Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 5. Değerlendirme Raporunda da (IPCC 5th Assessment Report) açıkça belirtildiği şekilde iklim değişikliği bir gerçek ve bugün büyük oranda biz insanlar yüzünden gerçekleşiyor.
İklim değişikliğinin temel nedenlerinden biri olan karbon gazının yüzde 98’i fosil yakıt tüketiminden yani biz insanlardan kaynaklanıyor. Yapılan araştırmalara göre 1880 yılından beri dünyamız 0,8 C ısınmış durumda ve eğer gerekli önlemler alınmazsa bu ısınma artarak devam edecek ve büyük felaketlere sebep olacak. 0,8 C’lik ısınma pek çoğumuza ilk duyduğumuzda önemsiz gelebilir. Hatta “ne güzel hava ısınıyor, kışlar sert geçmeyecek bunda ne var, pek çok iklim bilimci durumu abartıyor, çok daha önemli problemler” var şeklinde yorumlanabilir. Ama ne yazık ki durum pek çoğumuzun verdiği bu tepki kadar basit değil.
Yerkürenin doğal serasının bozulması, sıcaklık dengesinde büyük önem taşıyan ve sera gazı olarak adlandırılan gazların “battaniye etkisi” diye tanımlanan etkisinin değişikliğe uğraması, bugün yaşadığımız ve bu şekilde devam edersek gelecekte çok daha fazlasını yaşayacağımız pek çok felaketin temel sebebi aslında. Bu genel tanımlamalardan sonra bu yazıda daha fazla küresel ısınma ve iklim değişikliği gerçekliğinin sebeplerinden bahsetmeyeceğim. Bu bilimsel gerçekliğin dışında iklim değişikliğinin sebep olduğu ve bu şekilde devam ederse sebep olabileceği felaketlerden genel hatlarıyla bahsedip, gıda güvenliği konusuna değinip sonuç bölümünde pratik bilgiler vereceğim.
Bugün iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini sadece doğa üzerindeki etkiler açısından düşünmek doğru değil, biz insanlar da bu doğanın ayrılmaz bir parçası olarak birincil derecede bu olumsuz etkilerin gölgesi altındayız ne yazık ki.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, 2. çalışma grubu 4. ve 5. Değerlendirme raporlarında detaylı bir şekilde iklim değişikliğinin doğa üzerinde etkileri ifade ediliyor. Hidrolojik dengedeki bozulmadan kaynaklı olarak deniz seviyesindeki yükselmeler, göl nehirlerin akış trendlerindeki değişiklikler, bölgesel yağış rejimlerinin değişmesi, sel felaketleri, kasırga, fırtına ve kuraklık gibi aşırı hava olaylarında ki artış hatta erozyon ve toprak kayması bile iklim değişikliğinden kaynaklı olarak ortaya çıkan felaketlerdir. Hayvanların yaşam alanlarının yok edilmesi, mevsimsel trendlerin değişmesinden kaynaklı olarak pek çok hayvan çeşidinin değişen sisteme kendini adapte edemeyişi ve türlerin yok olması ise iklim değişikliğinden kaynaklı olarak ortaya çıkan diğer felaketlerdir. Aslında bu felaketlerin pek çoğu sadece doğaya değil bu doğada yaşayan biz insanlara da etki yapıyor.
Küresel İnsani Forum tarafından 2009 yılında yayınlanan İnsan Etkileri Raporuna göre her yıl en az 300 bin insan iklim değişikliği yüzünden hayatını kaybederken, 325 bin insan ciddi ölüm riski altında. Rapor iklim değişikliğinin toplumlar üzerindeki etkilerini; gıda güvenliği, salgın hastalıklar, artan fakirlik, su kıtlığı, zorunlu göçler, artan siyasi istikrarsızlıklar şeklinde listeliyor ve ne yazık ki bu listelenen bütün olumsuz etkiler büyük oranda gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri vuruyor. Bugün küresel gaz salımının sadece yüzde 1’i dünyanın az gelişmiş 50 ülkesinden kaynaklanırken, geriye kalan yüzde 99’luk gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerden kaynaklanıyor. Büyük oranda gelişmiş ülkelerin saldığı karbon gazlarından kaynaklı olarak her geçen gün etkileri daha fazla görülen küresel ısınma, ne yazık ki genelde fakir ülkeleri etkiliyor. Temel geçim kaynağı genelde tarıma dayalı, kaynakları ve kapasitesi sınırlı ve genel olarak marjinal iklim bölgelerinde yaşayan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, iklim değişikliğinin sebep olduğu felaketlere birincil dereceden maruz kalıyor.
