Ana SayfaYaşamKadınKadının sırtındaki yük ataerki üzerinden "Mezarına Tüküreceğim" incelemesi

Kadının sırtındaki yük ataerki üzerinden “Mezarına Tüküreceğim” incelemesi

-

Erkeğin hüküm sürdüğü toplumlarda üretim ve paylaşım adına eşitlik ve özgürlükten söz etmek zordur. Çünkü erkek, kadını ezerek olabildiğince kısıtlamış ve toplumsal konumlamada hiyerarşik ilişkilere sebep olmuştur. Kadını ikincil konuma iterken kendini kadın karşısında yüceleştirmiş ve kadının bu “aşağılık” konumunu, ataerkinin kendine has değerlerinin yeniden ve sürekli üretimiyle kadına da benimsetmiştir.

Erkekle eşit görülmeyen kimliğiyle yaşamak zorunda bırakılan kadın, kendi konumunun toplum tarafından belirlenmesine maruz kalmış ve adeta toplumda kapana sıkışmıştır. Toplumda huzursuz olan kadın haliyle erkeğin sesinin yüksek olduğu alanlarda da susturulmuş, ezilmiş ve farklı şiddetlere maruz bırakılmıştır.

Kitle iletişim araçları bu alanlardan biri olmakla beraber kadına yönelik cinsiyetçi söylemlerin ve kadın-erkek güç ayrımlarının yeniden üretildiği, eşitsizliğe dayalı toplumsal yapılanmanın bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde insanlara empoze edildiği bir alandır. Kadını konu edinen medya çalışmalarının çoğu kadının medyada nasıl temsil edildiğini araştırır ve “…medyanın bütünsel bir biçimde cinsiyetçiliği ürettiği sanrısının yanlış olduğunu da ortaya koyar…” (Aslan, 2015, s.85). Fakat, şüphesiz ki medya bu kadar masum değildir. Medya ataerkilliğin yeniden üretildiği, kadına “haddini bildiren”, erkeğin kadına karşı kullandığı en güçlü silahlardan biridir.

Mezarina Tukurecegim

Zuhal Çetin Özkan’ın “Türkiye Sineması’nda Kadının Değişen İmgesi” makalesinde de belirttiği gibi; medya tekeli altında yaşanan bir kültür ortamında, kitle ve popüler kültür ürünleri, kadının ataerkil bir düzen içinde edilgen bir kimliğe bürünmesine hizmet etmektedir. (2012, s.79) Bu bağlamda medya eşitsizlik ve cinsiyetçiliğe dayalı bir yapılanmanın tekrara düştüğü, dolayısıyla erkek egemenliğinin yeniden üretildiği kadının nesne konumunda sunulduğu görsel, işitsel ya da hem görsel hem işitsel araçlar bütünüdür.

mezarina tukurecegim 4

Kuşkusuz sinema da toplumsal konuların işlendiği, toplumun aynası niteliğinde görev üstlenebilecek çeşitli öyküleri konu edinen bir anlatı sanatıdır. Sinemanın doğuşu her ne kadar bu amacı gütmese de sinema zamanla şu anki eleştirel görevini benimsemiş ve çeşitli toplumsal konuları cımbızlayıp gerek eleştirel gerekse pekiştirici bir yaklaşımla insanlara/izleyicilere sunmuştur. Geleneksel anlatıda tıpkı “geleneksek toplum yapılarında” olduğu gibi kadını, erkek tarafından ezilen, benliğini ya da öznelliğini oluşturamamış, özel alana hapsedilen, erkek hâkimiyeti altında, pasif ve edilgen rollerde görmek şaşırtıcı değildir. Fakat Zafer Özden’in Film Eleştirisinde Temel Yaklaşımlar ve Tür Filmi Eleştirisi adlı kitabında da belirttiği gibi; “Altmışlı yıllarda gelişen, sinemadaki karşılığı olarak ortaya çıkan feminist film eleştirisi başlangıçta her ne kadar politik temeller üzerinde yükselse de daha sonraları göstergebilimsel ve psikanalitik yaklaşımlardan etkilenerek gelişimini sürdürmüştür” ( 2004, s.191-192).

