da amaçsızlıkla sürüklenme vardır.
Gidilen, hatırlanan ya da romandaki bazı kişilerin anlatıkları, büyük bir havuzda yüzdürür okuyucuyu;
Sinemalar, Beyoğlu, terzi dükkanları, Harbiye, Nişantaşı, Maçka, İki Öksüzler Sokağı (“Şarlo’nun ‘Easy Street’ dediği sokaklardan. Ben ‘Eli Paketliler’ sokağı diyorum. Komşusunun saygısını yitireceğinden başka sıkıntısı olmayanlar yaşar burda.” s.16), Aslan Yatağı Sokağı, Sıra Selviler Caddesi, Beşiktaş Pazarı, Akaretler Durağı, Dolmabahçe Durağı, Yüksekkaldırım, Tünel, sinemadan çıkılan dar sokak, birahaneler, Parmakkapı, Taksim, Ağacami, Tepebaşı, Dolmabahçe, Asmalımescit.
Kitapçının köşesinden geçilen tenha cadde, Ayşe’nin atölyesi, Beşiktaş, Haşet, Balıkpazarı, Maçka, C.’nin evi, karşı apartman, lokantalar, tiyatro, Kurtuluş, büyük bir cadde, Karaköy,Tophane, Kuledibi, Şişhane, Yeşilzeytin Ap., Fındıklı, tatlıcı, Mirgün, Osmanbey, Eminönü, Aksaray, Tozkoparan, berber, kahvehane, Kadıköy İskelesi, Cleveland, Galata Kulesi, Kasımpaşa, Atatürk köprüsü, akademi, Alemdar, tatlıcı, Galatasaray Lisesi, gazino, Boğaz, Sarıyer, İstinye, İsmail Paşa korusunun üstündeki tepe, Suadiye, Cadde Bostan, Bayan Naciye’nin kiralık evi ve pansiyonu, Fransa, plaj, insansız bir kumluk, Kağızman, sergi, bankalar, terzi atölyesi, İtalya, yazlık sinema, yatılı okul, kolej, Edebiyat Fakültesi, Askeriye, sürü sahiplerinin, bakkalların, kasapların, memurların uyuduğu evler, İngiltere, localar, deniz kıyısı gazinosu, restoran, Alemdar, Şişhane, Tarlabaşı, eczane, Parmakkapı, pasaj, İngiliz Elçiliği.
“-Doğru, hep başkayız. Ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor. Her şey bizim çevremizde dönüyor…” s. 17
Aylak Adam’da her yerde C.’nin düşünceleri vardır. Okurun odağı, nadir olarak Güler’in mektuplarına, Ayşe’nin günlüğüne kaysa da çoğu mekân, olaylarıyla, insanlarıyla ve insanlar arası ilişkileriyle C.’nin aklından geçenlere fon oluşturur.
“Güldü.Yaman adamdı bu dilenci. İnsanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu.” s.44
Kokular
Kokulardan geçilir; yağlı boya, beziryağı kokusu, haşlanmış lahana kokusu, eldeki ağır esans kokusu… Beş duyuyu harekete geçirme isteğinin yanında, aranan belki de belleğin kokularla hafızaya hitap etmesinin sağlanmasıdır. Eğer böyleyse ortak bir geçmişin, ortak bir aidiyetin hatırlanmasına giden yollardan biri olarak romana kokular sürülmüştür.
Yemekler
Romanda yemeklerden ve içeceklerden de sık sık bahsedilir. Yemek ve içmek romanın atmosferini tamamlayan önemli bir öğedir. Şarap, bira, gazoz, çay, kahve içilir.
Romanda adı geçen yemeklerse, yemek kültürümüzün çeşitliliğini yansıtacak zenginliktedir. Meze, makarna, patlıcan dolması, ıstakoz, simit…
“Kılığı düzgün adamın sokakta simit yemesi yasaktır.” s.15
Zor İştir Aylaklık
“Biliyordu; Anlamazlardı.” s.157, kapanış cümlesiyle tamamlanan romanın başkişi C.’nin
“Aylak adamın, uzun doldurulamaz sabahları korkunçtu. Kimi saatler bile önemliydi. Geçmek bilmez, uzun ‘üç-dört dakika’lar yaşamıştı; biliyordu. İnsan sokak adlarıyla üç günden fazla uğraşamıyordu.” s.41
Üstelik,
“Huzurunu yaşadığı günde bulamayan insana kurtuluş yoktu.” s.144
Bu durumda yapılacak en iyi şey belki de hayata “tutamak” arayışını bir aşk ilişkisinde tanımlamaktır. Roman başkişisinin adı gibi aradığı kişiye de net bir adlandırma yapılmaz. O da sadece bir harftir, B.
C., onu yaradılış amacı olarak tanımlasa da bir türlü bir araya gelemezler. Roman bittiğindeyse okur, bu bir türlü anlaşılmadığı söylenen arayışın C. için devam ettiğini bilmektedir. Çünkü C.’nin dünyası, üç oda bir mutfakta mutluluk arayan Güler ve Güler gibilerin dünyası değildir.
O, zorunluluklarından bir mirasyedi olduğu için azat edilmenin hafifliği içinde bir uyumsuzdur. Herkes gibi olamamış biridir.
Babasının yol açtığı travmasını onarmaya çalışmakta, kendi korkularından yavaşça arınmaktadır. Örneğin kadınların bacaklarına dokunma korkusunu romanın bir yerinde yendiğini fark eder. Belki de oluşu devam etsin diye adı sadece bir harften ibarettir. Aylak Adam, sırf bu nedenle de umut vericidir. Kabullenmez, benzemez, vazgeçmez yapısıyla biraz Yusuf Atılgan’ın kendi yansımasıdır demek de abartılı bir yorum değildir. Yoksa Yusuf Atılgan, edebiyat dünyası ve okur köy romanlarını yüceltirken, kendi edebi çizgisine uygun bir üslubu nasıl var edebilirdi ki?
Bu yazıdaki alıntılar, Yusuf Atılgan, Aylak Adam, YKY Yayınları, 2009’dan yapılmıştır.