Dünyanın, dünü de bugünü de kötülük. Tarihin sayfaları ya da bugünün yaşanılanları, her noktasında güzelliklerden daha fazla kötülüğü ve kederi taşıyor. Fakat ben, kötülüğün tanımını 2014 Ağustos’unda yaptım. Savrulan, katledilen bir halka, susuzluktan yaşamını yitiren çocuklara, seks kölesi olmak üzere kaçırılan kadınlara şahit olmak, yaşananlarla ilgili duyumlar almak, bir tanım oturttu aklımda. İşte bu kötülük olmalıydı. Yoksa insanlar nasıl bu kadar kanatılırdı?
Ağustos 2014 tarihinde Şengal’de korkunç bir “şey” oldu ve orada yaşayan Ezidiler büyük bir katliamın ortasında adeta çakılı kaldı. Her şey dünyanın gözü önünde gerçekleşti. Sayısız insan zorlu bir göç yoluna düştü, sıcak ve susuzlukla boğuştu. Bunlar görünenlerdi, bir de duyulanlar vardı. Katliamın tanıkları, yaşananları tüm açıklığıyla aktardı. Halk Müslüman olmaya zorlandı, erkeklerin bedenleri evlerinin bahçesinde tarandı. Kadınlar ele geçmemek için uçurumdan atladı. Göz önünde yaşatılanlar ya da anlatılanlar dışında, bir de kapalı kapılar ardında yaşananlar vardı.
Kaçırılan Ezidi’lerden bir haber almak mümkün değildi. Soykırımda çocuklar adeta bir savruluş içine girdi, erkekler öldürüldü, kadınlar cariye yapılmak üzere esaret altına alındı. Bunun yanı sıra Şengal özgürleşince gelen bazı duyumlar, ortaya çıkan görüntüler, katliamın boyutunu bir kez daha ortaya koydu. Şehir tarumar olmuştu, sayısız toplu mezar bulunmuştu. Tüm bunlar tarihi bir dram filminin sahnesi gibi ama değil, her şey dağılan hayatlar kadar gerçek.
IŞİD’in esir aldığı, bugün hâlâ elinde bulunan 6 binin üzerinde kadın ve çocuk var. Fakat bunun için herhangi bir adım atılması, yaptırımın uygulanması “henüz” söz konusu değil. Daha kaç yıl geçmeli bir adım atılması için bilinmiyor ama kendi çabalarıyla esaretten kurtulan, kaçan kadınların anlattıkları, insanlık dışı uygulamaları tüm netliğiyle gözler önüne seriyor. Bir yerlerde kadın dostu kentler inşa edilip yasalar hazırlanırken bir yerlerde, köle pazarı kuruluyor, kadınlar seks kölesi, cariye olarak satılıyor, tecavüze uğruyor. Yaşlarına bakılmaksızın bu eziyete defalarca maruz kalan kadınlar, ölmek istediklerini hatta bazı kadınların intihar ettiğini anlattılar.
Kaçanların anlattıkları bundan ibaret değildi, insanlık onuru ayaklar altına alındı, herkes buna şahitti. Üstelik ortaya çıkan görüntüler, afişler her şeyi açıkça gösterdi. Orada, köleler nasıl kullanılır broşürü hazırlandı, köle pazarlarında satılan kadınların dişlerinin kontrol edilmesi öğütlendi. Kadınlar bir paket sigaraya, bir silaha, 30 TL’ye satıldı. Hristiyan, Nusayri kadınlar da aynı dramı yaşadı. Tanıklar Hristiyan kadınların daha yüksek fiyata satıldığını söyledi.
Ezidi kadınların bir kısmı, kendi çabasıyla esaretten kurtuldu. Bazıları da özgürleştirilmek üzere satın alındı. Anlatılan vahşeti yaşamaya devam eden binlerce kadın var. Özgürleşen kadınlar ise dünyanın dikkatini çekmek adına yaşananları, tüm travmalarına rağmen anlattılar. Fakat dünya ayaklanmadı, her şey hâlâ “normal” seyrinde devam ediyor. Bu sırada esaretten kurtulan kadınlar, yaşamını yeniden kurmaya, geride kalanların sesi olmaya çalışıyor. Ezidi kadınların bu yaşadıkları daha önce farklı yerlerde anlatıldı. Bu yazı, bir hatırlatma, derleme yazısı. Fakat 2014’den beri ne kadar anlatılsa da böyle bir şey olmamış gibi olduğu yerde öylece bırakıldı. Oysa sürekli hatırlatılmalı, dünyanın gözünün içine sokulmalı. Hatta dünya kadınlarının özgürleşme mücadelesindeki başlangıç noktası burası olmalı. Zira kadınlar köle pazarlarında satılıp ataerkinin tüm vahşetine maruz kalırken dünyanın neresinde olursak olalım, tam anlamıyla özgürleşmemiz mümkün olabilir mi?
Başlık Fotoğrafı: Anadolu Ajansı