Geçtiğimiz günlerde, Greenpeace’in iklim ve enerji kampanyalarından sorumlu Devin Bahçeci ile skandallarıyla gündemden düşmeyen Mersin Akkuyu Nükleer Santrali hakkında bir röportaj gerçekleştirdik. Yürüttükleri kampanyayla kurulması planlanan bu santralle ciddi bir mücadele içerisinde olan Greenpeace ile Nükleer Enerjiye, ÇED sürecine, Türkiye’nin Nükleer Serüvenine bir bakış attık.
Beril Tezel: Kurulduğu günden beri tüm dünyada nükleerle mücadele içerisinde olan Greenpeace’in nükleer karşıtlığının nedenini öğrenerek başlayalım önce.
Devin Bahçeci: Çünkü kirli bir enerji. Pahalı ve tehlikeli. Fukuşima ve Çernobil’de de gördüğümüz üzere kesinlikle güvenli bir enerji elde etme yöntemi değil. Nükleer enerjinin çözümlenemeyen bir sürü meselesi var. Örneğin; atıkların yok olmamasıyla doğru bir enerji üretim yöntemi olmadığını görebiliyoruz. Nükleer santrallerin bir sonraki adımı nükleer silahlar. Birinin atığı, diğerinin malzemesi olabiliyor. Bu ikisi birbirinden bağımsız düşünülemez. Nükleer silahlanmaya da karşı olduğumuz üzere Greenpeace, tüm dünyada ve Türkiye’de nükleer karşıtı bir tutum izlemekte.
B.T.: Şu an kurulma aşamasında olan Akkuyu Nükleer Santrali’nin öneminden yola çıkarsak nükleer santral, Türkiye için ne kadar gerekli? Enerji temininde dışa bağlılıktan kurtulmak için tek yol nükleer mi?
D. B.: Dışa bağlılık spekülatif bir mesele. Teknolojisi, yönetimi, tesisi, şirketi Türkiye’den olmayan bir santralin, dışa bağlılığı ne kadar azaltacağı önemli bir soru. Santrali yapacak yabancı şirket Rosatom. Türkiye’de nükleer için teknoloji yok, atık depolama bilgimiz ve deneyimimiz yok, uzmanımız yok. Bunları göz önünde tuttuğumuzda nükleer santral dışa bağlılığımızı yok eder, azaltır demek manşetlere oynamaktır.
İkinci olarak, enerji ihtiyacı meselesine gelecek olursak. 2023 planlaması yapılırken Türkiye’nin yıllık enerji talebinde yüzde 8 civarında bir artma varsayımı var ama şu anda baktığımızda 2013’te yüzde 3.7 arttığının, 2014’te yüzde 4-4.5 enerji arzımızın büyüdüğünü görüyoruz . Yani aslında planlamasında ciddi sorunlar var.
Ayrıca burada enerji yoğunluğu kavramı üzerinde durmak gerekir. Bunun da uluslararası kurumlarda kullanılan yöntemi şu ki “Gayrisafi milli hasılada 1 Dolar’lık artış için kaç kW enerji tüketiyorsun?” Türkiye enerji yoğunluğunda Avrupa’nın 2.5 katı. Bu da bize sunu gösteriyor ki Türkiye’deki elektrik temelli tüketim, enerji yoğun sistemlerine kaymış durumda. Ağır sanayi yatırımları üzerinden gitmekte. Bunun yerine çok daha az enerji tüketen, enerji verimliliğini odak alan politikalar üretebiliriz. Bu politikalarla enerji talebimizi indirebiliriz.
Üstelik nükleerin ekonomik olarak verimli olmadığı da ortada. Biz, Rosatomla 12 Cent üzerinden bir anlaşma yaptık. Her kW için 12 Cent vereceğimizi söylüyoruz. Türkiye’nin geçen sene elektrik piyasası kurumunun yayınladığı verilere göre toptan elektrik satım kW başına 6 Cent civarında. Bunları göz önüne aldığımızda nükleer oldukça pahalıya gelmiş oluyor.