Feminist film eleştirisi, sinema perdesindeki kadınların erkek baskısı nedeniyle oluşturamadıkları –ya da tamamlayamadıkları– kimliklerine odaklanmış, kadının erkek tarafından biçimlendirilmesine, kadının perdedeki “sunumuna”, erkeğin kadına yüklediği anlam ve görevlere, erkek bilinçaltındaki korkuların, arzuların ve düşüncelerin gerek filmlerdeki erkek karakterler, gerekse erkek yönetmenler tarafından kadına aktarılış şekline odaklanmış ve kadının filmlerdeki “seslerini” incelemiştir.

i-spit-on-your-grave

Bu yazının devamında yönetmenliğini Steven R. Monroe’nun üstlendiği 2010 yılında gösterime giren Mezarına Tüküreceğim (I Spit on Your Grave) adlı filmi üzerine feminist bir yaklaşımla birkaç alt başlık altında film incelemesi yapılacaktır.

Filmin özeti mahiyetinde kısa bir bilgi vermek okuyucu açısından daha sağlıklı olabilir. İkinci kitabını yazmak için yalnız kalabileceği huzurlu bir ortam arayışındaki genç bir kadının öyküsünü anlatan Mezarına Tüküreceğim, baş kahramanımız Jennifer Hills’in kasabanın şerifi ve birkaç serserisi tarafından tecavüzünü ve daha sonrasında ataerkinin gücünü altüst eden yöntemlerle gerçekleştirdiği intikamını konu edinir.

mezarina tukurecegim

Eril bakış: Bakışa hapsolan kadın

Görsel ve işitsel araçlar bütünü olan sinemada, geleneksel anlayışı benimsemiş yönetmenlerin kadın oyuncuları, erkekler tarafından gözetlenirken kadın, erkek bakışının nesnesi olur. Genellikle yakın çekimlerin kullanılarak oluşturulduğu bu sahnelerde, bir merak unsuru olarak gösterilirken bakışın sürekliliğine maruz kalan kadın bedeni, ekrana “arzu edilen”, “baştan çıkaran” olarak yansıtılır. Bu bakışı Laura MulveyGörsel Haz ve Anlatı Sanatı” adlı çalışmasında “…erojen bölgelerden oldukça bağımsız dürtüler gibi var olan, cinselliği oluşturan güdülerden biri olarak benimsemiştir. Bu noktada, skopofiliyi, öteki insanları nesneler gibi ele almakta onları denetleyici ve meraklı bir bakışa tabii kılmayla ilintilidir” (Mulvey,1975, s.4) ifadesiyle scopophilia (gözetlemecilik) terimini Freud’un Cinsiyet Üzerine Üç Denemesi eserine dayandırarak açıklar (Mulvey,1975, s.4). Bu durumda, tecavüz sahnelerine kadar erkek bakışının fantazisi olan Jennifer Hills’in erkeğin bakışında hapsolduğunu söylemek doğru olacaktır.

bakışın nesnesi2

Gerek benzin istasyonunda gerekse yalnız kaldığı kulübede tecavüzcüleri tarafından dikizlendiği sahnelerde Hills “…bakıla-sılık mesajı veren, güçlü görsel ve erotik amacıyla kodlanmış dış görünüşüyle aynı anda hem bakılan hem de teşhir edilendir” (Mulvey, 1975 s,7). Bu da sinemanın seyirciye sağladığı hazlardan biridir: Bakma arzusu. Perdedeki karakterlerden özdeşleşen izleyici, perdedeki karakterler vasıtasıyla “kendi bakışını” bakılana/kadına/nesneye aktarır ve perdedeki bakanın/erkeğin/öznenin olayları denetleyip kontrol etmekteki gücünü benimseyip iktidar olmanın verdiği hazla bakma arzusunu körükler. Bu da kadının ataerkil zihniyetteki imgelerinin yeniden üretilmesine neden olur.

