BANA GÜVEN
“Lütfen bana güven” dedi, “sana yalan söylemedim söylemeyeceğim” ekledi “lütfen güven bana”.
“Sana inanıyorum” diye cevap verdi diğeri..
Bana güven ve sana inanıyorum… Güvenmek ve inanmak..
Güveni anlamaktan başlamak istiyorum, çünkü güveni anladığımızda, neden talep ettiğimizi anladığımızda inanmayı da anlayacağımızı düşünüyorum.
Sahi, hiç düşündün mü nedir güven? Yaşamının hemen her alanında gerekliliğini savunduğun, onsuz eksik ve yarım kalacağını düşündüğün güven nedir?
Kim bilir kaç kez dedik, “kendimi güvende hissedeceğim bir iş istiyorum” veya “güvenebileceğim bir adam/kadın istiyorum” veya “güven içinde yaşayacağım bir yer arıyorum” diye…
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “güven; korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat” demekmiş.
Artık biliyorum ki güven dediğimiz şey inanmaktır, güveniyorum dediğiniz insana inanıyorsunuzdur aslında. Kendimi güvende hissettiğim bir işim var dediğinizde yaptığınız işe, çalışma arkadaşlarınıza ve/veya yönetime inanıyorsunuz demektir. Kendimi güvende hissettiğim bir ilişki istiyorum dediğinizde de kendime ilişkiyi yürütebilmek konusunda, sevmeye sevilmeye devam edebilmek konusunda inanmak istiyorum diyorsunuz. Evet ilişkilerde, birden fazla tarafı olan hallerde dahi, bu sizinle ilgilidir, karşınızdaki ile değil, bakmayın böyle rahat yazdığıma benim bunu kabulüm epey sürdü ☺ Ve bu sizin en güvenli, en kendiniz olduğunuz haldir çünkü özünüz budur zaten.
Kendimize güvenmediğimiz, özgüvensizliğimizin her saklandığı yerden çıktğı zamanları ise kibirle maskeleriz ve öyle ustaca yaparız ki bunu biz bile ne yaptığımızın farkına varmayız çoğu kez. Bu başka bir yazının konusu biz yine dönelim inanmak ve güvenmek konularına.
İnanmak istiyorum, güvenmek istiyorum… Oysa inanç istemek ile olmuyor, inanç ya vardır ya yoktur. Ve bizlerin inanıyorum demesiyle varlığını inanmıyorum demesiyle de yokluğunu kılmıyor, sadece kendimize sebep yaratıyoruz malum zihin boşluk sevmiyor… Hikaye hep kendimizle ilgilidir, her zaman ve her zaman başrolde olan hep bizleriz. Bunun idrakıyla yaklaştığınızda olaylara durumlara ve kişilere inanmak istediğiniz şeyin ne iş ne sevgili ne şehir ne de başka bir şey olduğunu görürsünüz. Siz aslında kendinize inanmak istiyorsunuzdur, bunun açlığı ve ihtiyacı içindesinizdir. Kendinize inandığınızda koşulsuz ve şartsız, yaşamınıza ve yarattığınız dünyaya da inanırsınız, yaşamınızın her anının hakkını vereceğinizin inancı ve eylemi ile hareket edersiniz. Hem siz mutlu ve güvende hissedersiniz hem de yakınınızdakiler. Ve daha da önemlisi tamlanır ve bütünlenirsiniz. Tamlanma ve bütünlenmenin bir başka “şeye” bağlı olmadığını görürsünüz. Bir başkasına bir başka herhangi bir şeye ihtiyacınızın kalmadığını görürsünüz, sırf bazı korkularınızın yarattığı açlık duygularını bastırmak için olur olmaz kişileri ve olayları almazsınız yaşamınıza. Ve özgür olursunuz gerçek manada özgür olma hali bu kanımca…
Dilimize pelesenk ettiğimiz, ezberlediğimiz, sıkça kullandığımız kelimeleri gözden geçirmekte fayda var. Mesela o kadar ezber bir cümledir ki “kendimi güvende hissettiğim bir ilişki istiyorum”. Gerçekte ne hissediyorsun? Güvende olduğunu anlaman için neye ihtiyacın var? Ne olursa kendini güvende hissedersin? Partnerin ne yapmalı ki güvendeyim diyesin? Kendine güvenin var mı? Özgüveninin nerelere saklanmış baktın mı hiç? Sen kendine güvenmiyorken başkasına güvenmen senin hangi yamanı kapayacak? Vs. vs. vs.
Ezber cümlelerin bizlere bir faydası yok, yaşamlarımıza katkısı yok, yollarımızı açmıyor, bizleri ilerletmiyor. Aksine çoğu kez durmalarımızın eylemsiz kalmalarımızın ardında ezber cümleler var… Evlilik dediğin… kadın dediğin… erkek dediğin… iş dediğin… şehir dediğin… Düşünsenize bu minvalde başlayan ve tamamladığınız cümlelerinizin kaçı sizin? Kaçı size sizin gerçekliğinize ait? Kaçı sizin deneyimsel bilginizi temel almış?
Siz, ezberledikleriniz misiniz yoksa yaşadıklarınız mı?