Günümüzde, genetiği değiştirilmiş tohumlar; sürdürülebilirliğin, çeşitliliğin ve verimliliğin en büyük düşmanı. Ancak, küresel şirketlerce yansıtılan/dayatılan gerçeklikten uzak bir algı mevcut. Ne var ki genetiği değiştirilmiş tohumlar, küresel şirketler aracılığı ile medya ve yayın kuruluşlarında verimliliğin simgesi ve dünyayı doyurabilecek mucize olarak aksedilmekte. Peki, bunun ne kadarı gerçek?
Tam da bu noktada tohumun tanımından yola çıkmak doğru olacaktır: Tohum, tanımı gereği sürdürülebilirliği, çeşitliliği ve verimliliği içinde barındıran “döl” anlamına gelir. En öncelikli olarak genetiği değiştirilmiş tohumlar, tohumun tohum olmasından kaynaklı en önemli özelliği olan sürdürülebilirlik niteliğinden yoksundur.
Geleneksel/yerel tohumlar, her ekim döneminde bir önceki dönemden saklanan ve tekrar tekrar ekilebilen özelliğe sahiptir. Genetiği ile oynanmış tohumlar ise, her ekim döneminde üreticilerin/çiftçilerin yeniden ödeme yaparak sahip olabileceği gerçeği ile sürdürülemez ve yenilenebilme özelliği, sırf tekrar tekrar satın alınması maksadıyla değiştirilmiş tohumlardır. Bu noktada şirketlerin genetiği ile oynadığı tohumun şirketin buluşuymuşçasına her ekim döneminde satmak istemesi, tohumun doğadan geldiği gerçeğini de inkâr etmektedir. Küresel tarım şirketleri tohumların genetiği ile oynayarak tohumun sürdürülebilir olduğu tanımını değiştirmeye çabalamaktadır.
Genetiği değiştirilmiş tohumlar çeşitlilikten tamamıyla uzaktır. Öyle ki çiftçilerin tohum saklama, paylaşma ve değiş-tokuş etme sorumluluğunun, küresel şirketlerin anlaşmaları sonucu suç haline gelmesiyle, şirketlerin listelerinde “kayıtlı” türlerin yetiştirilmesi dayatılmaya başlanmıştır. “Kayıtlı” türler ise sadece mısır, pirinç, soya ve buğday gibi (ve bu kayıtlı türlerin de sadece birkaç çeşidinin üzerinde yoğunlaşmış) küresel tarım ticaretinin önemli bir kısmını oluşturan türlerdir. Tam da bu noktada diğer çeşitler kayıtlı olmadığı ve küçük çiftliklerin de kayıt maliyetinin karşılanması, şirketler için külfetli olduğu için, çiftçiler GDO’lu tohum endüstrisine yavaş yavaş itilmektedir. Böylece küresel tarım şirketlerin, doğanın bize bahsettiği çeşitliliği kayıt altına almak külfetinden kaçınması ve küresel ticaretin çeşitliliğin yok edilmesi pahasına geliştirilmesi çabası ile, tohumun çeşitliliği barındırmasını yok saymaktadır.
Küresel şirketlerce ortaya atılan en önemli sav genetiği ile oynanmış tohumların, geleneksel tohumlara göre çok daha verimli olmasıdır. Buna karşılık bu sav aynı zamanda, en büyük yanılgıdır. Öncelikle monokültür düşüncesi ile yola çıkılarak, bir tohumun genetiğinin değiştirilmesi hızlı pazara sürme amacını taşımaktadır. Tam da bu noktada genetiği değiştirilen tohuma direnç kazandırmak maksadıyla tek bir gene odaklanılmaktadır. Bu durum, geleneksel tohumun direnç sisteminin çok basit algılanmasından kaynaklanmakta ve geleneksel direncin birçok genin bir arada bulunması gerçeğini göz ardı etmektedir. Dolayısıyla tek gene dayalı bir direnç oluşturmaya çalışmak, ürünü hem böcekler hem de hastalıklar için açık hedef haline getirmektedir. Bu durum son derece verimsiz sonuçların elde edilmesi ile sonuçlanır.
Ancak zarar eden, küresel tarım şirketleri değil, çiftçilerdir. Bilinen bir gerçek de tek tip ürünlerin, ancak tek tip çevre koşullarında istenen düzeyde verimli olabileceğidir. Tek tip çevrenin elde edilmesi amacıyla yoğun sulama ve çok miktarda suni gübre kullanımı gerekmektedir. Bu da yine üretim maliyetinin hayli artması anlamına gelmektedir. Oysaki yerel ve çeşitli tohumlar, çevre şartlarına hem dayanıklı hem de uygundur. Küresel şirketlerce yansıtılan verimlilik, zorunlu bedeller (sulama ve suni gübreleme gibi) ödemeyi gerektiren bir verimlilik tanımlamasıdır. Bu, tohumun tanımı gereği sahip olduğu verimlilik özelliğinden uzak bir verimliliktir.
Yaşamımızın küresel tarım şirketlerince maniple edildiği günümüzde geleneksel tohumlar, özgürlüğümüzün simgesidir. Özgürlüğümüzün simgesi tohumlar ise sürdürülebilir yaşamın ve yaşamın çeşitliliğinin temelidir.