Su kaynaklarının azalması, mevsimsel yağış trendlerindeki değişiklikler, kuraklık ya da sel felaketleri sebebiyle pek çok insan temel geçim kaynaklarını kaybediyor. Bu durum toplumlarda sadece fakirliğin artmasına değil bununla bağıntılı olarak salgın hastalıklar, şiddet, siyasi dengesizlikler, zorunlu göçler yaşamasına sebep oluyor. Hatta okula gitmesi gereken yaşta evine ekmek getirmek zorunda kalan pek çok çocuğun alması gereken eğitimi alamaması bile bu durumun bir sonucu.
İklim değişikliğinin doğa ve toplumlar üzerinde sebep olduğu felaketlerden genel hatlarıyla bahsettikten sonra, toplumlar üzerindeki en önemli etkilerinden biri olan gıda güvenliği konusuna daha detaylı değinmek ve sonuç bölümünde de pratik bilgiler vermek istiyorum. Yukarıda da ifade ettiğim gibi tarım alanlarını yani geçim kaynaklarını kaybeden pek çok çiftçi ekonomik olarak çöküş yaşıyor, fakat bu durum sadece onların çöküşü değil onların yaşadığı toplumun çöküşü anlamına geliyor. Üretim yapamaz hale gelen çiftçiler sebebiyle çoğu toplumda mahsul üretiminde ki ciddi düşüşler gözlemleniyor. Birleşmiş Milletler (BM) Gıda ve Tarım Örgütü‘nün verilerine göre yetersiz beslenme ve açlık sınırında yaşayan yaklaşık 900 milyon insanın büyük bir çoğunluğu iklim değişikliğinin getirdiği felaketler dolayısıyla bu durumda yaşamını sürdürmeye çalışıyor.
BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün 2008 yılı İklim Değişikliği ve Gıda Güvenliği Raporu‘na göre gıda güvenliği dört temel boyutta tanımlanmış, bunlar: Gıdaya erişilebilirlik, gıda kullanımı, gıda yeterliliği ve gıda sisteminde ki istikrar. Bu sınıflandırmadan da anlaşılacağı gibi, gıda güvenliği, toplumların kendilerini doyurabilecek kadar gıda üretilebilmesi, üretilen gıdaya erişebilecek ekonomik düzeyde olması, sürdürülebilir gıda sistemine sahip olması, sağlıklı depolama yöntemleri, erişilen gıdanın kalitesi, besin değeri ve hijyen koşulları olarak ifade edilebilir.
Gıda güvenliği ile alakalı olarak diğer bir konuda biyoyakıt kullanımıdır. Tarım arazilerinin gıda üretimi dışında enerji üretimi için kullanılması da gıda üretiminde azalma ve buna bağlı olarak fiyatlarda artışa sebep olacağından kimi çevreler tarafından eleştirilmekte ve bu durumun gıda güvenliğini tehdit ettiği düşünülmektedir fakat burada bu konuya değinmeyeceğim.
Hızla artan dünya nüfusu düşünüldüğünde buna paralel olarak bu artan nüfusu doyurabilmek için gıda üretiminin de artması gerekmektedir. Fakat küresel ısınmaya bağlı olarak su kaynaklarının niteliksel ve niceliksel olarak azalması ve bozulması, kuraklık gibi aşırı hava olaylarındaki artış ekilebilir tarım alanlarında azalmaya sebep olacağından gıda ihtiyacına olan talep artacaktır. Bu durum doğal olarak gıda fiyatlarının artmasına neden olacak ve gıdaya erişilebilirlik pek çok az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan toplumlar için neredeyse imkansız hale gelecektir. Öte yandan tarımsal gıdalara ulaşım bu toplumlar için zorlaşacağından kalitesiz besin değeri düşük yapay gıda tüketimi artacak ve bu ülkelerin kapasitesi düşünüldüğünde sağlıksız koşullarda depolanmış gıda tüketimi toplumlarda hastalıkların artmasına sebep olacaktır. Dünya Sağlık Örgütü 2013 yılı raporuna göre iklim değişikliği insan sağlığı üzerinde yetersiz beslenmeye de bağlı olarak önemli belirleyici bir etkendir.
