Gargantua, groteks bir şölen mi? Yoksa eleştirel aklın mizahın gücüyle kucaklaştığı bir roman müjdesi mi? Rabelais’in beş kitaplık serisinin en bilinen ve sevilen eseri olan Gargantua, okuru abartının kahkahaya karışan engin sularında yüzdürmekle kalmaz, edebi açlığını da fazlasıyla doyurur.
Kitabın çevirisi büyük bir titizlikle Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat ve Vedat Günyol tarafından yapılmıştır. Fakat, kitabın tamamlandığını maalesef ki Sabahattin Eyüboğlu görememiştir. İki yüz elli dört sayfalık kitabın iki yüz yirmi üçüncü sayfasında üçlü imecenin Sabahattin Eyüboğlu’nun vefatıyla sona erdiği bilgisi bir dipnot olarak verilir. Çevirmenlerin böyle güçlü bir ekip kurması, gerek dipnotlarda sunulan ayrıntılı açıklamalar gerekse eserin dilindeki zevkli akışta kendisini gösterir. Çeviri ekibi, hangi hususlarda neyi tercih ettiğini de okurla tüm açıklığıyla paylaşmıştır.
Rabelais
Kitabında doğduğu yer olan Fransa ve kırsalını bugün kimi yerlerde aynı adlarla anılan yerleşimleriyle bir dev masalına mekân yapmıştır. Kitapta bu mekânların yanında dünyanın bilinen pek çok yeri de anılır. Bilginin akış hızının şimdinin çok gerisinde olduğu çağda kitaba yayılan coğrafya bilgisi Rabelais’in entelektüel gelişimini gösteren bir aynadır.
Kitabın ana gövdesini oluşturan Picrochole Savaşı babasının yakın dostuyla yaşadığı ve davalık oldukları bir meselenin grotesk bir havada sunulmuş halidir. Eserde yer alan ütopik manastır kurgusu ya da kilise ve din adamı eleştirileri kaynağını Rabelais’in yaklaşık on dört yıl süren manastır yaşamındaki yakın tanıklığından almaktadır. Rabelais, manastırdan çıkmayı başarınca kendisini tıp alanında yetiştirir. Eserde, anatominin geçtiği yerlerde yazarın bu konudaki yetkinliği hissedilmektedir.
Rabelais, aydınlanmacı tutum ve davranışlarından kaynaklı, kilisenin baskısını üstüne çeker ve görünüşte yaptığı yolculuklar bu baskılardan bir kurtuluş çabasıdır. Dönemin zengin sanatsal ve kültürel mekânlarından Roma’ya gider. Bu sırada kitapları basılmaktadır fakat bu kitaplar çıkar çıkmaz yasaklanır. Kilise, Fransız edebiyatının en önemli eserlerini; “müstehcen, zararlı ve tehlikeli sayar.”
François Rabelais yaşadığı dönem olan Orta Çağı’ı, “dehşet salan ve korkunç” olarak tanımlar. Haksız da sayılmaz. Ömrü boyunca sansürle cebelleşen ve kilisenin baskısından kaçmaya çalışan Rebelais, eserlerini Maitre Alcofribas Nasier takma adıyla yazsa da bu sürek avı peşini bırakmaz. 1552’de tutuklanır. Bu esnada bel kemiğinin kırıldığı haberleri yayılır. Bir yıl sonra 1153’de hayattan ayrılışının ardından beş serilik eserinin son kitabını ölmeden önce tamamladığı anlaşılır.
Gargantua
“Okurlara
Bu kitabı okuyan okur dostlar
Atın içinizden her türlü kuşkuyu
Okurken de irkilmeyin sakın
Ne kötülük var içinde ne muzırlık
Doğrusu güldürmeden başka da
Bir hüner bulamayacaksınız pek
Başka yola gidemiyor gönlüm
Sizleri dertler içinde görürken
Gülen kitap yeğdir ağlayan kitaptan
Gülmektir çünkü insanı insan eden”
Yazar tarafından kitabın okurlara sunumu yukarıdaki dizelerle yapılır. Kitabın açılışı bu dizelerle yapıldıktan sonra önsözünün ilk sözcükleri şöyle gelir:
“Pek ünlü ayyaşlar ve siz pek değerli frengililer, -çünkü başkalarına değil, sizlere adanmıştır yazılarım-“ tüm bunlar, eserin omurgasında yatan hazcı ilkeye bir vurgu olarak da yorumlanabilir. Tüm bu söylenenler, katı ahlakçı Hristiyanlığın acıyı yüceltici eksenin çok dışındadır. Bu nedenle kitap geçmiş zamanlara özgü bir masalın mutlu günlerinin verildiği hülyalı etkiyi bırakmaz. Okur daha çok içinde masal kahramanlarının da olduğu, -mesela Gargantua ve ailesi devdir- ve bu kahramanların mizahın gücüyle, dönemin yanlışlıklarını tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğu bir eserle karşı karşıyadır.
