Holokost, Adolf Hitler liderliğindeki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, yönettiği Nazi Almanyası döneminde, işgal edilen sınırlar içerisindeki yaklaşık 6 milyon Yahudi’nin yanı sıra Romanlar’ın, engellilerin, Sovyet tutsakların, Polonyalılar’ın ve eşcinsellerin sistemli ve acımasız biçimde üzerlerinde deneyler yapılıp öldürüldükleri, insanlığın utancı olan soykırımdır.
1933-1945 yılları arasında, Nazi Almanyası milyonlarca kurbanı hapsedebilmek için yaklaşık yirmi bin kamp kurdu. Bu kamplar; zorla çalıştırma kampı, geçiş istasyonları olarak kullanılan geçici yerleşke ve esasen sadece katliam için inşa edilen imha kampı gibi pek çok biçimde kullanıldı. Auschwitz, toplama, zorunlu çalıştırma ve imha kamplarından oluşan en büyük kamptı. Bazı Alman doktorlar bu toplama kamplarındaki binlerce esir üzerinde insanlık dışı tıbbi deneyler gerçekleştirdi. Kampa getirilen Yahudiler arasında inceleme yapılır, sağlıklı görünenler, üzerlerinde deney yapmak ya da zorla çalıştırılmak üzere ayrılırve geride kalanlar ise gaz odalarında ölüme gönderilirdi. Gaz odalarında karbonmonoksit ya da Zyklon B (fareleri ve haşereleri öldürmekte kullanılan yüksek tesirde zehirli böcek ilacı) kullanılırdı.
Üçüncü Reich, (İmparatorluk) döneminde yapılan deneyler üç kategoriye ayrılırdı:
Birinci kategori deneyleri
Dr. Sigmund Rascher tarafından Dachau’daki kampta yapıldı. Alman Hava Kuvvetleri’ne bağlı personellerin bedenlerinde oksijenli ve oksijensiz paraşütlü atlama esnasında gerçekleşebilecek, fiziksel farklılıkları gözlemlemek ve personelin uçaklardan atlayabileceği tehlikeli üst sınırı tespit edebilmek için, düşük irtifa odaları kullanarak, Yahudileri yüksek basınç altında iç organları patlayana kadar tutuyorlardı. Hipotermi için bir tedavi yöntemi bulmak amacıyla Yahudi mahkûmlara kamuflajlar giydirip onları içi buzlu su dolu küvetlerde bekleterek, donarak ölmeden önce kaç dakika yaşayabildiklerini araştırdılar. Bu deneydeki asıl amaç, Kuzey Buz Denizi’nde düşman atışlarına maruz kalan, Alman pilotların soğuk suda kaç dakika hayatta kalabileceklerini öğrenmekti. Dr. Sigmund Rascher önce Dachau’da, sonra Auschwitz’de bu deney ortamını kurarak, toplam 300 denek kullanmıştır. Dachau’da, Dr. Hans Eppinger tarafından çingeneler üzerinde deniz suyunun içilebilmesine ilişkin deneyler yapılmıştır. Deniz suyu hiç değiştirilmeden deneklere verilmiş, deneklerde ciddi patolojik vakalar ve ölümler gözlemlenmiştir.
İkinci kategorideki deneyler
Nazi doktorları tarafından Alman Askeri ve İşgalci Personelinin sahada karşılaştığı yaralanmalara ve hastalıklara çare bulabilmek için yapıldı. Doktorlar, deneklerin akciğerlerine tüberküloz bakterisi enjekte edip bakterinin gelişim evrelerini kaydettiler. Buchenwald’de bir araştırma ekibi, Rus mahkûmlara fenol, benzin ve siyanür bileşiminden oluşan bir ilaç enjekte ederek deneklerin ölüm sürelerini ölçtü. Ravensbrueck kampında, Dr. Herta Oberheuser tarafından sülfanilamid deneyleri yapıldı. Sağlıklı Yahudi denekler üzerinde savaş yaraları açıp daha sonra bu yaraların kangren ve tetanos olmaları sağlanmış, açık yaralarda sülfanilamid kullanılarak tedavi evreleri izlenmiştir. Natzweiler ve Sachsenhausen’de, panzehir test etmek için esirler, fosgen ve hardal gazına maruz bırakıldı.