Gelişmiş ve gelişmekte olan pek çok toplumun temel besin kaynağı olan tahıl, buğday gibi ürünler bu toplumlarda genellikle sulama olmadan yani mevsimsel yağışlara bağlı olarak yetiştirildiğinden, mevsimsel yağış trendlerinde ki en küçük değişiklik ve aynı zamanda artmakta olan kuraklığa bağlı olarak olumsuz etkilenecektir. Bu bir felaket tablosudur, halihazırda büyük ölçüde iklim değişikliği sebebiyle açlık sınırında yaşayan insanların sayısı düşünüldüğünde bu rakamın gerekli önlemler alınmadığı takdirde artacağı ne yazık ki kabul edilemez bir gerçektir.
Yazımın başında da ifade ettiğim gibi küresel ısınma kaynaklı iklim değişikliği Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli‘nin 4. ve 5. değerlendirme raporlarında da açıkça belirtildiği şekilde çok büyük oranda insan kaynaklıdır ve etkileri yukarıda listelediğim şekilde ne yazık ki sadece felakettir. Çölleşen dünya da kaynakların dengesiz dağılması, iklim değişikliğinin etkilerinin bölgesel olarak farklılık gösterecek olmasından kaynaklı olarak adaletsiz dağılımın toplumlar tarafından paylaşılmasında savaşlara bile sebep olabilecektir. Bu durumda tehdit altında olan dünya değil uygarlıktır.
Bütün bu açıklamaların ardından milli ve uluslararası düzeyde çevre – iklim politikalarının belirlenmesi, analizi ve nasıl olması gerektiğinden ziyade sonuç bölümünde daha faydalı olacağını düşündüğümden biz bireyler olarak kendi çapımızda neler yapabiliriz, eğer büyük oranda dünyanın bu hale gelmesinden biz sorumluysak ne tip alışkanlıklarımızı değiştirerek bu gidişata biraz da olsun son verebiliriz konusuna değinmek istiyorum. Burada kendi adıma uygulamaya çalıştığım bir kaç pratik bilgiyi paylaşacağım.
Tüketimi azaltmak ve tüketim hırsımızı biraz da olsa törpülemek küresel ısınmayı durdurmak adına atabileceğimiz en önemli ve en gerekli adım. Canımız sıkıldığında alışveriş merkezlerine (AVM) gitmeyi bırakmayı, alışveriş yapmayı kendimiz adına bir hobi olarak tanımlamamalıyız. Bunu bir kültür haline getirebilmek adına aile, arkadaşlar olarak buluşma, etkinlik noktalarımızı AVM’ler olarak belirlememeliyiz.
Plastik torba kullanımını mümkün olduğunca azamiye indirmeli, alışverişlerimizde evden getirdiğimiz bez torbaları kullanmalıyız. Genelde Avrupa ülkelerinde alışveriş merkezlerinde plastik torba kullanımını azaltmaya yönelik çeşitli politikalar var bunlardan en etkin olanı plastik poşetlerin ekstra bir ücrete tabi tutulması böylelikle pek çok insan ekstra ödeme yapmak istemediğinden evinden getirdiği bez torbaları kullanıyor. Buradan da anlaşıldığı gibi tüketimi azaltmakta bireyler olarak yapabileceğimiz en önemli şeylerden birisi tek kullanımlık, kullan at ürünler yerine çok kullanımlı ürünleri tercih etmek böylelikle gereksiz enerji tüketimini de engellemiş olmaktır.
