Merhaba Diren, yeni kitabını tebrik etmek ve biraz söyleşmek istiyoruz. Bu isteğimizi kabul ettiğin için teşekkürler. Okura kendini şiir olarak açmanın ardından şimdi bize de şiirinin perde arkasını aralayacaksın, en azından biz öyle umuyoruz. Kitabındaki son şiirle başlayalım isteriz. Şiir “Son” adını taşıyor. Önce bu şiirini okur için de görünür kılalım:
“Ağlaması yeni bitmiş bir yazının
titrek soluğundaki kırılganlıkta
yarım kalmış bir hesaplaşmayı
geride bırakıyor kalemim.”
Tüm şiirlerinin oluş serüvenini mi anlatıyor bize bu şiir?
Herkes kendi yarasından ağlar; kendi yarasından yazar. Benim yaram, bazı şeylerin yarım kalmışlığı idi. “Düşenlere Selam Olsun” kitabını bana yazdıran buydu, şiirlerin üzerine de aynı yarım kalmışlık hali sindi, buna direnmedim. Belki benim yazdıklarımın oluş serüvenini anlatıyor desek daha doğru olur, ancak şiir, “incinebilir” olmanın en açık formudur. Benim şiirlerim de -diğer tüm şiirler gibi- incinebilir olmanın, yarayı dinlemenin dürüst ve açık ifadeleri sanırım.
“Kalbine bir iğne ucu kadar bırakılmış tinsel sadeliği susamak kadar fakir bir alma arzusu;
aş-kınlık.“
Bir iğne ucu mudur aş-kınlık? Bir iğne ucu mu Diren’i şiir yazmaya, illüstrasyonlar yapmaya yöneltir?
Ben bir süre Kabala ile ilgilendim. Kabala ilminde Reşimot‘tan ve Kalpteki Nokta‘dan bahsedilir. Kalpteki nokta, herkesin kalbine iğne ucu büyüklüğünde Tanrı tarafından konulmuş bir ışık tanesidir. Bu ışığı görenler ve izleyenler, onu büyütebilir. “Aşk”a dair tanımları “aş”abilirsek, kendi kalbimizde bize çok daha yakında olan daha yüksek bir gerçeğe ulaşabiliriz. Bu dizelerin ait olduğu şiirin adı zaten da buydu; “Daha yüksek bir gerçek”.
“…yokluğunu dillendiriyor aynı yerinden bir zamanlar gelişini karşılamış bir gül –ve şu klişe diken.”
“Şu klişe diken,” dizesine bayıldık. Ardından bir şişenin içinde gül olan illüstrasyonunu görünüyoruz kitapta, dikensiz. Dikensiz bir gül mü koyuyoruz hep vazolarımıza?
Belki de dikenlerini hep ehlileştirmeye çalıştığımız bir gül…
Kitaptaki pek çok illüstrasyon hayali imgelere dayanıyor, bir tek bu gülü kendisine bakarak çizdim… Ben çok uzun zaman hep tek başıma yola çıktım. Yaşamıma giren sınırlı sayıda insan ile yoldaş oldum. Eski erkek arkadaşımla da uzun bir yolculuğa çıkmıştık, yola çıkmadan önce, bana bir gül getirip onu vazoya koymuştu. Aylarca gezdik, fakat sonra yollarımız ayrıldı, uzun süre sonra yolculuğumu tamamlayıp eve geri geldim. Tek başıma geleceğimi ummuyordum. Evde her şey bıraktığımız gibiydi, gül de öyle.
“koltuk minderlerine sığınan küçük bir veledim ben ve dikdörtgen çikolatalar bitik kalbimin cam kasesinde.“
Şiirlerinin soyut metaforlarından birisi bu dizeler ve kalbimizi burktu. Bir çocuklukta gizli pek çok haller, peki neden kalplerde cam kaseler ve dikdörtgen çikolatalar bitik?