Üçüncü kategorideki deneyler
Nazi dünya görüşünün ırksal ve ideolojik öğretilerini iletmek için Josef Mengele (ölüm meleği) tarafından Auschwitz’de yapıldı. Kampa gelen tüm ikiz çocukları ve cüceleri diğer tutsaklardan ayırıp üzerlerinde farklı deneyler yaparak, kalıtımsal faktörlerin etkisini ölçtü. İkizlerin kanını birbirlerine enjekte ederek hematolojik ve fizyolojik tepkileri ölçtü, çoğunda ikizlerin biri veya ikisi şiddetli ağrılar ve yüksek ateş yaşadı. Kimisinin gözüne mürekkep enjekte ederek, göz rengi genetiğinin değişip değişmediğini incelemeye çalışmış ve deneklerin enfeksiyon kaparak kör olmalarına sebep olmuştu. Birçok ikizi uyuşturma gereği duymadan ameliyat etmiş ve bir ikizin uzuvlarından birini kesip diğer ikize dikmeye çalışmıştı. İkizlerden biri deneyde ölürse, diğeri gaz odasına gönderilirdi. Mahkûmların midelerini hiçbir anestezi yöntemi uygulamadan çıkarıp yemek borusuyla ince bağırsağı birleştirerek, bu şekilde yaşayıp yaşamayacaklarını kontrol ediyordu. Ayrıca farklı ırkların hastalıklara karşı ne tepkiler verdiğini araştırmak üzere Romanlar’ın üzerinde serum imali deneyleri yapmıştı.
O dönemi yaşayan tanıklardan birkaçının anlattıkları ise şöyle:
1940-44: Fransa’nın işgalinin ardından, 6 hafta içinde Alman ordusu tarafından yakalandım. Diğer savaş esirleri gibi ben de Reich (İmparatorluk) için zorunlu çalıştırıldım. Subaylardan birini öldürmekle tehdit etmemin cezası olarak, Nazi doktorların “tıbbi deneyler” yaptığı hastanede çalışmaya zorlandım. Erkekleri hadım ederken, kırık kemikleri “araştırmak” üzere, esirlerin parmaklarını pres makinesinde ezdiklerinde yanlarındaydım. Esirlerin çoğu, söz konusu ameliyatlarda hayatını kaybetti. Göğüslerinin her ikisi de alınırken izlemesi için, kadının birinin göz kapakları dikilmişti.
Claude J. Letulle
1940-1945: 6 yaşıma girmeden kısa bir süre önce, ailem Auschwitz’den Theresienstadt gettosuna sevk edildik. Kampta 70917 numaralı esirdim. Kardeşimden zorla ayrılarak hastaneye götürüldüm. Röntgene girdim ve boynumdan kan alındı. Bir defasında kayışla masaya bağlayıp bıçakla kestiler. Kusma ve ishale yol açan enfeksiyonlara yakalandım. Enfeksiyon nedeniyle hastanede yatarken, subaylar hastaları öldürmek için götürmeye geldi. Bakımımla ilgilenen hemşire beni uzun eteğinin altında sakladı ve subaylar gidene kadar sessiz kaldım.
Renate Guttman
Auschwitz-Birkenau’daki krematoryumu anlatıyor: Kampın kendisi, gerçekten de ölüm fabrikasıydı. Birkenau’da dört krematoryum, iki gaz odası, yolun iki yanında da ikişer krematoryum, iki gaz odası vardı. İki gaz odası, iki krematoryum… Tren yolu krematoryuma doğru, krematoryumun yakınına gidiyordu. Kampın her yerinden görülebiliyordu. Yalnızca dumanı değil, alevleri görebiliyordunuz. Çatıdan bakınca alevler görünüyordu. İnsanlar iskeletten, dumandan ibaretti yalnızca. Kilolu kalan insanlar olduğundaysa alev çıkıyordu.
Miso (Michael) Vogel
Ne toplama kamp sistemi kurbanlarının ne de ölüm yürüyüşlerinde hayatını yitirenlerin sayısını tahmin etmek mümkün; ancak, toplama kamplarında insanlık dışı koşullar altında köle işçilik, açlık ve hastalıklar sonucunda ölenlerin sayısı 500 bin ila 750 bin kişi arasında değişmektedir. Toplamda ise 6 milyonun üzerinde kişinin öldürüldüğü varsayılmaktadır.
Her ne kadar günümüz tıp bilimine olumlu katkılarından bahsedilse de bu, yapılanların insanlık suçu olduğu gerçeğini değişmez. O insanların yaşadıklarını, çektikleri acıları tahayyül edebilmemiz ne yazık ki mümkün değil.
Kaynak: ushmm.org