Daha çok yerel ürünleri tercih etmek, yerel üreticiyi desteklemek de iklim değişikliği ile mücadelede önemli elbette. Kullandığımız ürünleri bozulduğunda, yada yıprandığında atmak yerine tamire vermek ve tekrar kullanmak bu süreçte çok gerekli. İkinci el eşya kullanımının yaygınlaşması ve bir kültür haline getirilebilmesi aslında özellikle Türkiye gibi genç nüfusu yüksek ülkemizde çok gerekli bir durum. Pek çok Avrupa ülkesi özellikle Almanya’da ikinci el marketler, bizim tabirimizle bit pazarları, çok yaygın. Hem birey olarak pek çok kişi gidip kendi kullanmadığı eski – yeni eşyasını satıyor hem de buralardan alışveriş yapıyor. Ne yazık ki ülkemizde bu durum çoğu insan için bir “utanç” kaynağı, bu algının acilen değişmesi ikinci el ürün kullanımının bir kültür haline gelmesi gerekiyor. Bunun dışında gereksiz kağıt tüketimine son vermek, müsvedde kağıt kullanımını yaygınlaştırmalıyız.
Duş alırken, dişinizi fırçalarken, bulaşık durularken musluğu sürekli olarak açık bırakmayın, su hayattır, gereksiz su tüketimine son verin. Elde yıkama yerine bulaşık makinesini tamamen dolduğunda çalıştırıp, bulaşık makinesini dolduğunda kullanmayı tercih edin. Elde yıkamada harcanan su miktarı bulaşık makinesine göre kat kat fazla.
Yapılan araştırmalar et tüketiminin iklim değişikliğini artırdığını ispatlıyor, son olarak Henrich Böll Vakfı‘nın 2014 Ocak ayında yayınladığı et atlasına göre bir kg et üretimi 15 bin 500 litre su harcandığı ifade edilmiştir. Atlas et üretiminde harcanan su miktarının tarımsal üretime göre kat be kat fazla olduğunu gösteriyor. Ayrıca atlas, bugün tarımsal üretim amaçlı olarak kullanabilecek alanların yüzde 70’inin hayvancılık amaçlı kullanıldığını ve bugün hayvancılığın dünyada sera gazı salınımının üçte birinden sorumlu olduğu ifade ediyor. Burada kimseye et yemeyi bırakmasını söyleyemem fakat yeme alışkanlıklarımızı değiştirip porsiyonlarımızı küçültebiliriz. Dünya da “etsiz Pazartesi” hareketi kapsamında pek çok insan en azından sadece Pazartesi günleri et tüketmiyor. Siz de bu harekete rahatça katılabilir ve en azından bir gününüzü etsiz geçirebilirsiniz.
Geri dönüşüm elbette belediyeler düzeyinde uygulanması gereken bir sistem, ve ne yazık ki ülkemizde çok rahatça uygulanabilir bir sistem olmasına rağmen uygulanmıyor fakat biz bireyler olarak plastik ve kağıt çöplerimizi ayrı poşetlerde biriktirebilir ve çöpümüzü yaşadığımız bölgede ki büyük çöp konteynerlarının yanına ayrı olarak atabiliriz. En azından kağıt, plastik toplayıcılarına yada daha sonra bunları ayırmaya çalışan belediye görevlilerine biraz fayda sağlayabiliriz.
Son olarak, inanmak başarmaktır! Sizin çevrenizden hiç kimsenin inancı olmadan değiştirdiğiniz davranışınız, doğa adına iklim değişikliğinin azaltılmasında çok büyük bir adım. Unutmayın yazımın başında da ifade ettiğim gibi bugün küresel ısınma kaynaklı iklim değişikliğinden çok büyük oranda biz insanlar sorumluyuz, kendi çöplüğümüzde boğulmadan önce bir şeyler yapmak hepimizin görevi.
Kaynakça
1. Intergovernmental Panel on Climate Change ( IPCCC) , Working Group 1 ,5th Assessment Report ( AR5),2013
2. Demirbaş Ayhan, Biorefineries, s:1, Londra,2010.
3. German Advisory Council on Global Change ( WBGU ), Solving the Climate Dilemma: The Budget Approach, s:2, Berlin, 2009.
4. Maslin Mark, Küresel Isınma, s:18, Ankara, 2011
5. Global Humanitarian Forum, Human Impact Report Climate Change, Geneva, 2009.
6. Food and Agriculture Organization of the United Nations, Climate Change and Food Security, Rome 2008.
7. World Health Organisation, Fact sheet N°266, Climate Change and Health, 2013.
8. Kempf Herve, Zenginler Dünyamızı Nasıl Mahediyor, s:13, Ankara, 2010.
9. Henrich Böll Foundation, Meat Atlas – Facts and figures about the animals we eat, Berlin, 2014