Moda, pençesini kadının yollarından çekmemekte ısrarcı. En yeni trendlerin, sezondaki popüler renklerin, bu sene en çok kullanılan ayakkabıların, şortların, eteklerin tutsağı olmak; hastalık gibi yayılmış dünyanın dört bir yanına. Sürekli yenilenme, doyumsuzluk ve tutumsuzluk rüzgarlarını eksik etmeyerek kadının başından, hayasızca modern lanetimiz “tüketim çılgınlığı“nın içine sürüklüyor onu. Hammadde doğa tüketimini doruklara taşırken, kadın da kapitalizmle el sıkışmış gibi gözüküyor. Peki niye?
Moda, hakkında nice derin duygulara sahiplik ettiğimiz bir kavram. Nefret ve sevgi bunlardan en yoğunu… Oluşumunu ayrılıkçı bulmalarımız, estetik tutkusu bu kadar da korkutur mu diyenlerimiz olmakla birlikte belli ki modayla kafalarımız karışık. Varlığı ile kolektif bir duruş yaratırken, bireysel sesi kıstığı açıkça görülen modanın incelikleri düşünmeye değer.
Öncelikle tam karşılığının “en çok beğenilme üzerine ortaya çıkan geçici yeni tarzların tümü” olduğunu okuduğumuzda oluşan hayal baloncuklarımızın içini doldurmakla başlayabiliriz. Bende tekabül ettiği ekran; vitrin camları, şuursuzca savrulmalar, indirim yazıları ve kalıplaşmış bir güzellik anlayışından fazlası değil. Sosyo-kültürel olarak da incelesek, psikolojik açıdan da ele alsak böyle bir varoluşun insanın içinde yatan daha güzel olma yahut beğenilme arzusu ile açıklayamayız.
Kitlesi sadece biz kadınlar olmamakla birlikte, istatistiklere baktığımızda (kadın ve modayı) özdeşleştirmekte neden sorun yaşamadığımızı görmüş oluruz. Kadının moda ile öyle bir yürüyüşü var ki sanıyorum akıllara zarar. Bunun temeline indiğimizde de kadının buna yönlendirilmiş olduğunu görmek hiç de zor olmasa gerek. Tarih boyu bolca ötekilenmiş, azıcık da tahrik etmiş kadın için gün gelmiş bir seçim istenmiş ki “ötekileştirilmemeyi” seçmiş belki de.
İşte o zaman, birilerinin zevkleri, görsel eğlenceleri bizi çizmek isterse, ortaya ’’moda’’ çıkar demek yanlış değildir. Bu zevklerle çizilmiş olmayı (en çok bu halde olanlar olsak bile) her ne kadar reddetsek de tercihleri belirleyenin erkekler olması ile bu durumun var olduğunu biliriz.
Aksi halde suçlanıyorlar
Aksi halde bu zevkler ile çizilmeyen kadınlar (feminist falan), Marjorie Jolles ve Shira Tarrant diliyle “demode giyimli, gösterişsiz bir biçimde sütyensiz ve affedilmeyecek şekilde kıllı“ olmakla suçlanıyor. Bu durumda yine ithamcı erkekler analiz etmekte ve sınıflandırmakta olan ustalıklarını müthiş eleştirel bakışlarıyla yansıtıyorlar.
Çizginin ne tarafında olursa olsun hiç kimseye yetemeyen kadın, bu mevzuda da hakkına düşen suçluluğu alıyor.
Bir diğeri ise (bu perspektifte bakmaya programlanmışçasına) ayrı düzlemlerde var olmayı hiçbir zaman başaramamış moda ile doğanın hayli ilginç ilişkisi. Bunca sürekli üretimin harcı tabii ki doğadan çıkıyor. Moda ile paralel duruş gösteren giyim sektörü için, kastettiğimiz “üretim” muhteşem zararlara sebep oluyor. Gündelik değişen trendler, gündelik sömürülen doğa ile eş anlama geliyor. Ne giyeceğini kendi bilmeli olan biz kadınlar için hayli hassas bir durum halini alıyor böylelikle.
Hadi o zaman, mankenlerin altın, mükemmel, harikulade oranlarıyla iç gıdıklayan vücutlarını geçip de dergilerde, modanın kadın için tek çare olduğu dünyaya, ”ya güzel olacaksın ya da yok olacaksınlara” inat, sömürmüyoruz dünyayı diye fısıldayalım vitrinlere.
Dipnot: Bu esnada sürdürülebilir moda bir çare olarak görülebilirse eğer Yeşeren Moda ilginizi çekebilir.