Ana SayfaYaşamÇocukçaKabuklu mu kalacak?

Kabuklu mu kalacak?

-

Sosyal olan ve olmak zorunda olan insan; yüzyıllardır kendisi ve karşısındakini, yaptığı her eyleme ikna etme çabası içerisine girmiştir. İnsan bir topluluğa bir kültüre bir inanca bir kimliğe ait olmak, dahil olmak ister. Dışlanmanın yaşatabileceği acının insan beyninin fiziksel olarak acı çektiğinde etkilenen bölgesini etkinleştirdiği araştırmacılar tarafından ortaya konmuştur.(1) Boşluk hissi, yalınlık, tekillik; yalnızlıkla ve beraberinde getirdiği olumsuz duygularla bütünleşir, çoğalır ve taşar. İnsan, belki farkında bile olmadan bu soyutluktan kaçmak için toplumsal ve ahlaki düzenin bir parçası olduğunu göstermeye çalışır. Sünnet uygulaması da bunun bir gösteriş biçimidir.

Sünnet işlemi erkek çocuklarında penis glansının etrafını saran dokunun (prepüsyum) kesilerek çıkarılması işlemidir. Dini ya da medikal (!) nedenlerle (idrar yolu enfeksiyonlarının önlenmesi ya da cinse yolla bulaşan hastalıkların bulaşma riskinin azaltılması) olduğu gibi çocukluktan erişkinliğe geçiş, evliliğe hazırlık ya da benzer sosyo-kültürel nedenlerle yüzyıllardır uygulanmaktadır.

Kız çocuklarında ise; dış genital organının özellikle klitorisin bir kısmının ya da tamamının kesilmesi dikilmesi kazınması gibi işlemleri ifade eder. Erkek sünnetinde olduğu gibi kültürden kültüre değişmekle birlikte uygulamanın yapılıyor olmasında erkek sünnetinden farklı bir dizi neden sayılabilir. Cinsel olarak; erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü toplumlarda, kadının cinselliğini bastırmak veya azaltmak için, sosyolojik olarak; kadının çocukluktan yetişkinliğe geçmesi ve geleneklerin bir parçası olduğunu kanıtlamak için uygulanır. Özellikle Eski Mısır’da temizlik ve hijyen ile bağdaşlaştırılmış ve bu nedenle çirkin ve kirli olarak görülen kadın cinsel organının kesilmesi ya da dikilmesi işlemi gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda bazı kültürler klitorisin uyarılması ile gelen sıvının spermi öldürdüğünü ve doğurganlığı olumsuz etkilediğini, soyun devamı için bu işlemin yapılması gerektiğini ileri sürer. Bu uygulama dinde direkt bir emir olarak var olmasa da, kadınların da erkekler gibi sünnet olması gerektiği görüşünde olanların hareket noktası, Nahl Suresi, 16/123; “Biz sana hanif olan İbrahim’in dinine uymanı vahyettik, o müşriklerden olmadı.” anlamındaki ayettir. İslam’da Âdem’le başlayıp Muhammed’le sonlanan peygamberler zincirinde önemli bir etki yaratmış bir peygamber olarak görülen (2) Hz. İbrahim’in seksen yaşında sünnet olduğu ve çocuklarını da sünnet ettirdiği bilinmektedir. İbrahim’in dinine uymada kadın erkek ayrımı gözetilmemektedir. İlk sünnet olan kadın da karısı Hz.Sare’nin Hz. İbranim’e sunduğu(!) Hz. Hacer’dir.(3) Günümüzde  yaklaşık 30 ülkede (birçoğunda yasaklı olmasına rağmen) kadın sünneti uygulanmaya devam etmektedir. Sudan, Yemen ve Somali’de rakamlar 80-110 milyon arasındadır. Kuzey Irak, Arabistan, Hindistan, Pakistan, Malezya, Endonezya da kadın sünnetinin görüldüğü diğer ülkelerdendir. Bu geleneklere sahip insanların göç ettikleri toplumlarda da bu uygulama sürdürülmektedir. 

