Kuzey yarım küre için sonbahar ekinoksundayız. Yarı yarıya bir eşitlik var aramızda. Lao Tzu sağolsun Tao’dan dörtlükler ile bizi aydınlatıyordu yıllar boyunca. Dualite yasası ya da ikinin yasası doğudaki adıyla yin ve yang bize iyi geliyor. Yoksa hareket böyle mi oluşuyor? Neyse ki internet 21. yüzyılın son harika icadı bütün bilgeliği ayağımıza kadar getirdi. Şıracının ya da bozacının sesinin duymadan oturduğumuzdan yerden sipariş verebiliyoruz istediğimiz her şeyi. Hem en az 23 katlı modern uygarlık seviyesi içindeki apartman dairelerine bozacının sesi nasıl gelsin yahu?
Gelmez, ses o kadar yukarı çıkamaz. Boğaz var, boğaz çakrası var. Açık/kapalı olma durumları var, hafta içi ve haftasonu durumları var. Enerjiyi biraz kısalım. Konu ekinoks, renkler sarıdan kahverengine doğru gidiyor. Yeşil yerini bırakıyor, güneş çekiliyor gerilere. Ne harika. Yeşil ne demek bizim için?
Döngüleri anlayalım, olaylara dışsal olarak bakmayalım sadece. Biraz daha çezbe kaynatalım, buhur iyidir. Cohen HaGadol’un işine karışmayalım.Kendi işimize bakalım. Belimizde bir urgan olsun. Derinlere iniyoruz. Doğa’nın işleri, özlerin işleridir bir yerde. Belli bir frekanstaki dostlarımızın değişimleri daha iyi anlamak için Druidlere gidelim. Belki de batının bilgiyi böyle biriktirmesinden hepimiz bir şeyler öğrenmeliyiz.
Bu arada Eylül ayı birçok anlamda özel bir aydır, kendi içinde birçok başlangıcı barındırır. Hasat festivallerinin yapıldığı bir dönemdir, bağ bozumları yapılır, kızaran üzümleri toplanır ve şaraplar yapılır. Yaz boyunca biriken güneş tesirleri artık içilmeye hazırdır. Ne ektiysen onu biçersin sözü tam da burada denk gelir. Bazen az ekersin az biçersin yetmez, bazen de çok ekersin az biçebilirsin çünkü ihtiyacından fazla ekmişsindir. Bize de böyle oldu, ekolojik yaşam kooperatifimizde bostana biraz fazla domates ekmişiz 🙂
Planladığınız şeylerle gerçekleşen arasındaki farkı açıkça gördüğünüz zamandır. Gerçek bilgeliğin yavaş yavaş geldiğini görürsünüz. Sınırlandırılmış bir alan içerisinde yaşayan insan topluluğuna misafirlik eden bitkilere iyi bakmanın ne demek olduğunu anladığımız zamanlardır. Maddeyi ve yaşamı manipüle edebilecek gücü iyi niyetli kullanmayı öğreniriz zaman içinde.
Bostanda iyi yetişen ürünlerin tohumluğa ayrıldığı zamandır, bu seçilimden bile bir ders konusu çıkabilir. Aynı zamanda içsel çalışmaların başladığı, dikkatin doğa ile birlikte içe döndüğü zamanlardır. İnsanın bir parçası doğanın içindedir, sadece onunla hareket etmesi de ihtiyaçlarını karşılayamaz tabi ki. İnsan dönüştürmek zorundadır. Doğa, en güzel üzümlerini verir. Onunla şarap mı yoksa pekmez mi yapacağına yine insan karar verir, buna çok özetle yarım kalmış doğa denilebilir. Doğayı tam olarak görmek/görmemek konusu değil bu.
Terazinin dengesi böyle bir şey mi acaba? Kendi içimizdeki dengelere bakalım. Gece ve gündüz gibi iki sembolik kavram bizim için eşit olsun.
Bir sonraki ekinoksta görüşmek üzere?