Seyircinin kendini filmdeki erkek karakterle özdeşleştirip kadın karakterleri bakışın nesnesi haline getirmesini ise Lacan’ın “Ayna Evresi”yle açıklamak mümkündür. Çünkü “Ayna Evresi” egonun kuruluşu için hayati önem taşımaktadır. Dolayısıyla “…perde ve ayna arasındaki benzerlikten öte (örneğin insan bedeninin çevresiyle birlikte çerçevelenişi) sinema geçici bir ego yitimine izin verirken aynı anda egoyu güçlendirecek büyüleme yapılarına sahiptir (Mulvey, 1975, s.6).

Oedipus Karmaşa evresinde hadım edilişi temsil eden kadın, Simgesel’e geçen erkeğe hadım edilme korkusunu sürekli hatırlatır. Fakat erkek bu endişesini Mulvey’e göre iki türlü bastırabilir: İlki kadının cezalandırılması ya da önemsizleştirilmesidir. İkincisi ise hadım edilmeyi yok saymak adına kadının yerine başka bir nesne koyarak bu nesneyi fetişe dönüştürmektir. Böylelikle kadın fiziki anlamda tatmin edici olur (Mulvey, 1975, s.10-11 ). Dolayısıyla erkek, bakışını kadına çevirerek kadını bakışının nesnesi haline getirir, onu güçsüzleştirir ve bakışlarına hapseder.

igdis

Özel alan ve doğanın istilası

Tarih boyunca süregelmiş baskın ataerkil ideoloji, kadın ve erkeği toplumsal cinsiyet bağlamında belli kalıplara sokarak kadını kendisini en güvende hissedeceği yer olan özel alana hapsetmiştir. Kendisi için “tehlikelerle” dolu olan kamusal alandan uzak durması beklenen kadın, dolayısıyla kültürün ve aklın dışına itilmiş, doğa ve duyguyla özdeşleştirilmiştir. Fakat bu ideolojinin aksine birçok toplumda gözlemlendiği ve bu toplumlarda oluşturulan farklı sanat yapıtlarında da işlendiği üzere kadına yönelik şiddetin en çok gerçekleştiği alan özel alandır. “Varsayılanın aksine hane, kadına yönelik cinsel şiddetin görünmez olduğu, gündeme getirilmediği bir alandır ve tam da bu nedenle gerçeklerin üzerini örten ve kadına yönelik şiddeti yeniden üreten bir işleve sahiptir (Akyön, 2014, s.30). Akyön’ün özel alana ilişkin bu ifadesinin somut bir örneği olarak Jennifer Hills’in tecavüze uğradığı kulübenin buna örnek olarak gösterilmesi yerinde olacaktır.

tecavuz

Doğanın kadınla, erkeğin kültürle özdeşleştirildiği kültür-doğa farkına dayalı cinsiyetçi söylemler egemen ataerkil zihniyetin bir ürünüdür. Doğayı edilgen ve etkisiz bir ortam olarak kodlayan bu zihniyet, kültürü merkeze alarak daha da ileri gitmiş ve doğanın ikincil ve “bilinçsiz” bir çevre ya da ortam olduğunu savunmuştur. Doğanın kadınla özdeşleştirilmesini yine ataerkil zihniyetin tekelinde olan dile bakarak anlamak zor olmayacaktır: “Anavatan”, “tabiat ana”, “bakir topraklar”, ya da “devlet baba” gibi.

