Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar kitabı, hezeyanlar içinde isimsiz bir kahramanın romanıdır. Dostoyevski bu kitabı yazarken ileride varoluşçuluğun ilk romanı olarak adlandırılacağının bilincinde değildir. Onun farkında olduğu bir oluş çağının fırtınalar doğuracak sesinin edebiyatıdır. Modern zamanların, dile gelmek için sabırsızlıkla bekleyen bireyi, mayalanan bir devrimin öncesinde Petersburg sokaklarında kendi kabuğunda saklanmaktadır. Bu kabuğu yeraltı olarak adlandırır Dostoyevski.
Böcek olmak isteyen kahraman
Yeraltından Notlar’ın adsız kahramanı bir böcek olmak istediğini söyler. Onun bu isteği yıllar sonra Kafka’nın Gregor Samsa’sıyla gerçeğe dönüşür. Edebiyat dünyası içindeki birbirinden parlak ve besleyici damarları gösteren bu gerçekleşme aynı zamanda metaforların derinlikli yapısına dair bir bakıştır.
Yeraltının bu ilk sakini
“Bu notlar da bunların yazarı da besbelli hayal ürünüdür. Bununla birlikte, toplumumuzun durumunu, yapısını göz önüne alacak olursak, bu notların yazarı gibi kişilerin aramızda bulunmasının yalnızca mümkün değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu kabul ederiz…” 1864
Modernitenin Dostyevski’nin Yeraltından Notlar’ında takdimini yaptığı zorunluluktan doğan bireyidir Yeraltının İnsanı. İki bölümden oluşan kitabın birinci bölümü: “Ben hasta bir adamım.” cümlesiyle açılır. Yeraltının insanı kırk yaşındadır. Çekildiği ve yeraltı olarak adlandırdığı köşesinden, düşüncelerini, iç konuşmalarını, yalanlarını, itiraflarını yani başka bir ifadeyle eteğindeki taşları döküyordur. Nietzsche’nin, “hakikati kanla haykırdığını,” söylediği Yeraltından Notlar’da Dostoyevski’nin yakalamaya çalıştığı şey, müzikteki geçişlere benzeyen bir eser ortaya koymaktır. Durmaksızın akan ritmi içinde okur, kimi zaman bu müziğe yaklaştığını duyar.
“Ah! Şimdi bile yalan söylüyorum. Yalan söylüyorum çünkü iki kere iki dört eder kadar iyi biliyorum ki iyi olan yeraltındaki karanlık hücreler değil bambaşka bir şey, arayıp bulamadığım bir şey. Yeraltının canı cehenneme!”
Antikahraman’ın cinsiyetçiliği
“Diğerleri hep odundu, sürüdeki koyunlar gibi birbirlerine benziyorlardı.” diyerek kendini diğerlerinden ayıran kahraman, kendinin bir antikahraman olduğunu da söylemektedir. Baylar diye konuşur. Sonra da kendine sorar. Ben neden hep baylar diye konuşuyorum. Verdiği cevap gösterir ki, baylar diye konuşmasını sorgulamasının sebebi, kadınlara seslenmek istemesi değildir. Yıl, 1864’tür ve dışlanmış, itilmiş, kestirme bir yolla anlatıldığında çağının “öteki”si yeraltının insanın notlarında kadınlara hitap etmesinin lüzumu yoktur.
Petersburg
Edebiyat dünyasında roman sanatının devreye girmesi, sahne kavramını yazında ön plana çıkarır. Roman biraz da dekor, diyalog ve karakterlerin eylemleriyle görünür kılınmış sahneler dizisidir. Dostoyevski’nin “kahramanlarının kimliğinin kaynağı, kişisel ideolojileridir.” Kendisine bir ad verilmeyerek, herkesleşen ve doğallığında da hiçkimse olan yeraltı insanı, modern dünyanın biçtiği kaftanı beğenmeyen sırf bu nedenle acı çeken, sıkılan, kabullenemeyen ve yine de haklılığını göstermek isteyen kişisidir.
Berman, romanın içinde doğduğu ana sahne olan Petersburg’u şöyle nitelendirir; “modern dünyanın arketipi, gerçek dışı şehir.” Rusya’nın Avrupa’ya penceresi olarak doğan bu kent, Avrupai bir başlangıcın sembolüdür. Varlığıyla Benjamin’in “hiçbir kültür ürünü yoktur ki aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın” sözünün belgesi gibidir. Bataklıktan doğan bu kent, on yılda otuz beş bin binaya, yirmi yılda iki yüz bin nüfusa, inşasında çalışan yüz elli bin işçiyi sakat bırakarak ya da ölümüne sebep olup, yutmasıyla ulaşmıştır. Zorba bir tiranın emirleri sonucu doğan bu kenti için Berman, “Petersburg’un dehşet verici insani bedeli, en görkemli anıtlara bulaştı. Ölülerin kemikleri çok geçmeden şehrin mitolojisi ve folklorunun ayrılmaz bir parçası oldu.” der. İşte yeraltı insanının kalmayı ve yaşamayı tercih ettiği şehir burasıdır.
