Mezopotamya yazılı edebiyatın ilk eserlerinden sayılan Gılgamış, insanın varoluşsal kaygılarından “ölüm” kaygısının Gılgamış’ı sürüklediği yolculuğun efsanesidir. Bundan beş bin yıl önce doğduğu varsayılan destan, Mezopotamya ekininin ayrılmaz bir parçasıdır.
Dönemin güçlü ve büyük medeniyeti Sümerlere ait olan destan, Akadça olarak taş tabletlere yazılmıştır. On iki tablet olarak yazılmış bu eserin birçok dizesinin kayıp ve okunamaz durumda olması destanın bütünlüğünün ve anlaşılırlığının korunduğu gerçeğini değiştirmez. Destan, bölgenin çeşitli yerlerinde yürütülen kazılarla ortaya çıkarılan tabletlerin okunmaya başlamasıyla kendini bir kere daha insanlığın büyük öyküsüne dâhil etmiştir. Bozkırkurdu’nda Herman Hesse, “Sonsuzluk içinde sonraki kuşaklar diye bir şeyden söz açılmaz, birlikte yaşamalar vardır sadece.” (s.165) sözünü doğrular nitelikte, yaptığımız okumalar, araştırmalar, söyleyişlerle destan ve destana adını veren Gılgamış günümüzde de yaşamımızda varlığını sürdürmektedir.
Destanın başkahramanı Gılgamış, Uruk kentinin yöneticisi, bir dev olduğunu da düşünebileceğimiz (destanda boyunun yedi metre olduğu belirtilir) güçlü, kuvvetli birisidir. O yıllarda hayvan sürülerinin liderlerinin seçimi gibi insan topluluklarının krallarını da diğerlerinden daha üstün fiziksel niteliklere bağlı olarak belirlemesi, dönemin niteliklerine uygundur. Politeist bir toplumda ayrıca liderlerinin hamuruna Tanrılık katmasından daha anlaşılır bir şey olamaz. “Üçte ikisi tanrı / Üçte biri insandı.” (s. 67)
Gılgamış, bu nedenlerle halkını memnun edecek işler yapsa da kendine denk bir dostu olmadığından sıkılmakta ve taşkın hareketleriyle halkının tanrılarına “onu oyalamak için, Gılgamış’a denk birini yaratması” için dua etmesine sebep olmaktadır.
Destanın başlangıcında ve devamında gördüğümüz halk ve söyledikleri, daha sonra Yunan tiyatrosunda koronun oynadığı rolü oynamakta ve koronun yazılı edebiyattaki ilk yansımasını bize sunmaktadır.
Campell’in belirlediği Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nun aşamalarına göre destana ve Gılgamış’ın serüvenine bakmadan önce şunları belirtmekte fayda var. Kahramanın yolculuğu, tümüyle gerçek A diyarından B diyarına, uzak bir ormana, bir sihirli işler ülkesine ya da hemen herkesin bildiği masaldan örnek verirsek bir fasulye tanesiyle, bulutların üstüne yapılabileceği gibi içsel bir yolculuk da olabilir. Aynı zamanda bir büyük yolculuğun içinde daha başka kendi içinde döngüsü kapanan ve başlangıç noktasına dönen birkaç öyküyü de içinde barındırabilir. Destanın içinde ölümsüzlük arayışına yönelten ve bir eşik olarak da görebileceğimiz Humbaba’nın öldürülmesi için Gılgamış’ın Enkidu ile çıktığı yolculuk buna örnek olarak verilebilir. Burada da döngü tamamlanır. Humbaba öldürülür ve yaşadığı ormanın sedirleri kesilip, Uruk kentine sedirlerle dönülür.
Bu kısa anlatı kendi içinde bir küçük öyküdür ve diğer tüm anlatılarda olduğu gibi burada da öyküyü seyirlik kılan Gılgamış’ın içinde gelip gittiği duygusal gelgitlerdir. Korkunun ve vazgeçmenin sularında yüzen Gılgamış kendisiyle bu yolculuğa çıkan Enkidu’nun rehberliği ve tanrıların desteği ile Humbaba’yı öldürmeyi başarır. Kendisine insanüstü ilk başarıyı kazandıran bu yolculuk destan içinde bir eşiğin geçilmesinin anlatımıdır.
Onu zafer sonrası giyinip, süslendiği sırada gören Tanrı İştar, Gılgamış’a aşkını sunar ve beraber olmalarını ister. Gılgamış’ın gökyüzü boğasının belasına uğrayan halkını kurtarmasına yol açan gelişme de böyle yaşanır. Gılgamış, İştar’a aşıklarının akıbetini hatırlatarak bu beraberliğe yanaşmaz. Yukarıda belirttiğimiz, destanı asıl ekseninde tutan, kahramanın değişimi, tüm karakterler açısından gerçekleştiğinde, öykünün cazibesi de artar. Bu değişim en hızlı İştar’da gözlemlenir.