Kültürel feministler, kadını biyolojik özelliklerinden dolayı doğaya benzetmişler ve kadını doğa gibi besleyen, koruyan ve yaşam veren olarak adlandırmışlardır. Dolayısıyla kadın-doğa ve erkek-kültür arasındaki farkı kabul eden kültürel feministler bu farkı metafizikleştirmişlerdir. Bu farkın da kadını hiyerarşik olarak aşağı konumlandırdığını ve erkeğin doğa ve kadın üzerindeki tahakkümünü meşrulaştırdığını iddia etmişlerdir. Metin Demir’in “Çevre Olarak Konumlandırılmış Kadını ve Doğayı Birlikte Düşünmek: Ekofeminizm” adlı makalesinde de belirttiği gibi materyalist ya da sosyalist ekofeminizme göre ise; “Kadını ve doğayı birleştiren, onlara kader birliği yaptıran şey, ikisinin de bu erkek egemen, cinsiyetçi, tacizkâr kültürün kurumları, değerleri ve pratikleri tarafından sömürülmesi ve tahakküm altına alınmasıdır (Demir, 2013, s. 11-45).

mezarina tukurecegim 3

Filmde de gözlemlenebileceği üzere doğada avlanan erkekler ve evde tecavüze uğradıktan sonra doğada da cinsel şiddete maruz kalan Jennifer Hills kuşkusuz doğa-kültür, kadın-erkek ikiliklerine ışık tutarak erkeğin/kültürün kadın/doğa üzerindeki tahakkümünü gözler önüne sermektedir.

İğdiş eden kadın ve erkekliğin yok oluşu

Tecavüz sahnelerine kadar geleneksel sinema anlayışını benimsediği düşünülebilecek Mezarına Tüküreceğim’in seyri tecavüz sahnelerinden sonra tamamen değişmektedir. Tecavüzcülerinden intikam almaya başlayan Jennifer Hills’in geleneksel sinema anlatısının kodlarından arınmış kadın-erkek, doğa-erkek gibi ikiliklerini altüst eden, eylemlerine kendi karar veren bir karakter olarak resmedilişi egemen ataerkil ideolojiye eleştiri mahiyetindedir.

intikam2Aralarından birinin filmde “gerizekalı” (retard) diye çağrıldığı beş erkek Jennifer Hills tarafından tek tek öldürülecektir. Arkadaşları tarafından “gerizekalı” olarak çağrılan, kekememsi konuşan Matthew, Nilgün Tutal’ın “İdeolojinin Konumlama Alanı: Kristeva ve Adlandırılamayanla Yüzleşme” adlı makalesindeki “Dişil, Kristeva’da kimi feministlerin sandığı gibi kadına atfedilen biyolojik bir töze gönderme yapmaz, dişil hep simgeselin dışında kalan ya da simgesel tarafından dışlanan ve simgeselin oluşumunda aracılık ettiği kimliği olduğu gibi kabul etmeyen her öznelliğin zorunlu olarak yüzleşmek zorunda olduğu ‘adlandırılamaz bir ötekiliktir’” (Tutal, 2005, s. 72) tanımına göre simgeselin dışında kalan bir dişil karakter olsa da, “erkeği” tam anlamıyla temsil edemese de cezalandırılması gerekmektedir.

Silah, tüfek, beysbol sopası gibi fallik objeleri cinsel ilişki sırasındaki penetrasyon vari bir şekilde kadın karakter üzerinde kullanan erkek karakterlerin birkaçının intikamı yine fallik objeler kullanılarak alınacaktır filmde. Bu bağlamda şiddetin daha çok erkek tarafından kullanıldığını veya erkekle bağdaşlaştırıldığını söylemekte haklılık payımız olabilir.

ayi kapan

Jennifer Hills’in erkek karakterlerin birinden intikamını almak için kullandığı yöntemlerden biri de ayı tuzağıdır. Vajinayı andıran bu tuzak kuşkusuz iğdiş sembolüdür. Freud’un iğdiş edilme üzerine yazdıklarını yorumlayarak bunlara yeni bir yorum getiren Barbara Creed, oğlan çocuklarının iğdiş edilme korkularının babadan kaynaklandığını değil, kadın cinselliğinin “gizemlerine” karşı duydukları endişeden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Penetrasyon sırasında erkek cinsel organını içine alan vajina sembolik açıdan erkeği iğdiş eder. Freud bu durumu “vagina dentata” (dişli vajina) kavramıyla açıklar. Dolayısıyla kadınlar korkutucudur ve erkeği iğdiş etmemesi için “…eğitilmeli ya da dişleri sökülmeli veya bir şekilde dişleri köreltilmelidir” (Creed, 1993, s. 2) Psikanalitik film teorisi metin ve imgeleri bastırılmış duyguların, düşüncelerin ya da korkuların geri dönüşü olarak okur ve bu bağlamda dişli ayı kapanı ataerkinin egemenliğini tehdit eden dişli bir vajinadır. Stanley karakteri bu dişli kapana bastığında (bacağı penis gibi organ olarak aldığımızda) şüphesiz artık hareketleri kısıtlanır ve kadının üzerinde kurmuş olduğu tahakkümü yitirip kadın tarafından iğdiş edilmiş olur.