Tesisin kendi etrafında bir ekonomik fayda üretecek bir durumu da yok. Yerel istihdam sağlayacak fikri son derece dayanaksız. İş sahası üretme oranı rüzgara ve güneşe göre çok düşük. O kadar çok insan için emek kapısı da olmuyor.
B.T.: Çalışan kadronun büyük bir çoğunluğunun Türkiyeli olmayacağı söylentileri de ortada.
D. B.: Bu bir tartışma konusu. Türkiye’den bazı mühendisleri eğitim için Rusya’ya gönderdiler fakat günün sonunda buradan bin kişi evine dönecek. Nükleere nereden bakarsak bakalım doğru bir karar değil.
Süreç çok şeffaf, rapor eksiksiz olsaydı bile biz, nükleere karşı olacaktık. Çünkü Türkiye’nin nükleere ihtiyacı yok. Bize yararından çok zararı olacağı ortada. Bu zarar sadece bize değil Suriye’ye, Kıbrıs’a da ulaşacak.
B.T.: Nükleer santralde olası sızıntı ile meydana gelecek faciaların senaryosu Fukuşima ve Çernobil kadar yakınımızda. Lakin bunların hepsini yok sayıp herhangi bir kaza yahut sızıntı meydana gelmediğini düşünürsek tesisin çevresine vereceği etki yine olumsuz olacak.
D. B.: Böyle bir varsayım sıkıntılı. Kaza olmayacak üzerinden gidilemez böyle işlerde. Bir nükleer santralin çalışması için uranyum madenciliği lazım. Uranyum madenciliğinin kendi çevresel etkilerini atlamamak lazım. O atıklar boğazlardan taşınacak gibi görünüyor mesela. Santralde sızıntı olmayacak ama belki gemide olacak. Santralin yapılacağı alandaki biyolojik çeşitliliğe ne olacak, bu tamamen muamma. Bölge fok ve caretta carettaların yaşam alanı.
Bir taraftan bu soğutma suyu meselesi önemli. Dünyadaki nükleer santrallerin arasında en sıcak suya kurulacak nükleer santral projesi Akkuyu Nükleer santrali. Dünyada hiçbir yerde 20-25 derece sıcaklığa sahip bir denizde soğutma işlemi denenmemiş. Becerilebilecek mi becerilemeyecek mi bilinmiyor. Üstelik geri verilen suyun oradaki ekolojide yaratacağı tahribatın analizini yapma şansımız da yok. Böyle bir test edilme şekli yok dünyada.
B.T.: Sanıyorum Akkuyu’da yapılacak nükleer santralde kullanılacak reaktör için de aynı bilinmezlik mecut. İlk kez kullanılacak ve daha önce denenmemiş olduğu doğru mu?
D. B.: Evet. Hiç denenmemiş bir reaktör. Bu da, riski de kat ve kat arttırıyor ki ne olursa olsun nükleer santral çatlamaz, patlamazsa bile atıklarını yok edemiyorsun. 200 bin yıl boyunca yok olmayan bir atık söz konusu. Dünyadaki ilk nükleer santralde çıkan atık bir yerde saklanıyor. İnsan için sonsuz olan bir zamanda atık bertaraf edilir. Bertaraf edemediğin bir artığı olan tesisten bahsediyoruz ki bu başlı başına bir sorun olmakta.
B.T.: Şu anki konuşmalara göre Rusya bizim atıklarımızı alacak gibi görünüyor.
D. B.: Devlet onu iddia ediyor fakat bir taraftan alıp almayacağından emin değiliz. Çünkü Rusya yasalarına göre üçüncü ülkelerden gelen atıklar kalıcı olarak Rusya’da kalamaz. Yani atıklar Rusya’dan sonra ne olucak sorusu önemli bir soru. Bir taraftan da atıkların santralden çıktıktan sonra hemen taşınamaması var. Bu atıkların 5-10 yıl boyunca soğuması lazım. Geçici bir soğutma tesisine ihtiyacımız var. Geçici bir soğutma tesisi nereye kurulacak, nasıl kurulacak? Bunların hepsi önemli sorular.