Gılgamış’a büyük vaatlerde bulunan ve ona aşkını sunan İştar, birden Gılgamış’a düşman kesilir ve intikam almak için babasından Gökyüzü Boğasını ister. Onu bu konuda ikna eden İştar, halkının kıtlıkla karşılaşacağını bilmektedir. Tuhaf bir biçimde kendisi bolluk ve bereketinde simgesi olan tanrıçadır. Hareketleriyle halkın yıkımına ve ölümüne sebep olan gökyüzü boğası yine Gılgamış tarafından alt edilir.
Fakat Gılgamış’ın destanın başından beri gözlemlenen dramatik hatası, Humbaba’nın öldürülmesiyle tanrılar tarafından cezalandırılan Enkidu’nun ölümüyle su yüzüne çıkar.
Burada belki Enkidu’nun bir gölge kişilik ya da kahramanın kurtulması gereken özelliklerini temsil eden bir arketip olduğundan da bahsedilebilir ama bu yorum daha çok psikolojik bir tahlili gerektirdiğinden destanda temsil ettiği Tanrılar tarafından Gılgamış’a yaratılan arkadaş, dost, yaren sıfatları üstünden devam etmek daha uygundur. Ki destanın içinde dönüşümü yine Campell’in analizine oturmakta ve hatta vahşi doğasından, medeniyetin ve arkadaşlığın kıymetini bilen değişimiyle kendi içinde karakter dönüşümünü tamamladığını göstermektedir. Vahşi doğanın içinde yaşayan yabaniden, yeme, içme, giyinme, bireysel fikrini sunma ve kararlarını sergileme alışkanlıklarıyla “medeni” bir insana geçişi destanda rahatlıkla gözlemlenmektedir.
Enkidu, Humbaba’nın öldürülmesine karıştığından tanrılar tarafından cezalandırılır ve ölür. Onun destan içindeki serüveni, zamansız ölüm cezasını bile sakin karşılamasına yol açacak kadar dostluğun kıymetli olduğunu kabul etmesiyle son bulur. Ta ki kitabın başında da belirtildiği gibi bir yama anlatı olarak kabul edilen on ikinci tablete kadar, on ikinci tablette cehennemden kısa bir süreliğine çıkan Enkidu, daha doğrusu Enkidu’nun hayaleti, cehennemi ve orada olanları Gılgamış’a aktarmak için geri dönmüştür.
Kahramanın değişimi ve dönüşümü daha doğrusu tüm hikayenin anlatılmasına sebep olan kahramanın gelişiminin ancak bu soyut ya da somut yolculukla mümkün olduğunu bir kere de Enkidu göstermektedir.
Destan, Campell’in sistematiğe oturttuğu, kahramanın sonsuz yolculuğu aşamalarında şöyle takip edelir.
Sıradan günün dünyası; Tufan sonrası özellikle Kral Gılgamış’ın yaptıklarıyla bayındır hale gelmiş Uruk şehri ve oradaki yaşam.
Maceraya çağrı; Enkidu ve Gılgamış’ın karşılaşmaları
Çağrının reddi; Enkidu ve Gılgamış’ın kapışmaları
Doğaüstü yardımcı; Burada Gılgamış’ın annesi Ninsuna, rüya yorumları ve verdiği tavsiyelerle bu özellikleri barındırır. Tanrılar keza öyle ve hatta daha çok da Enkidu.
İlk eşiği geçiş; Humbaba’yı öldürmek için çıkılan yolculuk ve ganimetle dönüş.
Balinanın karnında; Uruk kenti, ölümsüzlük arayışına kadar geçen süre ve olaylar.
Çöküş, başlayış, giriş; Enkidu’nun hastalanması, Gılgamış’ın Enkidu’yu kaybetmesi üstüne yaşadığı derin acı, ölümle yüzleşmesi ya da başka bir ifadeyle kendi ölümlülüğünün hezeyanına kapılması.
Sınamalarla karşılaşılan yol; Uruk’tan ölüm acısı ve ölümsüzlük arayışıyla çıkış.
Tanrıçayla tanışma; İlginç bir biçimde Gılgamış’ın serüveninde bir tanrıçayla karşılaşılmaz sadece Hutanapişti, Gılgamış’a asıl yapması gerekenleri öğütlerken, bir kadını mutlu etmesinden bahsederken görürüz.
Baştan çıkaran kadın; Tanrıça İştar.
Babanın onayı; Hutanapişti’nin Tufan’ın nasıl oluştuğunu Gılgamış’a anlatması.
İlahlaşma; Hutanapişti’nin ona Tanrıların bir sırrını anlatması ve gençlik otunu nereden bulacağını öğretmesi.
Nihai ödül; Ona uzun bir yaşamı da vadeden gençlik otunu bulması.
Dönüş; Kayıkçı Urşanabi’yle yola çıkma.