intikam

Jennifer Hills’e sürekli “dişlerini göster” gibi emirler veren Johnny karakteri de filmin sonlarına doğru iğdiş edilir. İğdiş edilen Johnny “erkekliğini” yitirdiği için dilin alanından çıkar ve artık dili kullanamaz. “Ben hiçbir kadından emir almam!” gibi ifadelerle erkeği kadının üstünde gören bir zihniyete sahip olduğunu gösteren Johnny aşağı konumda gördüğü kadın tarafından iğdiş edilir. Dili yitirdiği için hayvani sesler çıkarmaya başlayan Johnny’in yaşadığı Kristeva’nın deyimiyle abjection’dır (iğrenç). Nilgün Tutal iğrenç’i “…yitirilen nesne için tutulan yas biçimine bürünür. Yitirilen, doğal olarak simge ve gösterge öncesini işaret eden semantik olandır” (Tutal, 2005, s. 69) şeklinde tanımlar. Penis yokluğunu “kusur” ya da “eksik” olarak algılayan erkek zihniyetin artık kendisi de “kusurludur”. Hâlbuki Bekir OnurPsikanaliz Kuramında Kadın” adlı makalesinde P. Henry’nin penis yokluğunu “…penis yokluğu biyolojik bir gerçekliktir fakat kadından hiçbir şey eksiltmez öyleyse bu yokluk bir iğdiş edilme değildir çünkü iğdiş koparıp atar” (Onur, 1980, s.78) şeklinde tanımladığını söyler.

Kasabanın şerifi tarafından da tecavüze uğrayan kadın, daha sonrasında şerifin kendi tüfeğiyle ona tecavüz etmiş yine ataerkinin üzerinde kurduğu egemenliğe ataerkinin silahını kullanarak ona karşı galip gelmiştir. İçerisinde sesini duyuramadığı şerifin temsil ettiği “Yasa”yı yıkıp kendi “dişil yasasını” kurarak semboliğin alanında hayatta kalmayı başarmıştır.

mezarina tukurecegim 2

Yazar olmak için başladığı yolculuğunu ataerkil düzende kadın kalabilerek tanımlayan Jennifer Hills, karakter çözümlemesi açısından feminist film eleştirisi için çok iyi bir örnek teşkil etmektedir. Sırtındaki yük olan ataerkil tutum ve davranışlara karşı savaşmış ve her ne kadar “yaralı” sonuçlansa da filmin en sonunda öznelliğini oluşturmuş bir karakter olmuştur.

Sonuç olarak, tarihe ayna tutan sinema toplumsal ilişkileri ve toplumdaki insanları anlatır. Sinema toplumsal gerçekliğin perdeye yansıtıldığı önemli bir sanat, araç ve dildir. Farklı dönemlerde farklı değişimlerle yeni ilişkileri perdeye yansıtan sinema, farklı kadın kimliklerini temsil eden tiplemeler ve karakterlerle toplumsal yapı ve kurumlar içinde kadının durumunu ortaya koyar. Feminist film eleştirisi ise sinema perdesine yansıtılan kadınların gerçek kadınları temsil etmediği, erkeğin bilinçaltının bir ürünü olduğunu ileri sürmüş, kadınların cinsel obje olarak temsilini eleştirip fallusun egemenliğiyle kanıtlanan erkekliğe dair eleştirel yaklaşmıştır. Steven R. Monroe’nun yönetmenliğini yaptığı Mezarına Tüküreceğim filmin ortasına kadar kadını perdeye egemen ataerkil ideolojinin bir nesnesi olarak yansıtırken filmin devamında kadın-erkek, doğa-kültür gibi hiyerarşik ilişki içerisinde olan ikilikleri altüst ederek egemen ataerkil zihniyeti kendine hedef almıştır.

