Sabahattin Ali, yerel edebiyatımıza yön veren, toplumcu gerçekçi büyük yazarlarımızdan biri. 41 yıllık yaşamından geriye, derin izler bırakan eserleri ve “melankoli” sözcüğü miras kalmıştır. Eserleri arasında, yazıldığı dönemde de büyük yankı uyandıran üç kült romanı günümüz edebiyat listelerinde de baş köşelerde. Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940), Kürk Mantolu Madonna (1943) dönemin roman anlayışına yeni bir yön vermiştir.
Okuruna gerçekçiliği naif bir şekilde sunan Sabahattin Ali çok geçmeden sadık okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Çünkü insanı kırmadan, ezmeden, yormadan insan olmanın ağır yükünü okurunun sırtından alıp kelimelerine sindirmiştir.
İlk romanı Kuyucaklı Yusuf, toplum sorunlarını dile getiren gerçekçi bir romandır. Sabahattin Ali, toplumla uyuşamayan karakterler üzerinden düzeni eleştirme yoluna gitmiştir. Yusuf ve Muazzez’in aşkı üzerinden; toplumsal değerlere, yanlış batılılaşmaya, insan ruhunu etkileyen ince detaylara değinir. “Bir zamanlar birbirlerinden ayrılmak, birbirlerini kaybetmek ihtimâlinin korkusunu çekmiş olmasalar, belki de birbirleri için ne kadar kıymetli olduklarını hâlâ bilemeyeceklerdi” diye anlattığı Yusuf ve Muazzez’in aşkının büyüklüğünü ve bu birleşmenin bireyi nasıl yorduğunu anlatır.
Günümüzde hâlâ çok satanlar listelerinde baş sıralarda olan Kürk Mantolu Madonna, insan ruhu üzerinde derin izler bırakan tespitleri barındırır. Roman, Raif Efendi ve Maria Puder arasındaki aşk hikâyesi çerçevesinde dönse de etrafında birçok iç öykü barındırıyor.
Öncelikle okuruna her insanın incelenmeye değer bir ruh taşıdığını hatırlatır. İnsanların birbirlerinden haberdar olmadan kör noktalarda yaşayıp zamanı doldurmaya çalıştıklarını şöyle belirtmiştir yazar: “İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rasgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.” Roman kişisi Raif Efendi günlük hayatımızda sık sık karşılaşabileceğimiz bir karakterdir. Sessiz, sakin ve kendi işinde gücünde bir aile babası. Derin bir ruhun izlerini taşıyan Raif Efendi için romanda “Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir” yazılıdır.
Sabahattin Ali’nin adıyla bile düşündüren romanı İçimizdeki Şeytan ise okuru kendine itiraf edemediği gerçeklerle yüzleştiriyor. Kişinin en büyük probleminin kendisiyle hesaplaşmaları olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Roman kişisi Ömer ve Macide’nin birbirine olan hislerine galip gelen hesaplaşmaya tanık oluyoruz.
“Dünyaya hükmetmeye hazırlanıyormuş! Dünya kim?.. Benden başka dünya var mı? Herkesin bir tek dünyası vardır, o da kendisi… Üst tarafıyla alakadar olmaya bile değmez… Zeki olmak, kuvvetli kafa ve bilgi sahibi olmak neye yarıyor? Bizi istediğimiz saadete götüremedikten sonra… Zekâmız olmasa daha iyiydi. Otlar, hayvanlar, bulutlar ve kayalar gibi yaşamak bana daha saadet verici, daha yorgunluksuz, daha manalı geliyor…”
Sabahattin Ali, üç romanı ve diğer eserleriyle hak ettiği yeri zamanla sağlamlaştırıyor. Her kuşak için büyük aşkların, sıkıntıların, hesaplaşmaların, kişinin kendine ve çevresine yabancılaşmasını onun naif dilinden okumak heyecan verici. Eserleri ne bir aşk hikayesi ne de toplumcu gerçekçi bir köy romanı olarak kısıtlanabilir.
İnsanı insan yapan en küçük noktayı bile anlatır Sabahattin Ali. İnsana kendi kendinin kurdu olduğunu bu cümlelerle anlatır: “İçimizde şeytan var. Can kırıkları var. Nefret var. Yalanlar var. Bir yanımız bizi çoktan terk etmiş. Melankoli ve hüsran var. Keşke bazı geceler hiç sabah olmasa.”
İçimizde, edebiyatımızda iyi ki Sabahatttin Ali var.