Dönüşün reddi; Gençlik otu’un yılan tarafından kapılması ve
Gılgamış’ın serzenişi “Tekneyi de kıyıda bıraktım / Ve ondan (çok) uzaktayım artık!” s.209
Büyülü kurtuluş; “İki yüz kilometre yürüdükten sonra / Azık yediler / Bir üç yüz kilometre (daha) yürüdükten sonra / Konakladılar / Ve (sonunda) / Ağıllı-Uruk’a vardırlar!
İçsel kurtuluş; Uruk’un surları ve Uruk’u kayıkçıya anlatması.
Eşiği geçiş; Uruk’a varış.
Dönüş; Enkidu’nun hayaletinin cehennemden çıkarma isteği.
İki dünyanın efendisi; Enkidu’nun hayaletinin cehennemde açılan bir delikten çıkması, sanki insanmış gibi Gılgamış’la sarılmaları ve cehennemde neler olduğunu ona anlatması.
Yaşama özgürlüğü; Gılgamış’ın daha uzun yıllar Uruk’u yönettir. Destanın yazıya dökülmesi sırasında tanrıların adı yazılırken yanına koyulan yıldız işaretinin Gılgamış’ın adının yanına da koyulması onun iki dünyanın efendiliğini aldığını da gösterir. Böylece ölümünden sonra Gılgamış, adının yanına yıldız konularak destanı yazanlar tarafından tanrı olarak adlandırılmıştır.
Gılgamış’ın ölümsüzlük sevdasından vazgeçmesini ya da ölümsüz olamamasını kabullenirken yılana kaptırdığı uzun yaşam ve gençlik otunun aslında bize nasıl yaşamamızla ilgili bir ödül / iksir sunduğu söylenebilir mi? Ne de olsa yılanın temsil ettiği bilgelik aynı zamanda bilgi edinmeyle ya da öğrenmeyle geçecek bir ömrün ölümsüzlük sevdasından daha keyifli bir hayat vaat ettiği bilgisi de olabilir. Bu gibi sorular çoğaltılabilir olsa da cevap vermek, sadece kişisel bir düşünce paylaşımı olacaktır.
Peki kahramanlık destanlarının bu ilk yazılı örneğinin benzerleriyle taşıdığı ortak özellikler nelerdir? Direnmenin Estetiği’ne Güven’de Gökbenli, Zirmunskij’e göre kahramanlık destanlarının benzerlikleri şöyle sıralar.
“Kahramanın mucizevi şekilde dünyaya gelişi, erken döneminde yaptığı iyilikler; fevkalade bir savaş atını ve doğaüstü gücü olan bir kılıcı kazanması; kahramanın ve savaş arkadaşlarının sayısız düşmanla –ejderha ve başka yaratıklarla ya da korkunç çirkin ve inanılmaz güçte bir canavarla yaptıkları çatışmalarda- kanıtladıkları cesaretleri ve güçleriyle geleneksel biçimde idealize edilmeleri.” İşte Gılgamış, bir destan kahramanı yapan özelliklerinin ortak kümesi budur.
Büyük dinlerin anlatılarında yer alan Tufan’in ilk kez yazılı bir eserden okunmasının yaratacağı şaşkınlığa, değişmeyen semboller diyarından bakarsak tekrarlanan rakamları, yılanı, karanlığı, rüyaları ve pek çok başka şeyi görebiliriz. Destan, baktıkça derinleşen yapısıyla bu zenginliği rahatlıkla sunmaktadır.
Sonuç olarak, öykücülük sanatının, dünyayı daha iyi bir yapma ve bizi iyileştirmek için sahip olduğu güçlü etkinin, günümüzden binlerce yıl önce anlatıla gelen bir öykünün çivi yazısıyla tabletlere aktarılması üstüne günümüze kadar geldiği söylenebilir. Gılgamış’ın yapması gerekeni öyle ya da böyle kabul etmesini sağlayan dünyeviliği ve Uruk’a dönüşü, onu bu günlere dek taşıyarak, dolaylı olarak aradığını bulmasına ve ölümsüzlüğü başka bir biçimiyle yakalamasına olanak tanımıştır.
Ursula’nın Kadınlar, Rüyalar ve Ejderhalar kitabında söylediği gibi; “Bu tür mitler, simgeler, imgeler, aklın sorgulaması karşısında yok olmazlar; ahlaki, estetik, hatta dinsel incelemeler bile onların büzüşüp kaybolmasına yol açmaz. Tam tersine: ne kadar bakarsanız, o kadar çoğalırlar. Ne kadar düşünürseniz, anlamaları o kadar artar.” S.102
*Bu yazı, Gılgamış Destanı kitaplarından, “Bottero, Jean. Gılgamış Destanı Ölmek İstemeyen Bir Büyük İnsan. Çeviren: Orhan Suda, Üçüncü Baskı. YKY Yayınları, Eylül 2008, İstanbul.” kitabı okunarak yazılmıştır.
Başlık görseli kaynağı: The Conversation