“Odam kentin dışında korkunç ve berbat bir delik.”
Ve o korkunç ve berbat delikte;
“Siz sırça köşklerin yıkılmayacağına inanıyorsunuz.” diye yazmaktadır. “Özellikle de gizlice de olsa içinde dil çıkaramayacağınız, nanik yapamayacağınız sırça köşkler yıkılmaz sizce. Belki ben de bu köşk sırça olduğu için, sonsuza dek yıkılmayacağı ve gizlice dilimi bile çıkaramayacağım için korkuyorum.” diye yazar.
…
“Kendime gerçekten açık olup olmadığımı ve gerçeklerden korkup korkmadığımı denemek istiyorum…” Sulusepken yağan karla hatırlanan anılara gelmiştir sıra ve birinci bölüm tamamlanmıştır.
Sulusepkene dair
Yeraltının insanının anıları yirmi dört yaşında, devlet dairesinde çalıştığı günlerde geçmektedir. Kimdir? Nasıl biridir? Ona biçim veren toplum nasıl bir toplumdur? Bu soruların cevaplarına dair anlatımları yeraltının insanın geceleri karanlık köşelere uğramasına kadar devam eder. Bir gece, dayak yiyip, meyhane penceresinden atılan bir adamı kıskanır. “Belki ben de kavgaya karışırım ve pencereden dışarı atılırım diye içeri girip bilardo salonuna yürüdüm.” İstediği gibi bir kavgaya karışamaz. Örselenir. Ve kendisine, “en başta bana haddimi bildirdi.” dediği subayla durumlara dair fikirlerle içi içini yerken onunla Nevski Bulvarı’nda karşılaşmaya başlar.
Nevski Bulvarı
Çernişevski Nasıl Yapmalı kitabında kahramanını Nevski Bulvarı’nda bir subaya omuz atarak geçer. Bu nedenledir ki, Yeraltından Notlar’ın buna cevaben yazıldığı söylenir. Oysaki Dostoyevski, okuruna aristokrat subaya omuz atan yoksul memurun iç çelişkilerini sunmaktadır. Çernişevski’nin kahramanı gibi tiplere karşı değildir Dostoyevski, hatta onlar için Berman’ın aktarımıyla, “Bu itilmiş insanlar hiç olmazsa bir şey yapmaya çalışırlar; bir çıkış yolu bulmaya uğraşırlar; yanılgıya düşer ve böylece diğerlerini kurtarırlar; ama siz” –böyle sesleniyordu muhafazakar okuruna- “siz ancak melodramatik bir aldırmazlık pozuyla sırıtmayı bilirsiniz.” dediği söylenmektedir.
Romanla birlikte önem kazanan sahne, bu sefer Nevski Bulvarı’dır. “Nevski Bulvarı birçok bakımdan ayırdedici ölçüde modern bir ortamdır.” Bu özelliği yanında yine Berman’a göre “19. yüzyılın ortasında hala modern insanları sokaktan uzaklaştırıp yeraltına sürecek güce sahip kast aristokrasinin kontrolü altındadır.”
Rastlaşma
Yeraltı insanı Nevski Bulvarı’nda yaptığı yürüyüşlerde kendisini kavga için bile muhatap olarak görmeyen subayla karşılaşmaya başlar. Aslında buna karşılaşma demek uygun değildir. O aklından bir türlü çıkaramadığı ve bu nedenle de unutamadığı subaya rastlamak istemektedir. Bu rastlaşmalarda neden subaya yol verdiğine kızmaktadır.
“… bazen sabahın üçünde uyanarak. “Neden o değil de hep ben? Bununla ilgili bir kural yok, değil mi? Yazılı bir şey var mı? İki terbiyeli insan yolda karşılaştıklarında birbirine yol versin diye bir kural koyamaz mısın? Sen biraz çekil, o da biraz çekilsin. Karşılıklı saygıyla geçin.” Ama bu hiç öyle olmuyordu. O farkında bile olmadan, ben kenara çekilip ona yol veriyordum.”
Bu davranışı onu bir karar vermeye iter. Bu kararını uygulamak hiç de kolay olmaz. Nice şeyden sonra gerçekleştiğinde evine dönen yeraltı insanı büyük bir sevinçle aryalar söylüyordur.
