22 Aralık 1977 – Ankara. Eşcinsellerin tarihi de yeni yazılmaya başlıyor. Yeni yeni… Omuzlarına yüklenen bütün suçların, yazıkların, ayıpların ötekilerce eşitçe paylaşılması gerektiğini göstererek işe başlamak, eşcinsellere düşer. Birçok yazar söyledi, kadın kendine kendi gözleriyle değil erkeklerin kurup yakıştırdığı imgelerin gerektirdiği bakışla bakıyor diye… Eşcinsel de, kendinden olmayanın, kendi gibi olmayanın bakışını kendi gözünden silip atmadıkça, kendine kendi gözüyle bakmadıkça kurtulmak şöyle dursun, kendini tanıyamayacak bile…
65 yıllık hayatını oldukça nitelikli bir okur olarak tamamlayan Bilge Karasu, sanatın birçok alanında yetkin ve üretken; tek bir metinde farklı türleri iç içe geçirebilen başarılı bir sanatçı, aynı zamanda sınırları Türkiye’yi aşan bir düşünce insanı olarak anılmaktadır. Yaşadığı ve yazdığı dönemde nitelikli edebiyat teorisi henüz batı sınırlarından Türkiye’ye geçememişken, o; Umberto Eco, Benedetto Croce, Georges Dumezil, Roland Barthes, Michel Foucault gibi felsefe, dil ve edebiyatbilimin büyük teorisyenlerini okumuş; Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünde verdiği, henüz eğitim sisteminde yer almayan “metin okuma yazma“, “imbilim” ve “üst-mantık” dersleriyle onlarca öğrenci yetiştirmiştir. Daha çok öyküleriyle tanıdığımız Karasu biçemde, dilde ve konuda sınırsızlığı ilke edinmiş; herhangi bir edebi topluluğun içinde yer almamıştır. Hayattayken, Yahudi bir aileden gelmesi ve eşcinsel olması –bunun bilinmesi- sebebiyle, cinsiyetçi ve gelenekçi edebiyat çevrelerince dışlanmış; “yalnız adam”, “yabancı” ve “kaçak” gibi söylemlere maruz kalmıştır. Jön Türklerin önde gelen isimlerinden Yahudi asıllı Osmanlı siyasetçisi Emanuel Karasu’nun oğlu olarak anılan Karasu, bunu reddetmesine rağmen hakkında yapılan çalışmalarda bu asılsız bilgi hâlâ kullanılmaktadır.*
10 Temmuz 1977 – Ankara
“Bir erkeğin erkeklere bakması, bakmaktan hoşlanması, onlarla sevişmek istemesi, bütün yaşamını bu özek çevresinde kurmak istemesi, kurmuş olması ne demektir?
Her şeyden önce ayrı bir dil konuşması. Hem de ‘digince’ diye ‘özel’ bir dil kullanması anlamında değil. (oturup bu ‘dil’ üzerine elden geldiğince ‘bilimsel yöntem’e uyan bir yazı, bir inceleme hazırlamaya kararlıyım. Bunu er geç yapmalı.)
Dünyayı kendilerine de, başkalarına da anlaşılır kılmak üzere konuştukları dili, sürekli olarak, bir başka dizgeye göre ayarlamak zorunda kalan insanlardır eşcinseller; bu ayarlama, getirdiği sıkıntının yanı sıra, ‘beni anlayanlar’ ile ‘beni anlayamazlar’ arasındaki bölüntünün verdiği bir ‘bizler’ duygusunun da kaynağı oluyor sanıyorum. Bu ‘biz’lik her zaman yüreklendirici değildir ama yerinde de o yüreklendirme işini yerine getiriyor.
Kemal’le dün tanıştım.”
Türk edebiyatının eşcinsel temalı, ilk ve arı sevgi öyküleri de Bilge Karasu’ya aittir. Troya’da Ölüm Vardı, Narla İncire Gazel ve Göçmüş Kediler Bahçesi’nde cinsel tabulara karşı duruşunun izlerini; sevgi, sevgisizlik, ölüm ve korkuyla örülü imgelerle okura yansıtmaktadır. Sevgiyi, insanın bir başkasına aktaracağı “en büyük şey ya da en büyük şeylerden biri” olarak görür Karasu. Sevginin, yalnız bir coşku, bir fışkırtma değil, bir ilişkinin temeli olabileceğini ama o ilişkinin de o sevginin kalıbınca kurulup yaşanması gerektiğine inanır. İlk öykü kitabı Troya’da Ölüm Vardı’da, sevgisiz insanların korkuya daha yakın olduklarını ayrılık, ölüm ve cinsellik üzerinden anlatmaktadır okura. Metinlerinde, sadece iki insan arasında görülmez sevgi. Çoğu zaman hayvanlara, çoğu zamanda okumaya ve kitaplara duyduğu sevgiyi anlatır yahut işler.
30 Haziran 1977 – Ankara
“Eşcinsel ‘olunmaz’. Olunmuyor. Uyanıldığı zaman eşcinsel olunmuştur.
Eşcinsel olunduğunun da farkına varılıverir bir gün. Oluşumun değil, olunduğunun. Ama sanatta, bilgide, siyasada nasıl her yeni gelen, her acemi, eğitilirse, eğitilmek gerekirse, eşcinsellikte de yenilerin, acemilerin eğitilmesi söz konusudur.