KAYNAKÇA
Akyön, Sinem. (2014) “Pedro Almodovar Sinemasında Kadın Temsili: Sinir Krizinin
Eşiğindeki Kadınlar, Annem Hakkında Her Şey ve Dönüş Filmlerinin İncelenmesi” Ilef Dergisi, 2014, Sayı: 1(2), ss. 9-36
Aslan, Alev. (2015) “ Tarihin Arka Odası’nda ‘Kadın’”, Ilef Dergisi, 2015, Sayı: 2 (1), s. 77-94
Creed, Barbara. (1993). The Montsrous-feminine: Film, Feminism, Psychoanalysis. London:
Routledge, 1993, s.2
Ç. Özkan, Zuhal. (2012) “Türkiye Sineması’nda Kadının Değişen İmgesi” DEUHYO ED,
2012, Sayı: 5 (2), ss.79-81
Demir, Metin. (2013) “Çevre Olarak Konumlandırılmış Kadını ve Doğayı Birlikte Düşünmek:
Ekofeminizm.” Doğu Batı Dergisi. 2013. Sayı: 63, ss.11-45
Mulvey, Laura. (1975) “Görsel Haz ve Anlatı Sineması” Çev. Nilgün Abisel.
https://filmkafa.wordpress.com/
Onur, Bekir. (1980). “Psikanaliz Kuramında Kadın”. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi. 1980. Cilt:13Sayı: 1, s. 78
Özden, Zafer. (2004) Film Eleştirisi: Film Eleştirisinde Temel Yaklaşımlar ve Tür Filmi
Eleştirisi. İmge Kitabevi, ss. 191-192
Tura, Saffet Murat. (1996). Freud’dan Lacan’a Psikanaliz. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, ss.174-207
Tutal, Nilgül. (2005), “İdeolojinin Konumlanma Alanı: Kristeva ve Anlamlandırılamayanla
Yüzleşme”, Doğu Batı Dergisi, Sayı: 30, Ankara, Doğu Batı Yayınları, ss. 65-77.

SON YAZILAR

Kuru Otlar Üstüne: Antagonist olarak dişil enerji

Nuri Bilge Ceylan’ın 2023 Cannes Film Festivali’nde prömiyer yapan son filmi Kuru Otlar Üstüne, yönetmenin sinematografisinde takip ettiğimiz “aydının taşra sıkıntısı” olarak da tanımlanabilecek halini...

Vakıf üniversitelerinde neler oluyor?

Üniversiteler tüm bileşenleriyle, emeğin ve bilginin kendini her an yeniden var ettiği mekânlardır. Üniversiteler eskiden beri hep toplumun aklı ve vicdanı olarak görülmüştür. Bu günlerde...

EŞİK: Kadın ve kız çocuklarını hayattan koparamayacaksınız, ev köleleriniz yapamayacaksınız

Eşitlik için Kadın Platformu (EŞİK) kız çocuklarının okullaşmasını teşvik adı altında, kız okullarının açılması yani karma eğitimin baltalanması hakkında açıklama yayımladı. Karma eğitime son vermenin...

Sus(ma)mak! İnan(ma)mak!

Gündem şu an bu iki kavramdan çok da bağımsız bir noktada değil. Size şimdi ufak bir düşünce egzersizi yaptırmak istiyorum. Bana katılabilirsiniz veya eleştirmek istediğiniz...
Kasım Keskin
Kasım Keskin
"Ölümle başkalaşmayı" dört gözle bekleyen

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol