Akdeniz’in en Latino ülkesinin başkenti Madrid 3,5 milyon nüfusu ile Avrupa’nın beşinci en kalabalık şehri konumunda. Tarihi, sanatı, mimarisi, ekonomisi, ulaşımı ve iklimi ile oldukça sıcak bir başkent.
1083 yılında Şatolar ülkesi olarak bilinen Kastilya Krallığı tarafından ele geçirildi. 1561 yılında II. Felipe döneminde Madrid bir ivme kazandı ve başkent oldu. Napolyon savaşları döneminde şehir Fransız himayesi altına girdi. İç savaş döneminde ağır yıkıma uğradıktan sonra tekrardan toparlanarak bugünkü mimarisini korumuştur.
Madrid 18. yüzyılda mimari zenginliği ile ön plana çıkmış, 19. yüzyılda yenilenme sürecine dâhil olmuş ve 20. yüzyılda ise endüstri, sanat ve güçlü ekonomisi ile varlığını sürdürmüştür.
İstanbul üzerinden direk uçuş ile 3,5 saate varabiliyorsunuz. Madrid için 2 gün yeterlidir. Lakin sadece Madrid’den oluşan bir program yapmak yerine Barselona ve Valensiya’yı da içerisine alan Klasik İspanya programı yapmanızı tavsiye ederim.
Her zaman İspanya’yı ve şehirlerini ayırırken şu betimlemeyi kullandım: İspanya sıcaklığı ile tıpkı Türkiye gibi. Barselona bana İstanbul’u, Madrid Ankara’yı ve Valensiya ise İzmir’i anımsatmıştır ki belki bu benzetmeden dolayı Türkiye’den çok fazla turist almaktadır.
Madrid; Valensiya ile Barselona arasında iç bölgede kalmaktadır. Bizim programımız Valensiya-Madrid-Barselona şeklinde oluştu. Tercih ettiğimiz dönem Temmuz ayı idi. Tipik Ankara iklimine hâkim. O yüzden kışları gidilmesini tavsiye etmiyorum.
Havalimanından çıkış yaptıktan sonra şehir merkezine ulaşımınızı sağlayan metro, taksi, otobüs seçeneklerini kullanabilirsiniz. Ben bunların hiçbirini kullanmadım direkt transfer aracı ile geçtim. Ama size yardımcı olmak adına ulaşım ağını detaylandırmak isterim. Taksi ile 30 dakika içerisinde Sol meydanına ulaşabilirsiniz ama bu biraz maliyetli olabilir. Metro kullanmak daha mantıklı bir seçim olacaktır. Metro ağı inanılmaz şekilde gelişmiştir. 10’luk bilet alarak havalimanından pembe hattı kullanarak son durağa kadar devam ediyoruz. Son duraktan lacivert hattı kullanarak Tribunal durağında iniyorsunuz ve Tribunal durağından mavi hattı kullanarak ise Vodafone Sol’da iniyorsunuz. Karışık gözükebilir, bence en iyisi taksiye geri dönmek 🙂
En yoğun kullanacağınız hat mavi ve lacivert olandır. Bence metrosunu mutlaka kullanın. Çünkü çok zevkli. Sürekli bir duraktan binip diğer duraktan inen çalgıcıları sizi çok güzel eğlendiriyor.
Puerta Del Sol ve Plaza Mayor en turistik meydanları. Sırtınızı Sol meydanına verince ulaşamayacağınız yer yoktur. Zaten o yüzden ismi “Güneşin Kapısı”.
Görmeden gelmeyin:
Casa De Coreos: Sol meydanın göbeğinde yer alan mimari yapı 1768 yılında Jacques Marquet tarafından yapılmıştır. Postane, İç İşleri Bakanlığı vesaire olarak hizmet vermiştir. Üstünde 1856 yılında yapılan saat kulesi vardır. Yeni yıl kutlamaları saatin dong sesi ile başlamaktadır. Binanın hemen önünde ise Km Zero (Sıfır kilometre) plakasını görecekseniz. Tüm uzaklıklara olan mesafe buradan ölçülüyor. Mutlaka ayaklarınız görülecek şekilde fotoğraf çektirin.
El Oso y El Madrono: Madrid’in en ünlü sembollerinden biri 20 ton ağırlığındaki ağaçtan meyve yiyen ayı heykeli. Bunun da hikâyesi orijinal ismi Ursaria olan şehirdeki ormanda ayıların toplaşıp kocayemiş bitkisini yemesi… Bakmışlar ki ayılar bunu çok seviyor haydi hemen sembolleştirip heykelini dikelim demişler. Meydanın ortasında Kral III. Carlos’un da bir heykeli bulunmaktadır.
Çok hareketli bir meydan. Cafeler, barlar, mağazalar, oteller ne ararsanız var. Özellikle de İspanyol markaları meydan çevresinde konumlanmıştır.
