İnsanın sosyal tarihine kayıtsızlık ağır bir şekilde damgasını vurmuştur. Beyaz olmayanlara, kadınlara, eşcinsellere ya da hayvanlara, yani insanların “kendisinden olmayana” karşı her zaman şiddeti olmuş ve kişiler, bunu meşrulaştırmak için çeşitli yollara gidilmesine kendi çıkarları doğrultusunda hep göz yummuştur.
Oysa hayvanlarla aramızdaki tek fark tür farkıdır ve nasıl ırk insan köleliği için, cinsiyet kadınları eşlerinin malı yapmak için mazeret değilse tek başına tür de hayvanları ahlaki topluluktan dışlamak için ahlaken yerinde bir ölçüt değildir. İnsanların mal statüsünü haklı göstermek için ırkın ya da cinsiyetin kullanılması nasıl ırkçılık ya da cinsiyetçilik oluyorsa, hayvanların mal statüsünü haklı göstermek için türün kullanılması da türcülük olmaktadır.
Mevcut düzene bakıldığında, kayıtsızlığa en fazla uğrayan grubun şikayet yetisi olmayan hayvanlar olduğu tartışılmazdır. Zira şiddete uğrayan taraf dahi bu konuda kayıtsız kalmaktadır. Araştırmalara göre, her gün yaklaşık 23 milyon hayvan gerek gıda, gerek moda sektörü için ölmektedir. Onları kozmetik, eğlence ve film gibi değişik sektörlerde de görmek mümkündür. Bir başka açıyla hayvanlar “ev” hayvanı, “laboratuar” hayvanı , “av” hayvanı, “yenecek” hayvan gibi kategoriye de maruz kalmışlardır. Böylelikle, insan terminolojik olarak bile hayvanın üstünde bir aidiyet kurmuş ve onu, üzerinde mülkiyet kurabileceği bir eşya olarak görmüştür.
Tüm bunlar olurken gelişen toplum vicdanı ile 14 maddeden oluşan 15 Ekim 1978 tarihli UNESCO “Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi” yayımlanmıştır. Beyanname, bir canlının ötekine üstünlüğünün olmadığını vurgulamaktadır. Nasıl ki insanın temiz hava soluma hakkı varsa, bir köpeğin de bu hakkı vardır ve bu haklar eşittir.
Yerel mevzuatta da teorik olarak hayvanlar tam olarak eşya statüsünde değildir; ancak hukuki ve cezai anlamda özel düzenlemelere gidilmiştir. Hukuki olarak ele alındığında, hayvanlar satış sözleşmesinin konusu olabilmekte ve “ticari hayvan” statüsünde olanların haczi, evcil hayvanların aksine, mümkün olabilmektedir. Cezai olarak ise bir hayvan “sahipli” ve şiddet görüyorsa, savcılığa yapılan şikayet üzerine savcılık davayı, “mala zarar verme” sebebiyle açacaktır. Şiddet gören sokak hayvanları içinse başvurulabilecek makam bölgedeki il çevre müdürlüğüdür. Bu durum sonuçları bakımından farklılık yaratır. Savcılıkta açılan dava, bir ceza davasının hükümlerini taşır ve yapılan yeni düzenlemeyle 4 aydan 2 yıla kadar hapis cezası, adli para cezasına dönüştürülmediği sürece kişinin sabıkasına işlenecektir. İl çevre müdürlüğüne yapılan şikayet ise yalnızca cüzi bir idari para cezası olarak sonuçlanacaktır. Oysa pet shoptan satın alınan bir hayvanın “değeri”, öldürülen bir hayvanın para cezasından daha fazla olabilmektedir. Bir başka durum ise hayvan besleyicisinin kötü muamelesine tanıklık durumundadır. Bu durumda, “konut dokunulmazlığının ihlali” sebebi ile doğrudan şiddet gören hayvana müdahalede bulunmak, kişinin yardımını onun aleyhine çevirebilecektir. Tüm bu düzenlemeler açıkça hayvanların yaşam haklarının ihlalidir.
Hayvan hakları bilinci, geçmişe kıyasen gelişme göstermektedir. Toplumda gittikçe artan kedi, köpek sevgisi güzel olduğu gibi, hayvan türlerini yalnızca iki türe indirgemek diğer türlere haksızlıktır. Hayvanların sadece evcil, insana alışkın olan türlerden ibaret olmadığı fark edilmeli ve insan, faydacılığını bir kenara bırakıp kendine fayda sağlamayan hayvanı da sevebilmelidir.
Bir başka eleştirilmesi gereken nokta ise kesimhane şartlarının iyileştirilmesini savunmaktır. Örneğin İngiltere’deki gibi hayvanların, kesici aletlerle öldürmek yerine, tek sıraya dizilerek kurşunla öldürülmesinin savunulması kendi içinde bir çelişkidir ve vahşeti meşrulaştırmaktır. Diğer eleştirilmesi gereken ve kendi özünde çelişmiş durum ise genleri ile oynanmış hayvanlardır. Üretilen “evcil ama vahşi” hayvanların daha sonra yasaklanması ve öldürülmesi gerektiğini düşünmek vahşete göz yummaktır.
Ulusal veya uluslararası düzenlemeler her ne kadar hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini amaçlasalar da onlar yakılıyor, zehirleniyor, tecritte tutuluyor, kol ve bacakları kesiliyor, gözleri çıkarılıyor, uyuşturucuya alıştırılıyor, uyuşturucu bağımlılığından kurtarılmaya zorlanıyor ve hayat boyu kafeslerde tutuluyorlar.
Tüm bu haksızlıklar olurken insan, doğadaki her şeyin kendisi için var olduğunu düşünmeyi bırakmalı, kendisinin de doğanın parçası olduğunu, yani özünü kabul etmelidir.
Başlık Görseli: Toronto Pig Save