Her alanda erkek egemen söylemin içerisinde kalan kadınların “ben” diyebilmesi gün geçtikçe zorlaşıyor. Özellikle de Türkiye gibi kadını özel alana hapseden, evliliği kutsayan, kadın değerini doğurganlık üzerinden biçen ülkelerde. Siyasi konjonktürde hâl böyle iken görsel kültürün öznesinin de erkekler olması kaçınılmaz bir hâl alıyor.
1960’larda ABD’de bir grup feminist sanatçı öncülüğünde başlayan hareket işte tam da bu nesneleştirmeye karşı bir mücadele alanı yaratmaya çalışıyor. Günümüzde de hâlâ kadın sanatçıların bu mücadelesi sanat dergilerinden modern sanat müzelerine, sanat tarihi yazımından akademiye kadar her platformda devam ediyor.
Bu politik sanat yaklaşımını Linda Nochlin’in büyük yankı uyandıran makalesi “Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?” ile tartışabiliriz. Nochlin konuyu tarihsel ve kurumsal yapılar açısından ele alıyor. Tabii ki erkekler tarafından yazılan sanatın tarihine kadınların büyük yapıtlarının girmesi mümkün olmuyor. Birçok eserini Camille Caludel’den çaldığı söylenilen Rodin’in eserleri başyapıt kabul edilirken Claudel’in ismi tam da bu yüzden görmezden gelinebiliyor.
Rönesans’tan beri aynı
Kapitalizmin her birimizi reklam sektörüne pazarlayan bir meta haline getirdiği şu son yüzyılda artık geçmişteki alt-kültür, üst-kültür tartışmalarının da silikleşmeye başladığını ifade etmek yanlış olmayacaktır. İster bilboardlarda yer alan bir kadın bedeni ister Rönesans tablolarındaki nü çalışmalar olsun kadın bedeni ile benzer ideolojiler yeniden inşa edilmekte. Kadın arzulanan bir nesne iken erkek her zaman yaratıcı özne pozisyonunda konumlanmakta. Kendilerini “sanat dünyasının vicdanı” olarak tanımlayan Gerilla Kızların sorduğu gibi; “Kadınların Modern Sanatlar Müzesine girebilmesi için çıplak mı olması gerekiyor?“
Bir direniş alanı
Yalnızca natürmort ve manzara resimleri yapmasına “müsade edilen” kadınlar video ve performans sanatındaki hâkimiyetleri ile artık günümüz sanatında yer alıyorlar. Bu politik sanat yaklaşımında kendi bedenlerine yönelen ve bunu sanatın bir parçası haline getiren kadınlar elbette hem feminist hareket içerisinden hem de dışarıdan oldukça eleştiri topluyor. Tam da kendi karşı çıkışları olan bedenlerini performans sanatının merkezine koyuyorlar. Ancak bu durumu günümüz Türkiyesi üzerinden tartışacak olursak duruma farklı bir açı getirebiliriz.
Türkiye gündemine baktığımız zaman son dönemde yükselen kürtaj tartışmaları, hamile kadınların bedenleri üzerinden geliştirilen cinsel algı, erkek şiddeti, çocuk tecavüzleri, anne olmayan kadınların “tam” olmadığı söylemleri kadın bedeni üzerindeki bu yükü yine ancak onu kullanarak direnmeye mecbur bırakıyor.
Bu yüzden, kadınların özel durumunu eserlerine taşıması zaten toplumdan koparmamaya çalıştığımız sanat için en büyük adım olacaktır.
Başlık görseli: Dorothea Tanning, Toyen, Dora Maar (Soldan sağa, detaylı bilgi için tıklayınız)
Hazırlayan: Duygu Nil Özer