B.T.: Greenpeace 3 Aralık tarihinde onaylanan ÇED Raporu’nu incelemişti. 6 Ocak’ta yaptığı basın açıklamasıyla birlikte ÇED’e dava açtığını öğrendik.
D. B.: ÇED sürecinde iki defa İnceleme Denetleme Komisyonu toplantısı yapıldı. Greenpeace, o toplantılarda “Bu rapor olmaz” diye görüş bildirdi. Bu şekilde görüş bildiren birçok kurum var. Bu kurumların kim olduklarına dair hala bir açıklama yapılmadı. Bu önemli bir mesele. İkinci mesele ise halkın, Greeenpeace’in , TEMA’nın ve diğer kurumların ÇED Raporu’na dair verdiği görüşlerine ne oldu?
Son olarak ÇED Raporlar’ı yayınlanır ve 10 günlük bir süre içerisinde halkın görüşüne açılır. Bu 10 günlük sürenin, 3 bin 700 sayfalık bir raporun okunması için ne kadar az ve insanların yorum yapmasının ne kadar zor olduğunu bir tarafa bırakırsak, bu zorluğa rağmen 3 bin’e yakın insan T.C. kimlik numaralarıyla karşı görüş bildirdiler. 250 bin’e yakın insan da Greenpeace’in imza kampanyasına katıldı ve biz bu raporu kabul etmiyoruz dedi. Bakanlık bu görüşleri ne yaptı? Değerlendirdi mi, değerlendirmedi mi? Bizimle bununla ilgili bir bilgi paylaşılmış durumda değil. Şeffaflık burada kokuyor aslında.
Akkuyu Nükleer Santralinin arazisi askeri bölge ilan edilmişti. Bir enerji tesisinin askeri bölge olarak ilan edilmesinin amacı nedir? Gizli kapaklı neler gerçekleştirilecek orada bilmiyoruz. Bilmediğimiz çok şey var. Bunların hepsi şeffaflık çerçevesinden baktığımızda ciddi problemler.
İçeriğe geçersek, içerik tam bir muamma. Biyolojik çeşitlilik nasıl korunacak? Alanda hangi endemik türler var? Bununla ilgili ÇED Raporu’ndaki masa başı çalışmasından başka hiçbir çalışma yok. Atıkların saklanması ile ilgi bilgi yok. Güvenlik nasıl sağlanacak bir bilgi yok. Kaza senaryoları neler? Atıklar Rusya’ya nasıl taşınacak? Boğazlardan mı geçecek? Boğazlardan geçtiği zaman boğaz trafiğe kapatılacak mı kapatılmayacak mı yine bilemiyoruz. Rapor eksiklerle dolu.
Raporda santralin iklim değişikliği için faydalı olduğu söyleniyor. Santralde kullanılacak olan uranyumun madenciliğinden çıkacak karbon emisyonundan bahsedilmiyor. Tesisin yapımında ortaya çıkacak olan karbon emisyonundan bahsedilmiyor. Son olarak bu tesis kuruldu diyelim, 30-40 yıllık ömrü sonunda nasıl sökülecek, kim sökecek bunlarla ilgili hiçbir şey belirtilmemiş. Böyle eksikli bir raporla nükleer santral yapılamaz. Bunu sadece nükleer karşıtları söylemiyor. Bir çok nükleeri savunan kişi de bu ÇED Raporu’nu beğenmiyor.
ÇED Raporu tutarsızlıklarla dolu
Akkuyu bölgesi deprem bölgesi değildir deniliyor, raporun başka bir yerine baktığımızda Ecemiş Fay Hattının yakınından geçtiği belirtiliyor. Ama yorumlamasında burası deprem bölgesi değildir deniliyor.
Her yönüyle nereden tutsanız, kopacak bir rapor.