Düşenlere Selam Olsun‘daki pek çok şiirimde “çocuk” kelimesi geçer. Kendi çocukluğuma atıfta bulunduğum yerler sıkça bulunur. Bu tamamen kendiliğinden gelişti, ben de çok sonradan fark ettim pek çok şiirimde çocukluğum ile ilgili en az bir kısım olduğunu.
Küçükken hep anneannemin evinde koltuk minderlerinden kendime özel bir ev tasarlardım, bayram günleri çok daha farklı bir enerjiye sahipti ve tabii ki cam kasedeki o dikdörtgen çikolatalara dair heyecanım… O duyguyu hala hatırlıyorum. Eminim ki bu imgeler, pek çoğumuzun anılarında da var. Kendi anılarımda özel bulduğum ve kolektif bellekte de izlerinin olduğunu hissettiğim bu imgelerle yazdım bu şiiri. Burada çocukluğumda hissetmekte olduğum o saf heyecan ve coşkudan bahsediyorum.
Dikdörtgen çikolataların bitik olmasının ise pek çok sebebi var, ama bu bitiklik şiire dönüşebilmiş ise belki de benim için hala umut var demektir. 🙂
“Ne kadar küçük olduğunu bilen birkaç çocuğun tutarsızlığı kurtarabilirdi
Destansı bir şehri tüm şiirsizliğinden
ve hayali gemilerinden.“
Bir son sığınak mı çocukluk? Kenti şiirsizlikten kurtarmak mı Diren’i şiir yapmaya taşıyan itki?
O gün iki dostum ile birlikte spontan, tamamen plansız bir yürüyüş yapmıştık, Tarabya’dan Rumeli Feneri’ne ve oradan da karşıya, Anadolu Kavağı’na. Gecenin bir vakti tepeye çıkıp, izinsizce içeri girip, güzel bir manzara noktasından sırtımızı İstanbul’a dönüp köprüyü izledik uzun süre.
“…Sadece spontan gecenin yolcuları bulabilirdi,
İstanbul’un en ucundaki şiirsiz köşeleri…”
Biz de öyle yaptık ve şiirsiz bırakılmış o güzel mekan için bir şeyler yazılması gerektiğini düşündük. Şiirsiz bırakılmış pek çok mekan, pek çok yaşam, pek çok insan, pek çok kalp var… Kalbe dokunabilen şeylerden daha fazla bahsetmeliyiz, çünkü; “her güzellik görülmeye hasretti, ve belki de
“Ne kadar küçük olduğunu bilen birkaç çocuğun tutarsızlığı kurtarabilirdi
Destansı bir şehri tüm şiirsizliğinden
ve hayali gemilerinden.”
Rimbaud’a göndermeler görünce dizelerinde sormadan edemiyoruz, sembolizme yakın mı buluyor Diren kendini?
Siliklik, kapalılık ve öznellik gibi Sembolist özellikler bolca var şiirimde, yakın bulduğumu söyleyebilirim, fakat yazdıklarımı tanımlamak için henüz çok erken.
Diren, disiplinlerarası bir sanatçısın; bize son olarak sanat yaşamından ve oluş serüveninden bahsetmek ister misin?
Tabii, ben heykel öğrencisiyim, sanat üretimim ise daha çok kavramsal performanslara dayalı. Sivil itaatsizlik, urban archeology, kamusal nudism, şehir belleği ve beden politikaları gibi konuları işliyorum. Performansın soyutluğu ve heykelin katılığı arasındaki yeni formları araştırıyorum. Genelde politik konuları ele alsam da, yaptığım işi spiritüel olarak tanımlıyorum. Güncel politik çatışkıları, yeniden yorumladığım geleneksel ritüeller üzerinden sunuyorum. Paganizm ve animizm gibi doğa temelli bakış açılarına sahibim ve sanatımda kendi Anadolu kültürümüzde de var olan eski gelenekleri, motifleri, anlatıları gün yüzüne çıkarıyorum.
Teşekkürler.
Ben teşekkür ederim, sevgiler. 🙂