Gargantua’ın soyunun eskiliği bölümünde hemen anlaşılır ki, Rabelais, eleştireceği her şeyi satır aralarına yedirmiştir ama ilginç bir anlatı da bizi beklemektedir. Rabelais, bu ilk bölümde sanki Gargantua’ın okurunu bir oyuna davet etmektedir. Okur, absürdün eğlenceli sularında yüzmeye, durumla ilgili örneklerin ne kadar uzatılabileceğini merak etmeye, tadında bırakmaya değil de başka bir şeye hazır mıdır? Kitap, bu sorulara evet yanıtını verecek okurları özellikle cezbedecektir.
İkinci bölüm
“Antik bir anıtta bulunmuş / panzehirli tekerlemeler” başlığını taşır. Panzehirli tekerleme tamlaması, ne hoş bir buluş. Kim bilir bu tamlama hangi zehirlenmelere iyi gelmesi düşünülerek yazıldı? Panzehirli tekerlemenin son kıtası bu konuda bir fikir vermesi için aşağıda verilen alıntıyla aktarılmıştır:
“Sonunda o balmumundan yoğrulmuş insan
Saatleri vuracak çan kulesinde dan dan
Kazanı sallayan salıncakçı bundan böyle
Çağrılmayacak: Efendimiz, efendimiz, diye.
Ah, biri çıkıp kılıcını çekebilseydi eğer
Kalmazdı bu top lahana gibi kat kat dertler
Ve bağlanırdı iplerle dört bir köşesinden
Bütün bu yalan dolanlarla dolu bedesten.”
Gargantua’nın Doğumu
Panzehirli tekerleme bu şekilde tamamlandıktan sonra Gargantua’ın annesinin karnında on bir ay kaldığı, üstelik onun kulağından doğduğunu öğrenilir. On altıncı yüzyıla bakıldığında hamilelik süresi bile hâlâ üstünde tartışılan bir konudur. Ve yazar hem Antik Yunan tanrılarından bazılarının doğumlarına gönderme ya da taşlama yaparak hem de olmayacak bir şeyi -on bir ay süren hamilelik- yine olmayacak bir şeyle –kulaktan doğumla- sürdürerek, dönemin cahilliğinin perdesini aralamaktadır.
Gargantua’daki Adlara Dair
Devimizi hayli ilginç bir biçimde doğuran annesinin adı Gargamelle’dir. Bu adın anlamı, tıpkı babasının adı gibi büyük ağız/büyük gırtlak demektir. Bu seçim belki de yıllar sonra “Şirinler” çizgi filmindeki Gargamel’in adlandırılmasına esin olmuştur. Ne de olsa Gargamel’in tek derdi de Şirinleri yakalayıp sonra da yemekti. Kitaptaki diğer bir karakterin, Ulrich’in, Robert Musil’in Niteliksiz Adam’ının Ulrich’ine dönüştüğünden bahsetmek de mümkündür. Gargantua’daki Ulrich kralın isteğiyle elçilik görevini yerine getirir yani bir anlamda tarafların kararlarının pasif bir aktarıcısıdır. Niteliksiz Adam’ın Ulrich’i ise değişimler karşında edilgen tavırlı bir kahramandır. Kim bilir belki de Ulrich, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ında Olric’e dönüşerek, Turgut’un içsel dünyasının hayali arkadaşı olmuştur. Denilebilir ki, Antik Yunan’ın Rabelais’in düşüncelerini, adlarını, imgelerini beslemesi gibi o da kendinden sonra gelen kuşaklar için benzer bir rol oynamıştır.
Sadece kitapta Türkçe olarak verilmesi uygun bulunan adlardan birkaçının sunulması bile; “Yeraklius, Bokkazan, Böbürlek” gibi Rabelais’in adlandırmalarındaki eğlenceyi ve yaratıcılığı ortaya koyar. Yeni adlar türeterek karakterlerin, mekanların adlandırılması esere serpilen kıvamda baharat gibi keyifli bir hoş koku katar.