Yeraltının hayalcisi dışarı çıktığında
Yeraltının insanının toplum içine karışmadan, sadece hayalleriyle yaşaması en fazla üç ay sürer. Toplum içine karışması onun için amiri Anton Antonovich’i ziyarettir.
“Hep aynı iki üç kişiden başka kimse olmazdı orada. Daima kesilen vergilerden, senatodan, ücretlerden, Ekselanslarından ve onu nasıl memnun edeceklerinden konuşurlardı.” Küçük Prensin büyükler dünyası 1864’te böyle bir izlenim sunsa gerek. Bu ziyaretlerinden, konuşmaları dinleme sabrıyla sıkılan yeraltı insanı, insanları kucaklama arzusundan sıyrılıp evine geri dönmektedir.
İnsanları kucaklama arzusu onu yeniden bulduğunda Anton Antonoviç’in ziyaret günü olan Salı değil, Perşembe olması sebebiyle gittiği, lise arkadaşı Simonov’un evinde, kendisinin yine liseden arkadaşı olan Zverkov’un veda yemeğine zorla davet ettirir. Davete gitme telaşı, okul günlerini hatırlamasını tetikler.
“Okula gelen çocukların suratları sanki gitgide değişiyor ve daha aptal bir ifadeye bürünüyordu. Ne güzel yüzlü çocuklar geldi geçti!” Okul dışlandığı, bağ kuramadığı, bir kere dost edindiği ama onu fazlasıyla üzdüğü, birbirine benzer bir hiçlik yeri olarak aktarılırken veda yemeğine davet ettirdiği Zverkov’a “Okuldaki son yılında iki yüz kişilik bir köy ona miras kaldı.”ğına da değinir ve bunun etkilerini anlatır. Miras kalan kişilerin olduğu köylerden oluşan bu toplumda şehri mesken tutmuş bir nevi tutunamayandır yeraltının insanı ve Zeki Demirkubuz’un “Yeraltı” filminde esinlendiği yemeğe gider.
Bu defa sahne Paris Oteli’dir. Aşağılanır, küçümsenir, dışlanır. Gecenin sonunda yine Simonov’dan yalvararak aldığı borçla yeniden peşlerine takılır. Gittiği yerde onları bulamaz. Gündüz dükkan olan o yer, onu romanın sonunda tüm ezilmişliğini kusacağı Lisa’ya götürmüştür.
Sartre’in başyapıtım diye adlandırdığı Saygılı Yosma kitabında linçten kaçan bir siyahi, bir hayat kadının evine sığınır. Kadının adı Lizzie’dir. Sartre’ın karakterini Lizzie olarak adlandırmasının Yeraltından Notlar’a bir gönderme olduğu söylenir. Döneminde eleştirileri üzerine çeken Sartre’ın kitabına bu bakış, “karanfilin yürürlüğüne” göz kırpmaktadır.
Yeraltına dönüş
Yeraltı insanı, evine döndüğünde öfkelidir. Tüm öfkesini hizmetinde çalışan Apollon’a yansıtır. Apollon’un maaşı yedi rubledir. Bu miktar, yeraltı insanının Zverkov’un veda yemeğine gitmek için ödediğiyle miktarla aynıdır. Bir gecelik yemek parasıyla, bir ay çalışan Apollon, yeraltı insanı tarafından, aksi, huysuz ve aslında iş yapmayan birisi olarak anlatılmaktadır. Lisa verdiği adres uyarınca ziyaretine geldiğinde yeraltının insanı yine ondan yardım isteyecektir. Apollon, adı güzel bulunmuş, bu roman kişisinin mitolojide müziğin, sanatların, güneşin tanrısı olduğu düşünüldüğünde Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ının kahramanın yardımcısını Apollon olarak isimlendirmesi, ironiktir.
Lisa’nın gidişiyle peşinden merdivenlerden koşarken, romandaki gerilim de okuru tamamen avuçlarına almıştır. Sulusepken, lapa lapa yağan kara dönmüştür. Yeraltının insanı korkunç iç çekişleriyle yalnızdır.
Romanın ihtiyacı olduğu söylenen bir anti-kahraman yaratılmıştır. Söyleyecekleri henüz bitmemiştir;
“Bu çelişkilerle dolu adamın “Anıları” burada bitmiyor. Elinde olmadan devam ettikçe ediyor ama bizim burada kesmemiz daha doğru olacak.”
Bu antikahraman, Yeraltından Notlar’da bu sözlerle okura veda etse de, başka kitaplarda, başka kahramanlarla, bambaşka hikâyelerle okurla defalarca buluşacaktır.
Bu yazıdaki alıntılar:
Dostoyevski, Yeraltından Notlar; Marshall Berman, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Milan Kundera, Saptırılmış Vasiyetler, Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk kitaplarındandır.