Öğle yemeği için lezzetli Tapaslar tadabileceğiniz bir restoran Casa Labra. Fiyatları inanılmaz makul. 5-10 Euro karşılığında içecek ve tapas sipariş edebilirsiniz.
300 metre mesafe yürüyerek bir başka görkemli meydan olan Plaza Mayor.
Plaza Mayor: III. Felipe döneminde inşa edilmiş en görkemli ve büyük meydanlardan biri. Meydana giriş 9 yerden yapılabiliyor. Ortasında yine III. Felipe’ye ait bir bronz heykel bulunmaktadır. Arnavut kaldırımlı, dikdörtgen planlı meydanda kafeler, restoranlar, panayırlar, seyyar satıcılar bolca mevcut. 237 balkonlu mimari yapıda göz dolduruyor. Casa De La Panaderia yapısı ise 1619 tamamlanmış olup, 4 katı, 2 sivri kulesi ve sütunları ile muhteşem bir mimari sunuyor.
Plaza de Oriente: Bir başka görkemli meydan olan Oriente, Joseph Bonaparte tarafından teşvik edilmiş olup etrafında Kraliyet Sarayı, Tiyatrosu ve Manastırı ile çevrelenmiştir. Meydan çok büyük alana yayılı hatta o dönemde Franco, sarayın balkonundan meydandaki halkı selamlarmış. Ortasında süs havuzu ve IV. Felipe’nin bronzdan heykeli de bulunmaktadır.
Kraliyet Sarayı (Palacio Real): Oriente meydanın hemen çevresinde yer alan muhteşem mimarili bu saray artık devlet törenleri için kullanılmaktadır. V.Felipe tarafından 18. yüzyılda inşa edilmiştir. Hanedan artık burada ikamet etmiyor onların yeri Zarzuela Sarayı’dır. 3000’den fazla odası ile bu saray Avrupa’nın en büyüklerinden.
Giriş Ücreti: 10 Euro
Kraliyet Tiyatrosu (Teatro Real): Oriente meydanının doğusunda yer alan opera binası 1818 yılında Kral VII. Ferdinand tarafından yaptırılmıştır. 1850 yılında Kraliçe II. Isabel tarafından resmi olarak açılışa sunulmuştur. 1925 yılında kapanmış, 1997 yılında tekrardan restore edilerek kullanıma açılmıştır.
Giriş Ücreti : 8 Euro
Gündüz programını bitirdikten sonra akşam Flamenko gecesine davetliyiz.
La Taberna De Mister Pinkleton: Show + İçecek : 25 Euro Show + Akşam Yemeği: 55 Euro
Plaza De Espana: Madrid’in en büyük meydanı. Bizi iki gökdelen karşılıyor. 142 metre uzunluğundaki Madrid Tower ve 117 metre uzunluğundaki Spain Building. Meydanın ortasında 1925-1930 yılları arasında yapılan Don Kişot’un yazarı Cervantes’in de bir anıtı bulunmaktadır. Paralel hizasında ise bronzdan yapılmış Don Kişot ve Sancho Panza heykelleri bulunmaktadır.
Espana meydanını bağlayan en ünlü alışveriş caddelerinden biri Princess (Prenses). Lüks mağazaları ve lezzetli yemekler yiyebileceğiniz restoranları ile kısa bir yürüyüş yapabilirsiniz. Özellikle zincir fastfood restoranı Taco Bell’de Quesadilla yemenizi tavsiye ederim. Buraya lacivert hat kullanarak gelebilirsiniz.
- Madrid’e kadar gitmişken 20 euro karşılığında Santiago Bernabeu Stadını ziyaret edebilirsiniz. Müze merakınız var ise Prado Müzesini, Thyssen-Bornemisza Müzesini turlayabilirsiniz.
Alışveriş merkezlerine gelince zincir mağazalarından biri El Corte Ingles’dir. Sol meydanında bulabilirsiniz. Hemen hemen her yerde şubesi var. Diğeri ise Principe Pio’dur.
Mercado De San Miguel yöresel pazarında lezzetli mezelerden tadabilir, bira ve şarap evlerinde içkinizi yudumlayabilir ve bol bol alışveriş yapabilirsiniz. Fiyatlar çok makul.
Açıkçası Madrid’i bu kadar sevimli beklemiyordum. Deniz olmamasına karşın gayet düzenli, planlı; tarih açısından oldukça muazzam, ulaşım ağı inanılmaz gelişmiş. Valensiya’da alamadığım tatil zevkini Madrid oldukça doyurdu. Özellikle görkemli meydanları, sarayları, müzeleri, hemen hemen her yere ulaşım rahatlığı, mağaza bolluğu ve sıcak İspanyol insanları ile bu şehri sevmiş bulunduk. Şimdi buradan yolculuğumuz Barselona’ya…
Yapmadan dönmeyin:
- Paella ve Tapas yiyin. Sangria için.
- Santiago Bernabeu’da maç keyfi yaşayın.
- Yelpaze ve Toro satın alın.
- Flamenko gecesine katılın.