Sana, ona, size inat; dışı anlayış içi maço sürpriz yumurtalara inat; “kadın dediğin”lere, “adam gibi”lere inat; patronluk taslayan sevgililer de dahil tüm patronlara inat; camdan tavanlara, cinsiyetçi meslekçiliğe ve tüm ev işlerine inat; Ben kadınım ulan! Ama senin kafandaki prenses, kraliçe, çiçek; şeytan, orospu, cadı değil; ben kadın gibi kadınım!
Kamyonum olursa en görünen yerine yazacağım Nora Ephron’un şu sözlerini: “Seçimin ne olursa olsun, ne kadar yol gidersen git; umarım bir hanımefendi olmayı tercih etmezsin. Umarım oralarda kuralları yıkıp az buçuk sorun çıkarabilmenin bir yolunu bulursun. Ve ayrıca umuyorum ki, çıkardığın sorunların bir kısmı da kadınlardan yana olur.”
“Birey” kelimesi en sevdiğim kelimelerdendir. Bana bir tek olabilmenin, özgür olabilmenin, özgün olabilmenin getirdiği hürlüğü çağrıştırır hep. Birey olabilmek de iplerini kendin dışındakilerin elinden çekip, kendi kendini örebilmektir bana göre.
Biz; erkeklerin dolayısıyla patriyarkanın, devletin, patronun ve tüm maçoluk simgelerinin bizden istediği gibi giyinerek, konuşarak, yürüyerek, koşarak, gülerek özgür bireyler olamayız. Ne zaman ki bizden beklenilenle tamamen bağımızı koparırız, ne zaman ki çuvaldızı biraz da kendimize batırıp aydınlanmaya başlarız; işte o zaman hesabı, hayatı kendine olan, “bir tek” olabiliriz.
Bugün yapmanızı rica ettiğim tek şey var: gün içinde kendinizi takip edin.
Nasıl davranıyorsunuz? Zaman ve mekanın içinde neredesiniz? “Kalabalık” kavramı size kendinize dair neyi anımsatıyor? Başka bir kadın gördüğünüzde nasıl davranışlar sergiliyorsunuz; bakışınız, yanıt verişiniz, gülümsemeniz ne şekilde oluyor?
Bir kafede tek başımıza oturduğumuzda bacak bacak üstüne atışımızdan, saçımızın kıvrılış yönüne; dudağımızdaki rujdan, garsona ne cevap verdiğimize kadar her şeyi kontrol etmeye çalışıyoruz. Bunları düşünmek yerine anın tadının, güzelliğinin farkına asla varamıyoruz. Sürekli bir endişe, bir kabul görme vesvesesi içindeyiz. Peki neden?
Geçenlerde arkadaşlarla muhabbet ederken bir kadın arkadaş gülümseyerek selamladı bizi ve geçip gitti. Bu sabah gülümsemesinin bana verdiği tatlı hissiyatla birlikte gülümseme imecesini devam ettiriyordum ben de. Ta ki beyni maço kendi fitne bir erkek arkadaşın yaptığı hadsiz yoruma kadar: “İşte bütün kızlar böyle olmalı. Verdiğin selamı suratsızca alan kızlar çok itici.”
Bu arkadaşın memnun olması için ne yapsak yahu? Biz nasıl etsek de bu enayi dümbeleklerinin gönüllerini hoş tutsak hayatımız boyunca?
Tepeden inme kurallar, toplumdan öğrendiğimiz, kopyaladığımız düşünce ve davranış biçimleri bize gösteriyor ki: attığımız her adımda kendimizi birilerine beğendirme, kabullendirme telaşesi içindeyiz. Peki neden?