Kız çocuklarına uygulanan bu işlem yaralama, istismar, beden bütünlüğüne zarar verme olarak görülmüş ve Dünya sağlık örgütünce (WHO), “tıbbi olmayan nedenlerle kadınların üreme organlarını yaralayan her türlü prosedür” genital sakatlama kategorisinde değerlendirilmiştir. Kadın sünnetine maruz bırakılan Somali modeli Waris Dirie’nin yaşamını konu edinen Desert Flowers adlı film de, insan haklarını ihlal eden bu zorbalığı tüm şeffaflığıyla izleyiciye aktarmıştır.  Kadın sünneti, ulusal ve uluslararası metinlerde yasaklanmaktadır veya yasaklanması teşvik edilen bir uygulamadır. Örneğin, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin (İstanbul Sözleşmesi) 38. maddesi, taraf devletlerin, kadın ve genç kızlara yönelik yapılan kadın sünnetinin cezalandırılmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacakları hükmünü taşımaktadır.(4)

Sünnet uygulamasının -kadında ve erkekte- tarihi ile ilgili çok çeşitli rivayetler vardır. Bunlardan birisi tarih öncesi dönemde toprak ana tanrıçaya sunulmak amacıyla kendini hadım eden iki rahibin ardından töreleşmiş ve zaman içerisinde şimdiki halini almış olmasıdır. Eski Mısır’da 2300 yılına dair sünnet uygulamasına ilişkin bulgular vardır.  MÖ. 5. yüzyılda yaşayan meşhur tarihçi Heredot sünnet olma geleneğinin başta Mezopotamyalılar olmak üzere yakın doğu ülkelerinde uygulandığını belirtmektedir. (5) Birçok dinde farklı biçimde kabul görmüş (müslümanlık), sözleşme sayılmış (yahudilik), terkedilmiş (Hristiyanlık) ya da reddedilmişse de birçok nedenle varlığını hala sürdüren bu işlem, İslam toplumunda dinin mutlaka yerine getirilmesi gereken bir kuralı olmayıp Hz. Muhammed tarafından önerilen bir uygulama olmuştur. Sünnet olmak yüzyıllardır bir topluluğa ve inanca aidiyetin sembolü haline gelmiştir. Sadece ülkemizde değil birçok toplumda uygulanan ayinsel ve anlamsal formu değişse de yapısal olarak değişmeyen bir uygulamadır.

Dünya Sağlık Örgütü’nün “genital sakatlama” olarak nitelendirdiği ve yasakladığı kadın sünnetinden farklı olarak, uygulaması yasal olarak devam eden erkek sünnetinin de erkek çocuklarında bir dizi fiziksel ve psikolojik soruna yol açtığı su götürmez bir gerçektir. Her ne kadar gerekçeleri arasında sünnet uygulamasının oluşabilecek hastalıklardan koruması (İYE gibi) ya da seksüel geçişli hastalıkların insidansının azalmasını sağlaması gibi nedenler konuşulsa da; çocukta psikolojik travma, olumsuz duygusal ve ruhsal etkilenmeler oluşturabildiği, cerrahiye ya da anesteziye bağlı olarak yaşanabilecek , kanama, enfeksiyon, sepsis, glansın ve/veya penisin kısmı amputasyonu, yeniden cerrahi işlem gerekmesi, prepisyumun fazla ya da yetersiz eksizyonu, mukoza yada cilt yapışması, idrar retansiyonu, penis yanıkları ve cilt soyulmaları ya da tüm penisin nekrozu gibi komplikasyonları olduğu göz ardı edilen bir konu olmuştur. Özellikle Güney Afrika kabilelerinde steril olmayan koşullarda erişkinliğe geçiş ritüeli şeklinde uygulanan erkek sünneti sonucunda penissiz ya da sadece idrar yapmaya yarayacak bir çıkıntı ile işlemden dönen, hastaneye kaldırılan ya da hayatını kaybeden erkek çocuk sayısı azımsanamaz düzeydedir. Chicago üniversitesinde ders veren Güney Afrikalı antropolog Jean Comaroff, bazı kabilelerce uygulanan bu barbarca uygulama için sadece çocukluktan yetişkinliğe geçiş için değil bir kültür aşılama yöntemi olarak uygulandığını, bedende bırakılan izin kolektif kimliğin damgası olduğunun ifadesi olduğunu söyler. Öyle ki göz ardı edilen konu yaşanabilecek komplikasyonlar ile de sınırlı kalmamıştır. Özellikle Australian College of Pediatrics üyelerinin belirttiğinin aksine ilk 6 ay içerisinde sünnet uygulamasının öneriliyor ve uygulanıyor olması TMK 339 ve onu karşılayan mehaz İsviçre Medeni Kanunu (Art. 301 ZGB) uyarınca, anne ve babanın, önemli konularda ayırt etme gücüne sahip çocuğun görüşünü almaları gerekir. (6) maddesine de aykırıdır. Çocuk doğar doğmaz uygulanan yenidoğan sünneti ile, çocuğun rızasının alınması şöyle dursun, gözünü dünyaya tam olarak aralayamadan bedeninden bir parça koparılıp atılır. Bebeğin bedenine; doğar doğmaz, tıbbi bir zorunluluk olmadan uygulanan bu işlemle ebeveynlerinin inanç, düşünce, gelenek ve göreneklerine göre kendisine danışılacak yaşa gelmesi beklenmeden uygulanarak ailesinin ve toplumun ilk imzası atılır. Ardından erkeklik ile ilgili toplumsal cinsiyet rolleri yüklenmeye başlar. 

