Bazı insanlar vardır, beyaz perdenin büyülü evreninden kalplerimize dokunur. Bir replik, bir duruş, bir rol, kimi zaman hayatla kurduğumuz bağda ciddi bir kement oluşturur. Onlardan birinden, erkenden aramızdan ayrılan Birol Ünel’den bahsetmek istiyorum. Bahsetmek istiyorum çünkü bir yıldızın kayması, yok oluşundan sonra gökte onca yıldız arasında tuhaf, belirsiz, yeri doldurulamaz bir boşluk yaratır. Bir boşluk yaratır ve şimdi o boşluğu sessiz ve dilsiz bırakmak istemiyorum.
Anti Kahramanlığın Adamı
Dünyayı kurtaranların, Romeoların, süper güçlerin, süper güçlülerin, efsanelerin, gözde olanların, önde duranların, bayağı bir gemisini kurtaranların, hep dört köşe, dört başı mamur olanların değil, bizim gibilerin hikâyelerinin oyuncusuydu. Onu; samimi, içten, gerçek, sıcak ve duruşu olan rollerin adımı olarak izledik. O rollerle bütünleştirdik.
Oynadığı rolleri bu kadar doğal kotarmasını karakterle benzerliğine bağlardım. Belki de bu nedenle onu en çok 2006’da Altın Portakal Film Festivali’ne geldiğinde kaldığı otelin duvarlarına “çok beyazdı” diye kırmızı şarap döktüğünü duyduğumda sevdim. Onun için dünyanın çok beyaz olacak yanı yoktu belki. Aslında kimin için vardı ki? Onunki sade, “bütün renklerin hızla kirlendiği,” çağımızda, o kadar beyazı kaldıramayan bir hassasiyeti ve isyan barındırmak olabilirdi.
Altın Portakal Film Festivali’ne geldiği Duvara Karşı filmi, seyirciyi cinsiyet meseleleriyle baş başa bırakıyor. Oradan gelenekselin ikiyüzlülüğünü, kıyıcılığını, sahteliğini bütün çıplaklığıyla anlatıyordu. Birol Ünel’se modern sonrası çağın beyaz atlı prensi olarak tanımlanabilecek bir karakteri canlandırıyordu. Çarpıcı sözler ediyor, unutulmaz filmler arasında yerine alacak bir yapıtta, bir anti kahramana ruh üflüyordu. Ardından izlemekten hoşlandığım filmleriyle yerini hep korudu, hep oldu, hep iyi oyuncuydu.
Transylvania
Translyvania filmini kaç kere izledim? Kaç kere müziklerini dinledim? Bilmiyorum. Birol Ünel’i de Transylvania filminde göğe ahize astığı sahnede öyle iyi hatırlıyorum ki, bence, unutulmaz filmlerden birinin unutulmaz sahnelerden biridir. Düşünüyorum da; yine benzer bir rolün içinde görüyorum onu, aşk acısından kavrulan Zingarina’yla kesişen yollarında bir aşk baladı şahitliği sunuyor bize.
Oyunculuğunda kusursuz bir dengeyle seyirciyi kendine çekiyor, bağlıyor sonra bir an geliyor, bir bakıyoruz ki artık yok. Yok mu, dedim yoksa hep olacak mı? Kesinlikle ikincisi. Nicedir mücadele ettiği kansere yenik düşmüş ve 3 Eylül’de aramızdan ayrılmış olmasına üzülmemek elde değil ama birazdan Transylvania’yı yeniden izleyeceğim. Ardından başka bir filmini açarım mesela Temmuzda, o karakterleriyle ruhumun kuytularına ulaşır. Belki size de olur. Belki başka zamanda. İzlendiği sürece olacak olan Birol Ünel’in anısına saygıyla.