İlk olarak belgeselci kimliği ile sinemada adını duyuran Emine Emel Balcı, çekmiş olduğu ilk kurmaca film Nefesim Kesilene Kadar aracılığıyla güvencesiz hayatların sebep olduğu hayal kırıklıklarına değinmiş. Büyük şehirlerin herhangi köşesinden karşımıza çıkma ihtimali yüksek bir insan betimiyle ilerleyen film, ana iskeletini de bu karakterin çabaları üzerine kuruyor.
21’inci Gezici Festival’in bu yılki Güvencesiz Hayatlar temasının bir nevi simge filmi olarak gösterebileceğimiz Nefesim Kesilene Kadar, fragmanının yaymış olduğu durağanlık hissini ilk sahne itibariyle ortadan yok ederek bizlere hareketli bir tür sunuyor. Babası ile yeni bir hayata adım atmak isteyen Serap’ın hem çevresindekiler hem de zorunda kaldığı çetin şartlara karşı verdiği amansız mücadeleyi konu alan film, ismine yakışan bir tempoda ilerleyerek duru bir gerçekliğe kavuşmuş.
Hayatını tekstil atölyesinde haftalık ücret sistemi ile çalışarak geçindirmeye çalışan Serap, kazandığı üç kuruş paranın peşinde olan eniştesinin evinden ayrılmak ve babasıyla yeni bir ev tutmak ister. Lakin Serap’ın adım adım biriktirmiş olduğu umut kırıntıları ufacık bir rüzgâr esintisiyle savrulup gitmeye müsait bir yapıdadır.
Nefesim Kesilene Kadar, aidiyet kavramının göreceli evrelerini seyirciye Serap karakterini takip ettirerek açıklamaya çalışan bir film. Üstelik bunu yaparken de karmakarışık kurgular ya da duygusal çıkmazlarla ilerlemekten ziyade, düz gerçekçi duruşlar sergiliyor. Özellikle omuz kamera açılarıyla gerçekleşen görüntü yönetimi, karakterlerin içinde bulunduğu durumları somut bir şekilde aktarabilmiş. İstanbul şehrinin insanı en derinine sürüklemekte olan gri atmosferi de, anlatılan işleyişe estetik bir arka plan oluşturuyor. Tabii bu estetikliğin baş mimarı olarak görüntü yönetmeni Murat Tuncel’e ayrı bir parantez açmak lazım. Yönetmen hem karakterlerin ruh halleri hem de şehrin çıkmazlığını dengeli açılar ve başarılı tonlamalarla yakalamış.
Filmin belki de en ağır topu olarak gösterebileceğimiz detay ise Esme Madra’nın duru bir performansla ilerlettiği başarılı oyunculuğudur. Daha önce Çoğunluk filminde rüştünü kanıtlayan Madra, belgesel gerçekçiliği tadında ilerleyen filmin adeta eli ayağı oluyor. Öykünün ana kilit görevini üstlenen baba ve abla karakterlerinin karton bırakılması ise filme zayıflık katmaktan ziyade, olması gereken çizgi üzerine yerleşmesine yardımcı olmuş gibi.
Bu noktada da yönetmen Balcı’nın bir baba kız öyküsü anlatma derdinin asla olmadığı, bu derdin aksine içimizden bir insanın sığınmak istediği limana ulaşma çabasını anlattığını söyleyebiliriz. Özellikle de baba ile kız arasında ki iletişimsizlikten doğan düzensiz diyaloglar, son dakikaya kadar sabır sınırlarını zorlayacak seviyede. Böylece bir buçuk saatlik süre içerisinde insan, aidiyet ve büyük çaresizliğimize attığımız her bakış, Serap ile birlikte bizleri de nefessiz bırakıyor…