Sünnet derisi diye ifade edilen glansın koruyucu tabakası prepüsyumun alınmasıyla, glansın duyarsızlaşması ve mukozanın kuruması, işlem yapılan bölgede aşırı duyarlılık ile yaşanabilecek cinsel eylem sorunlarının varlığı şehir efsanesi olarak değerlendirilse de hala geçerliliğini koruyan ciddi komplikasyonlardır. Kaldı ki hangi toplumda olursa olsun tabu olarak kabul edilen ‘erkek cinsel yaşamı, süresi, etkinliği’ konusunda sosyolojik olarak yürütülen hiç bir araştırmanın tam anlamı ile gerçek verilere ulaştırması beklenemez. Şehir efsanesi olsaydı bile, beden dokunulmazlığını acil tıbbi bir gerekçe olmadan ihlal eden sünnet uygulamasının haklı bir sebebi olmazdı. Günümüzde fimozis varlığında bile (prepüsyumun darlık nedeni ile geriye doğru çekilememesi) 2 yaşına kadar geriye doğru masajla açılması beklenen bir durumken İYE (idrar yolu enfeksiyonu) ya da 2021 yılında hala seksüel geçişli hastalıklardan korunma yöntemi olarak uygulanması oldukça düşündürücü medikal nedenlerdir.  

Sünnet işleminin idrar yolu enfeksiyonuna sık yakalanma gerekçesi ile -ki tartışmalıdır- uygulanması; yenidoğan döneminde sık rastlanan gözyaşı kanalı darlığı ya da tıkanıklılığı nedeni ile oluşan göz enfeksiyonlarını önlemek için gözün kesilip dikilmesi işleminden farksızdır. Böyle bir işlem yapılamazken neden karar verme yetisi olmayan bir bebeğe tüm komplikasyonlar göze alınıp bu istismar yapılır sorusuna, sünnete hangi perspektiften bakarsak bakalım tatmin edici bir cevap bulamayacağımız da çok açıktır.

Kadın sünneti erkek sünnetinden daha önemli ve çarpıcı görülmüş bununla ilgili birçok yasal düzenleme yapılmış fakat erkek sünnetine dair bir düzenleme söz konusu bile edilmemiştir. Bir grup tarafından aynı kategoride değerlendirilmesi istenmiş olsa da günümüzde asla eskimeyen sünnetin erkek adam olma, erkekliğin ise güç kavramı ile bağdaşlaştırılması sebebiyle olsa gerek, yeterince ses getirmemiştir.

Erkek sünneti tıpkı kadın sünneti gibi yaşamından sorumlu olduğumuz çocuklarımıza yaptığımız bir istismar ve insan haklarını ihlal eden bir uygulamadır. Her ne gerekçe ile olursa olsun tüm komplikasyonları göz önüne alındığında, zorunlu tıbbi haller dışında uygulanmaması gereken bir işlemdir. Hayat yolculuğunda o izin verdiği ölçüde ona eşlik edecek insanlar olarak ebeveynlerin; çocuğu belirli bir kültün ya da inanışın parçası yapmaya çalışması ve tek tipleştirme çabası son derece yanlış ve bencilce bir düşüncedir.

