“Cehennem nedir?” Bence o sevmeyi başaramamaktan acı çekmektir.
Dünya edebiyat tarihinin belki de en belirgin sınırlarını “Rus edebiyatı” çizer. Rus edebiyatı, dilimize yerleşmiş bir edebiyat terimi olarak, günlük dile dahi indirgenmiş görünür. Rus edebiyat ekolünün kazanmış olduğu bu gözle görünür ün elbette haksız değildir. Antik Çağ’dan Klasik Dönem’e, Lev Tolstoy‘dan (1828-1910) Maksim Gorki‘ye (1868-1936), Vladimir Nabokov‘dan (1899-1977) Nikolay Çernişevski‘ye (1828-1889) Rus edebiyatı içinden sağ çıkılması zor bir deniz gibidir. Ama bütün bir Rus edebiyatının içinde öyle bir isim sivrilir ki, o isim, dünya edebiyat tarihinin de dönüm noktalarından birisidir: Fyodor Dostoyevski.
11 Kasım 1821’de Moskova’da dünyaya gelen Fyodor Dostoyevski‘nin pek de sağlıklı bir çocukluk geçirdiği söylenemez. Sağlıklı bir aile ortamında büyüdüğü konusu şüphe götürürdür. Annesinin ölümünden sonra Mühendislik Okulu’na başlayan Fyodor, okula girdikten sonra babasını da kaybetmiştir. Henüz genç yaşta verdiği bu kayıplar, belki de Dostoyevski ekolünün doğuşunda pay sahibidir. Okulunu bitiren ve bir işe başlayan Dostoyevski’nin ilgisi tahmin edileceği gibi edebiyata yöneliktir. Ve bir süre sonra işinden ayrılarak kendisini edebiyata adar. 1846 senesinde yayınladığı İnsancıklar, onun ilk eseridir. Oldukça arzulu girişmiş olduğu edebiyat alanında, umduğu tepkiyi alamayan Dostoyevski, politik bir duruşa yöneldiği bir dönem devlet karşıtlığı yüzünden tutuklanır ve hayatının beş senesini hapishanede geçirir.
Hapishane yılları sonrası Dostoyevski’nin ilgisi yeniden edebiyata yönelmiştir: Ezilenler (1861) ve Ölüler Evinden Anılar (1862) eserlerini Petersburg’da veren Dostoyevski, bir edebiyat dehası olduğunun ilk sinyallerini vermektedir. Maddi ve manevi açıdan çöküntüye uğradığı bir dönem Dostoyevski en önemli eserlerini verir: Yeraltından Notlar (1864), Suç ve Ceza (1866), Kumarbaz (1866), Budala (1868) gibi kült eserler, Dostoyevski’nin bu dönemine denk gelmektedir. 1879 yılında yayımlanan Karamazov Kardeşler ise belki de Suç ve Ceza ile birlikte en ünlü eseridir. Bu eseri verdikten hemen iki sene sonra, 1881’in Ocak ayında geçirdiği ciğer kanamasıyla beliren rahatsızlıktan kurtulamayan Dostoyevski 59 yaşında iken hayata veda etmiştir. Oldukça kalabalık bir toplulukla gerçekleşen cenaze töreni, Dostoyevski’nin bugünlere dek ulaşacağının sinyallerini veriyor gibidir.
Orada leş gibi kokan iğrenç yeraltında, alaya alınarak güçlendirilmiş sıçancık yavaş yavaş kine; soğuk, zehirli, özenle sonu gelmez bir kine boğulur. Kinini kırk yıl en ince, en utanç verici ayrıntılarına dek anımsayacak; her anımsayışta kendinden daha bir yüz kızartıcı şeyler ekleyerek, bu uydurmalarıyla kendini yiyip bitirecektir. Bir yandan kuruntularından utanır; bir yandan da olanları anımsamaktan, yeni baştan kurcalamaktan, “olabilirdi” düşüncesiyle başka başka uydurmalar eklemekten kendini alamaz. Bağışlamak nedir bilmez. Belki öç almaya bile kalkışır, ama beceriksizce, miskin miskin, uzaktan uzağa, sinsice, ne öç almak hakkına, ne de başarısına inanmadan yapar bunu; öbür yandan öç almak istediği kimseden yüz kat fazla üzüleceğini, ötekinin kılının bile kıpırdamayacağını ta başta bilir. Ölüm döşeğinde bunları bir kez daha, bunca zaman birikmiş faizleriyle birlikte anımsayacak ve…Bakın işte, bu soğuk, iğrenç yarı umutsuzlukla, yarı inançla, kahrından kendini bilinçli olarak yeraltına kırk yıl diri diri gömmede; zorlamayla yaratılmış durumunun yine de kısmen içinden çıkılabilir olmasında; bütün o içe işleyen doyurulmamış isteklerinin özünde; kesin olarak verilen kararla bunun peşinden gelen pişmanlıklar çalkantısında yatmaktadır o garip acı hazzının özü. (Yeraltından Notlar)
Bence, şeytan diye bir şey gerçekte yoksa, kişioğlu uydurmuşsa onu, kendine bakarak, kendisini örnek alarak uydurmuştur. (Karamazov Kardeşler)
Fyodor Dostoyevski, edebiyat tarihi için oldukça önemli bir simgedir. Hemen bütün eserleri birer kült niteliğindedir. Yalnızca edebi değeriyle değil, içerdiği varoluşçu felsefeyle, özgürlükçü tavrıyla ve kullanılan motiflerle, onun eserleri bütün zamanların en çok okunan kitapları arasındadır. Edebiyatla ilgili olsun olmasın, bugünün dünyasında Dostoyevski ismini bilmeyen birisini bulmak için oldukça fazla ayakkabı eskitmeliyiz. Dostoyevski’nin bu ününden bahsederken şunu da dipnot düşmek gerekir: Onun iyi bir edebiyatçı olması ününe bağlı değildir, onun ünü iyi bir edebiyatçı olmasının bir sonucudur.
İnsanın en büyük kusuru, alnının kara yazgısı erdemsizliğidir. Erdemsizlik ve ölçüsüzlük! Ölçüsüzlüğün erdemsizlikten geldiği çoktandır bilinen bir gerçek. İnsanlık tarihine şöyle bir bakın. Görkem mi? Belki bunun için Rodos Anıtı yeter! Göz alıcılık mı? Çağlar boyunca askerin, sivilin giydiği üniformalara baksak, ne demek istediğimiz anlaşılır… İnsanlık tarihine her şey yakıştırılır da, ağırbaşlılık yakıştırılmaz. Daha söze başlamadan sözünüz ağzınıza tıkılır.
Başlık Görseli: © Vladimir Favorsky