Söyleşiler fırsatın çocuklarıdır. (1)
Bu bir fırsat! Söyleşimizin daha doğrusu yazımızın başlığı düşünüldüğünde bile tam bir ikilemle karşı karşıya kaldığımızı söyleyebiliriz. Bir arada var olmak zorunda olan “devlet-toplum” ikilemidir bu ve bu ikilem iki farklı ucu temsil eden iki farklı kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Dönüp baktığımızda iktidar, denetleme ve yeniden düzenleme mücadelelerinin hep bu iki kavram etrafında şekillendiği görülür.
Neticede; “Kim kimi yönetmeli?”, “Kim kime hizmet etmeli?”, “Toplumun varlığını devam ettirmesi illa devlete bağlı mıdır?” gibi sorular her dönem karşımıza çıkmaktadır ve çıkacaktır da.
Haliyle alan sadece bu sorularla da sınırlı değildir. Aklımıza birçok farklı soru da düşebilmektedir ki bu soruların hepsi “devlet-toplum” ikileminin sınırını çizer.
Toplumda neden ekonomik eşitsizlikler var olmaktadır?
Hangi sosyal etkenler toplumumuzdaki ekonomik konumumuzu etkilemektedir?
Ancak sorular ekonomi durağında da pek beklemez. Kanımca şunu da söyleyebilirim. Bir adım ötedeki soruların birçoğu sosyologlardan öte tarihçileri ilgilendirmektedir. Misal olarak Aries’in önermesinden yola çıkarak şöyle hınzırca bir soru da sorabiliriz.
Çocukluk biyolojik bir olgu mudur, yoksa toplumsal bir kategori mi?
Madem hınzırlığa başladık, Flaubert’in “Yerleşik Düşünceler Sözlüğü”ndeki ifadesiyle kahkahayı sıklığı ölçütünde daha tedirgin edici hale getirelim ve sadece felsefeyi değil devlet-toplum ikilemi içinde seyir halinde olan tüm alanlara gülelim.

Eskiden bizim olan sokakların kaybolması devlet düzeninin içselleştirilmesini mi sağlamıştır?
Ya da sokak üzerinden değil de sorumuzu kadın üzerinden yöneltelim.
Kadının özgürleşmesi devlet karşısında bireyin ve toplumun özgürleşmesi midir?
Belki de toplum tarafından değil de biraz da hınzırlığımızı devlet tarafından sürdürmemiz gerekecektir. Mesela baba figürünü ele alalım;
Baba otoritesi ile devlet otoritesi hâlâ eskisi kadar özdeş midir?
Sanırım bir soru daha sorsak yazımızın sınırlarını o kadar da ihlal etmiş olmayız. Kentleri düşünün aidiyet duygumuzun geliştiği ve bizi şekillendiren kentleri. Düşünelim bir;

Kentlerin sorunu bir mahalledeki toplumsal yaşamın, hâkim kültür karşısında nasıl örgütlendiği midir? Yoksa çıkarları doğrultusunda yapısal olarak belirlenen toplumsal grupların arasındaki güç ilişkilerinden, kentin konut ve alt yapı politikalarını nasıl üreteceği midir?
İşte! Tam da bu noktada bizi kurcalayan, tamir eden, yeniden şekillendiren ve zamandan zamana, mekândan mekâna hatta daha muğlâk bir ifadeyle zamandan mekâna değişen bu sorular karşısında çıktığımız düzlük yine “devlet-toplum’’ ikileminin kendisi olacaktır.
Sorulara ve metnimizin başlığının sınırlarına bakıldığında ağır bir konuyla karşı karşıya kalındığı düşünülebilir.
Amacım, herkesin kendi bulunduğu zaman diliminde, yine kendi koşullarının öznelliğinde yaptıkları gibi bu ikiliği çözmek, çözümlemek veya bir çözüm önerisi getirmek değildir. Sadece kıyısında dolaşmak, kenarındaki yeşil çalılıkları incelemek, arkasında uzanan koca bir çölü ya da yabanıllığı nasıl kamufle ettiğine bakmaktır. Haliyle bunu yapabilmek için birkaç farklı noktaya sürüklenmemiz gerekecektir.

Kısacası devlet-toplum ikilemine bakmanın yolu biraz da ; “kadın”a, “çocuğa”, “söyleme”, “deli”ye, “din”e, “savaş”a, “ticaret”e, “doğa”ya, “iktidar”a, “eğitim”e bakmaktan geçer.
Yazımızda hepsini irdeleme şansımız yok. Bunun içindir ki tüm bunlardan daha soyut bir alana yönelmemiz gerekeceği kanaatindeyim; bu da tarih ve tarihin söylemidir. Çünkü zamanında ‘nasıl bilirdiniz?’ deyip gömdüğümüz kanıtımız orada yatıyor. Neticede olaylara bakış açımız değişse de olaylar değişmeyecektir.
İşte tam da bu nedenle ilk incelememiz gereken başlık; tarih-toplum-devlet olmalıdır.
(1) Peter Osborne’nin Felsefe ve Entelektüellerin Rolü isimli makalesinin giriş cümlesidir.
Çizimler Steve Cutts’a aittir. Daha fazlası için tıklayınız.