B.T.: İlk iki raporun onaylanmayıp geri dönmesinin sebebi de bu tutarsızlıklar mı ?
D. B.: Benzer sebepler evet. Ama bu sefer siyasi akıl biraz daha devreye girdi. Yüzde 99’u aynı olan bir rapor kabul edildi. Raporda büyük bir değişiklik olmadı.
B.T.: Taner Yıldız’ın yaptığı son açıklamalarında santral inşaatı martta başlayacak dedi .
D. B.: Taner Yıldız, 2011’den beri martta inşaata başlıyoruz diyor. Fakat şimdi elleri biraz daha güçlü. İnşaat izni alır da yürütmeyi durdurma kararı çıkmasa başlayabilirler.
Biliyorsunuz geçen sene Greenpeace kaçak olarak taş ocağı lisansı ile orada bir şeyler yapıldığını ortaya çıkarmıştı. Şu anda Akkuyu Nükleer Santral arazisine girmek çok zor. Yani sivil bir yurttaş “Ben bu arazide neler yapılıyor görmek istiyorum” dediğinde içeri alınmıyor. İçeride bir şekilde, bir şeylere başlandı mı göremiyoruz.
B.T.: Bu durumda yürütmeyi durdurma kararının marta kadar çıkması önemli o halde.
D. B.: Marta kadar çıkacağını umuyoruz. Bakanlık savunmada uzatma isteyecek mi istemeyecek mi bilmiyoruz. Bakanlık uzatma istediğinde süreç biraz daha gecikebilir. Bu proje büyük bir proje. Mahkeme sonuçlanmadan bu kadar çok üzerinde tartışma olan bir ÇED Raporu’nun yürütmesinin durdurulması gerektiğini düşünüyoruz ki geri dönülmez bir duruma girilmesin.
B.T.: Şimdi istatistiksel olarak baktığımızda Türkiye’nin büyük çoğunluğu bu santrale karşı. Bunları hiç sayarcasına “inşaata başlıyoruz” durumuna gelmemiz nasıl yorumlanabilir?
D. B.: Mersindeki insanların yüzde 70’i bu santrale karşı. Türkiye genelinde de yüzde 60 oranlarında bu. Halkın istemediği bir tesis olduğunu görüyoruz biz. Devlet de bunun farkında. Biraz ego merkezli bir proje bu. “Biz büyük devletiz, bakın nükleer santralimiz de var” kafasıyla giden bir yaklaşım içerisinde olduklarını düşünüyoruz. Bu spekülatif bir bilgi. Buna dair kesinlik söz konusu değil.
Nükleer Santral yapmak Türkiye’de rasyonel bir aklın işi değil. Yani rasyonel bir akılla nükleer santral yapma kararı almasınız. Nükleer santral Türkiye’de 40 yıldır yapılmak isteniyor fakat yapılamıyor. Bu projeden üç defa vazgeçildi, dördüncü defa da vazgeçilecek.
B.T.: Peki, Nükleer Santralle gelebilecek bir askeri güç söz konusu olabilir mi ?
D. B.: Türkiye Silahsızlandırma Anlaşmasının bir parçası. Türkiye nükleer silah yapamaz. Uluslararası sözleşmelerle biz, bu anlaşmanın bir parçasıyız. Biz nükleer santralden çıkan atıkla silah yaparız diyorlarsa böle bir ihtimal yok.
B.T.: Avrupa ülkelerini örnek vererek “Onlarda var, bizde neden olmasın” düşünce yapısı ile gelişmişliği nükleer santralle bağdaştırmak doğru mu?
D. B.: Kalkınma ve nükleer santral gelişmedir söylemi başlı başına bir safsata. Gerçekten ülkede, enerjide bağımsızlık istiyorsanız rüzgara, güneşe yatırım yaparsınız. Bu alanda yerli teknolojilere sahibiz.
Türkiye’nin son 100 yılında nükleer santrali mi vardı ki bazı teknolojik gelişmeleri, bazı ekonomik gelişmeleri gerçekleştirebildi. Türkiye’de nükleer santral olmazsa milli gelirini artıramayacak mı?