‘Kötü’ arkadaşlar arasına düşüldüğü için ‘yoldan çıkılmaz’. Kaza ile ‘alışkanlığı’ edinilecek şey değildir eşcinsellik. Çok şey karıştırılır birbirine bu alanda. Ne olduğunu en az bilen -kabul eden, gören, duyan- adam bile ‘kaza’ya uğramış değildir; kendine açıklayamadığı –ama pek çok kimsenin çok iyi anlayabildiği- bir çekime uyar kendisini ‘alıştıracak’ olanlara yanaşırken. Bu ‘alıştırıcı’lar, gerçekte, o ham yemişi eğitmekten başka bir şey yapmazlar. Her yolun yordamı, öğrenme konusudur.”
Karasu, “ben”in edebiyatta yükseldiği postmodernizm evresinde; “ben edebiyatı” içindeki yazarın, edebiyatın çağdaş soravlarını, bütüncülüğü, kandırıcılığı, yaşantı değerlerini eskilerin gördüğünden, düşündüğünden çok farklı yolda görüp düşünebilecek durumda olduğunu savunur. Yazma olanakları, “benin” yazar için “bir başkası” olmasıyla artabilir, bu sayede eser farklı bir gerçekle, farklı yaşantılarla birleşebilir.**
“Ben”, Karasu için sadece edebi bir inceleme alanı değil; daha çok felsefi nitelik taşıyan girintili bir temel sorudur. Metinlerindeki “insan”, statik bir “ben” değildir. Nietzsche’nin terminolojisiyle, sürü insanıyla özgür insan arasında yol alan, bazen de kendini yaratma aşamasını yakalayıp trajik insana yaklaşan, ama genel olarak, benlik teknolojilerini yaşamının içinde ortaya koyan dinamik bir “ben”dir***. Gece romanındaki öznelerin aynı zamanda anlatıcılar olması, romanın sonunda Karasu’nun da devreye girmesi ve genel olarak romanın belirli bir kurmaca ve olay üzerine oturtulmayarak “benlik” üzerinden ilerlemesi; Gece’nin, “beni” işleyen özgün Türk romanlarından biri olduğunu kanıtlar niteliktedir.
21 Aralık 1977
“İki gece önce BİR, birkaç yıl öncesine dayanan bir öykü anlattı: Yalnız kadınların geldiği bir dükkanın sahibi bir arkadaşım, günün birinde müşterileriyle konuşurken benden söz açılmış. O dükkanda müşteriler uzun süreler kalırlar, bu süreleri doldurmak için okumaktan çok çene yarıştırırlar; benden söz edilen konuşmada da arkadaşım beni uzun uzun övmüş, ardından da ‘kara şemsiyesi, kara paltosuyla … parkında, … parkında ava çıkmayaydı keşke…’ yollu bir şeyler söylemiş. Benim ‘böyle’ olmama ne denli üzüldüğünü belirtmiş.
Düşünüyorum da, on yıl önce böyle bir şey anlatılsaydı nasıl allak bullak olur, nasıl üzülürdüm! Şimdi bu çirkinlik karşısında acı acı gülmekten başka pek bir şey düşünemiyorum.
Kendisinin bu sözlerine yanıt da gelmiş hanımlardan birinden: ‘Onu bu kılığıyla böyle bir yerde görmüş olan kişinin orada ne işi vardı?’ diye… Buna karşılık ne demiş eski arkadaşım, bilmiyorum.
Kara şemsiyemle, kara paltomla ava çıktığımı ben pek anımsayamıyorum ya, bu kara şemsiye ile kara palto, benim ağırbaşlılığımı, saygınlığımı vurgularken bir yandan da durumun gülünçlüğünün altını çizmekten başka bir şeye yaramayan bir ayrıntı… Oysa o arkadaşı, sözünü ettiği parklardan birinde şemsiyesiz, paltosuz bir yaz sonu gecesi görmüştüm. Benim çekingen davranışıma karşılık o daha atak davranmıştı.”
Bu eşcinsel günlüğünün yer aldığı kitabı Öteki Metinler’de, beriki’nin ve öteki’nin; kendisi, biz ve hepimiz olduğunu; biz’i, biz’i ‘öteki’nden ayıran durumu anlamaya çalıştığını dile getirir Karasu. 1970’li yılların entelektüel kimlikli Ankara’sında yaşayan ünlü bir akademisyen yazar (-şu şekilde de okunabilir: Kavaklıdere’de, önünde vişne ağacı olan, kitaplarla küçülmüş bir evin kedi sever sahibi) ölümünden sonra kendi rızasıyla yayımlanan bu günlüğü 40 yıl önce yazmıştır. Sizce bu günceler LGBT+ bir bireyin, hayatın “yaşanılabilirliğine” mi yoksa “yaşanması gerektiğine” mi dokunmaktadır?
16 Ocak 1977 – Ankara
“Kemal bütün bir geçmişin içinden, bir geçmişin öyküsü içinden geçerek gelip bir sarmaşık oldu, sardı beni. Sevmesini bilecek, başaracak mıyız? Aradığı, benim gibi biri olsa gerek. Benim aradığımsa ondan öte biri olmayabilir.”
* Karşıyaka Mezarlığındaki kabrini ziyaretim esnasında, mezarlıklar müdürlüğünden aldığım kabir bilgilerinde babasının adı “Sami Karasu” olarak görünmektedir.
** Bilge Karasu, “Ben” Edebiyatı Üzerine Forum, S. 12, 15 Eylül 1954
*** T. Oğuz Başokçu, Bilge Karasu Metinlerinde Benlik Arayışı: Ben’in Kuruluşundaki Nietzsche’ci Yansımalar, YL, s.73
Bazı Eserleri
-Troya’da Ölüm Vardı (1963)
-Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı (1970)
-Göçmüş Kediler Bahçesi (1980)
-Kısmet Büfesi (1982)
-Lağımlaranası ya da Beyoğlu
-Susanlar (2008) (öykü, şiir, deneme, röportaj)
-Gece (1985)
-Kılavuz (1990)