İlk defa etik konusunda ‘Sessiz Bahar’ adlı kitapla Rachel Carson, halk üzerinde bir farkındalık yaratmıştır. Etik, neden-sonuç ilişkisinden uzak, görece bir kavram olduğu için, etiği bilimsellikten uzaklaştırıp felsefi temellere dayandırmak daha gerçekçi olmaktadır.
Felsefi etik, dünyayı nasıl algıladığımızla, yaşam biçimimizle, doğayı nasıl gördüğümüzle orantılı olarak değişiklik göstermektedir. Bilimsellik, etiğe kısa vadeli çözümler bulurken, etik değerlerimiz, siyasi görüşümüz ve onun üzerine oturttuğumuz felsefi sorular, çözümü daha uzun vadeli değerlendirmemizde bize yardımcı olmaktadır. Elbette bu değerleri salt bizim oluşturmamız yetmez. Ortak değerler oluşturulup, bu değerleri siyasi temellere dayandırmak gerekmektedir. Aksi taktirde, bulacağımız çözümlerin, bize ve gelecek nesillere bir etkisi olmaz. Örneğin; çevre etiğini değerlendirirken antroposantrik bakış açısıyla, insanın mutluluğu ve topluma sağlanacak yarar üzerinden mi düşünmeliyiz yoksa sonucu ne olursa olsun ekolojik denge ve tüm canlı yaşamın hakları mı bizim için temel sorundur? Doğaya bütüncül mü bakıyoruz yoksa doğadaki her canlı bizim için ayrı mı önem taşıyor? Tüm bunları belirlerken, toplumun ortak kanaati doğrultusunda siyasi olarak da temellendirmek gerekmektedir. Etik değerlerin bilimsel ölçütlere dayandırılması ise, kısa vadede çözüm sunabilir fakat birkaç bilim insanının çıkarları doğrultusunda da yönlenebilir.
Doğal yasa geleneği veya dinsel çevre etiğine baktığımızda bu yaklaşımın antroposantrik olduğunu görmekteyiz. Bu görüşe göre, Tanrı doğayı insan için yaratmıştır. Erdemli bir insan olmanın gerektirdiği amaç ve kurallar genellikle bellidir. Fakat bu kurallar öz çıkarlarla çoğu zaman ters orantılı olmaktadır. Çevre, insan merkezli olduğu kadar aynı zamanda Tanrı tarafından sunulmuş, korunması gereken bir ’emanet’ olarak da görülmektedir. İnsanlar böyle düşündükleri takdirde, doğaya zarar vermemeye özen göstermektedirler.
Yararcı gelenek de, dinsel çevre etiği gibi doğaya insan merkezli yaklaşır. Bu yaklaşıma göre önemli olan, insanların mutluluğu, tüketim alışkanlıklarından vazgeçmemesi ve doğanın onlara ne gibi bir fayda sağladığıdır. Fakat her insanın alışkanlıkları ve istekleri farklı olduğu için, doğanın tüm bu isteklere göre yönlendirilmesi olanaksızdır. Bununla birlikte yararcılık, eylemin doğuracağı sonuç üzerine odaklanır. Fakat etik için önemli olan salt sonuç değil, aynı zamanda karar verme süreci ve bu süreçte kimlerin ne ölçüde zarar gördüğüdür. Kant’ın ‘kesin buyruk’ adını verdiği durumda, karar verme sürecinin önemi ve insanların rasyonel bir varlık olduğu üzerinde durulur. Bu görüşe göre, herkes karar verme sürecinde bağımsızdır ve kimse bu hakkın önüne geçemez.
Genel olarak baktığımızda, Derin Ekoloji, Toplumsal Ekoloji, Ekofeminizm gibi görüşler dışında, etik değerlere canlı merkezci bakılmadığını gözlemlemekteyiz. Doğanın içsel bir değerinin olduğu göz önüne alındığında, etik felsefenin daha etik bir yol izleyeceği ve tüketim alışkanlıklarından toplumsal adaletle paralel olarak vazgeçildiğinde ise çevre tahribatının daha hızlı önüne geçileceği kanaatindeyim.
Başlık Fotoğrafı: MsnbcMedia