Kitabın dünyasında verilmek istenen ideal düşünce, karşıtı gösterilerek anlatılmıştır. Mesela, Gargantua’ın babası kral, fikirlerinde iddialı, mükemmel ve iyi niyetlidir. Barışı savunmak için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olarak gerekli çabayı sergiler. Oysa Kral Picrochole tam aksine, pire için yorgan yakan, ölçüsüz ve gaddardır. Elçiler de birbirinin tam zıddıdır. Hatta kitabın ilk bölümlerinde Gargantua’nın dönemin klasik eğitimiyle aptallaştığı da tam zıddı bir örnek karakterle karşılaştırılarak verilir. Kitabın sonunda kurulan Theleme Manastra’da kapısında yazan, “istediğini yap,” yazısı hem döneminin baskıcı ortamının çok dışındadır hem de manastırın katı, sistemli, boğucu yapısının uzağında, bir küçük ütopya olarak durmaktadır. Düşler âleminden fırlamış, özgürlüğün insanı besleyici ve rahatlatıcı yanına bir güzelleme olarak duran bu manastır, insan etkinliklerinin saatlerle sistematiğe oturtulduğu ve bir çeşit köleleşmeye dönüştüğü gerçeğinden kaçış arayışıdır. Eleştirilerini gerçek üstü bir zeminin içine yerleştirerek Rabelais, aslında bu eleştirilerin daha da görünür olmalarını sağlamıştır.
Eserde Bulunacak Kimi Şeyler Üstüne
Tüm karamsarlığı bir yana bırakıp, neşeyle gelişimin önündeki engelleri sergileyen eser kimi açılardan da bir andaç görevi görür. Mesela dönemin oyunları tek tek sıralanır. Bu oyun listesi daha sonra yapılan araştırmalara da kaynaklık edecektir.
Şarabın bolca övüldüğü kitapta yemekler de geniş bir yer tutar. Hatta sadece içmeyi öven konuşmalardan kesitlerinin verildiği beş sayfadan oluşan bir bölümü vardır.
Bu anlatıdan aynı zamanda maalesef ki insanın doğaya verdiği zarara ilişkin de ders çıkarılır. Çünkü kitapta bahsedilen kuşların bir kısmına günümüzde artık rastlanmaz. Maalesef ki soyları tükenmiştir.
Çağının özelliği olan egzotik mallara düşkünlük, okuması eğlenceli bu dev masalında da kendini hemen hissettirir. Eserin içinde bulunduğu dünya aristokrat bir dünyadır. Bu dünya kitapta yer alan Gustave Dore illüstrasyonlarıyla daha da tanıdık kılınır.
Eser, Gargantua’nın, Notre Dame Kilisesi’nin çanlarının çıngırak olarak kullanmak için çalınmasından tutun da beş hacıyı salata içinde yanlışlıkla yemesine, saçını taradıkça top güllelerinin saçından dökülmesin kadar saçmanın sınırsızlıklarında yüzer.
Diğer bir yandan çörekler (çörek, ekmek olarak da düşünülebilir) yüzünden çıkan bir savaş da hafızalarımıza bir klişe olarak yerleşen “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler,” sözleriyle alevlenecek Fransa İhtilali’nin mayasını da sergilemektedir. Eser belki de matbaanın dönüştürücü gücüyle birleşerek döneminin insanlarının zihninde karanlık bir gecede çakan şimşeklerin saçtığı ışığın gülmeyle birleştiği bir aydınlanmayı yaratmıştır.
Biterken
Eser, enigme adı verilen tekerleme benzeri bir kehanetle kapanır.
“Bu serüven böylece erince sona
Doğru olan elde etmesidir herkesin
Önceden verilmiş olan kader payını,
Bir antlaşmanın gereğidir bu. Ne mutlu
Sonuna kadar direnebilmiş olana!”
Bu kehaneti Gargantua, “elbette ki Tanrısal, gerçeğin sürüp gitmesi ve korunmasıdır.” diye yorumlar, rahipse, “İstediğiniz kadar derin anlamalar ve simgeler katabilir, gönlünüzce düş kurabilirsiniz siz ve herkes. Bana kalırsa, gizli kapaklı sözler altında bir top oyunu tarifinden başka bir anlamı yoktur bunun.” diyerek aynı tekerlemenin yorumunu yapmaya başlar.
Tıpkı son kehanetin yorum farkları gibi Gargantua’ın eğlenceli, abartılı, kimi zaman şaşkına düşürecek kadar şaşaalı dünyası, kendisine ayak basan okurda da farklı alımlamaları göstererek, okura kendini katacaktır.
*Bu yazı, François Rabelais, Gargantua, Fransızca Aslından Çeviri: Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Vedat Günyol, İş Bankası Kültür Yayınları Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi, Onuncu Basım, İstanbul, 2016 kitabı incelenerek yazılmıştır. Yapılan alıntılar bu eserden alınmıştır.