Bu santrali kurmak isteyen şirket hala vergi indirimi istiyor bizden. Nasıl bir mali katkısı olacak bize. Bunun analizini koymuyorlar ortaya. Sadece söylem. Söylem satıyor çünkü. Çünkü yurttaşta, “Kalkınmak istiyoruz ama kalkınmamızı istemiyorlar” söyleminin bir karşılığı var. Ama içi boş bir söylem. En pahalı enerji üretimi yöntemi olarak nükleer, Türkiye’ye nasıl ekonomik bir girdi sağlayacak. Bununla birlikte güneşten enerji elde etmek çok daha ucuz bir hal alacak. Tüm analizler bunu gösteriyor.
Mesela şu an nükleerin ihalesi çıktı, yerli şirketler bu inşaatta iş alacaklar. Bunlar Türkiye’de yeni gelişen inşaat sektörünün ev, konut yapmaktan yavaş yavaş enerji sektörüne kayması olarak görülebilir. Kamu kaynağıyla belli şirketleri beslemek oluyor. Bu kalkınan toplum değil. Artan refah diye bir şey yok, yine bazı şirketlerin, bazı insanların kazandığı para. Tabii ki şirketlere finansman üretilsin, tabii ki devlet şirketlerin özel sektörün gelişmesine yönelik adımlar atsın fakat bunu temiz, ucuz ve güvenli yöntemlerle gerçekleştirsin. Rüzgar var, güneş var, biyogaz var. O kaynakları kullanabiliyoruz, bitirdik de enerji sorununu çözemedik sanki nükleer santral yapıyoruz, ithal linyitle çalışan termik yapıyoruz.
B.T.: Bu nükleer santral, yapılmaya başladığından ne kadar sonra çalışmaya başlayabilecek?
D. B.: Bu tesisi 2023 yılında bitirme planları var ancak 1986’dan beri dünyada başlayan hiçbir nükleer santral öngörülen zamanda bitmedi. Çünkü nükleer santral çok büyük finansal ve sigorta sorunları olan bir yatırım. Düşünsenize, dünyada hiçbir firma nükleer santrali sigortalamıyor. Çünkü riskli görüyor.
Benim kişisel görüşümü soruyor olacaksanız, inşaata başlansa da bu nükleer santral açılmayacak. Öncelikle biz nükleer hareket olarak, Greenpeace olarak bu nükleer santrali yaptırmayacağız.
Nükleer mücadele, Türkiye’de başarılı bir mücadele bana sorarsanız. 40 yıldır yapılmak isteniyor, fakat yapılamıyor. Ama bir taraftan bu mücadeleyi biraz tabana indirip, insanları biraz daha bilgilendirmek lazım.
Herkesin elini taşın altına sokması lazım. Bu nükleer tesis, tüm Türkiye’yi tehdit edecek. O yüzden tüm Türkiye’de çevre hareketinin bir parçası olan, doğayı ve insan sağlığını önemseyen insanların bu mücadelenin içerisinde olmaları lazım. Bu bir “Hak Savunusu!” Sağlık hakkı, temiz çevrede yaşama hakkı, yaşam hakkı gibi bir çok hakkın mücadelesi.
BT: Yapımından çalışmasına, çalışmasından sökümüne kadar müthiş tehlikeler barındıran bir tesisten bahsediyoruz. Ekolojik olarak meydana getireceği yıkımlar ortada. Sırf soğutma suyu ile değişecek deniz ısısı kaç tane canlının yaşamını tehlikeye atacak kim bilir. Tahribatta dur durak bilmeyen enerji yatırımlarımız acilen yön değiştirmeli. Güneşe, rüzgara daha temize. Röportajın için çok teşekkürler.
Raporun iptal edilmesi için Greenpeace’in yanında olmak, Mersin Akkuyu Nükleer Santralini istemiyoruz demek için: imza.greenpeace.org/akkuyu