Bir erkek bebek annesi olarak yaşadığımız toplumda, çocukluğunda kendi penisinin neden diğer çocuklardan farklı olduğu sorusuna verebileceğim cevabım varken, yetişkin olduğunda neden toplumsal dayatmalara boyun eğip, onu damgaladığım ve belki ileride yaşayabileceği sorunlara ortam hazırladığım sorusuna verecek bir cevabım bulunmamakta ne yazık ki. 

Son olarak ”kabuklu mu kalacak?” sorusuna bir beslenme hemşiresi olarak, çürümemesi için kabuğunu kullanacağınız zaman soymanızı hatta vitamin kaybı yaşamamanız için soymadan tüketmenizi önerebilirim.

Referanslar

(1) Eisenberger, N.I.(2015). Social pain and the brain: controversies, questions, and where to go from here. Annual review of psychology, 66, 601-629

(2) Wikipedia.org

(3) Aynur Eryiğit Bader / Sünnet Olma ve Kadın Sünneti • 95

(4) Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi • Cilt 25, Sayı 2, Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal Armağanı, Aralık 2019, ISSN 2146-0590, ss. 1337-1357

(5) Aynur Eryiğit Bader / Sünnet Olma ve Kadın Sünneti • 83

(6)Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi • Cilt 25, Sayı 2, Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal Armağanı, Aralık 2019, ISSN 2146-0590, ss. 1343

SON YAZILAR

“Gerçeği görüyoruz! Anayasa değişikliğine HAYIR diyoruz!

Feminist ve LGBTİ+ örgütlerin biraraya gelmesiyle kurulan Hepimiz için Anayasa Koordinasyonu "Birbirimizin elini bırakmıyoruz! Hiçbirimizi geride bırakmıyoruz! Anayasa değişikliğine HAYIR diyoruz!" başlıklı açıklamasıyla tüm toplumu...

Hataylılar 6 Ekim’de Meclis’te: #HatayıGör

6 Şubat depremlerinde en büyük yıkımı yaşayan Hatay'da depremin üzerinden geçen 8 aya rağmen hiçbir şey değişmedi. Barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi en...

Vakıf üniversitelerinde neler oluyor?

Üniversiteler tüm bileşenleriyle, emeğin ve bilginin kendini her an yeniden var ettiği mekânlardır. Üniversiteler eskiden beri hep toplumun aklı ve vicdanı olarak görülmüştür. Bu günlerde...

Feza Gürsey Bilim Merkezi Ankaralı çocukları bilimle buluşturuyor

Ankara Büyükşehir Belediyesi Feza Gürsey Bilim Merkezi bilim etkinlikleri ile Ankaralı çocukları bilimle buluşturuyor. Altınpark içinde yer alan bilim merkezi Altınpark'ta sabit kalmıyor, bilimi parklara...
Canan Yavuz
Canan Yavuz
Kimine göre insan, kimine göre ‘kadın’, kimilerine göre ise vegan, minimalist, yoga öğreticisi. Meslek hayatına bebek hemşiresi olarak başlamış, emzirme danışmanlığı ve anne-bebek eğitimi konusunda uzmanlaşmıştır. Kirlenmemiş halimiz olan hayvanlara duyduğu saygı ile şiddetsizlik ilkesini benimseyip 'Veganizm' felsefesini hayatına uyarlamış, ardından yoga felsefesi ile tanışarak meslek hayatına iç huzurun sağlanabilmesi ve şiddetsizliğin yaygınlaştırılabilmesi amacı ile yoga eğitmeni olarak devam etme kararı almıştır. Geçmiş deneyimleri ile yoga uygulamalarını birleştirerek hamile yogası dersleri vermeye başlamış, gebelik gibi mucizevi bir sürecin pürüzsüz geçirilebilmesi adına bu alanda çalışmalar yapmayı amaçlamıştır. Yoga uygulamaları hakkında oluşmuş ön yargıları kaldırabilmek amacı ile Sosyal Sorumluluk Projeleri yürütmekte, aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümünde öğrenim görmeye devam etmektedir.

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol