Nanoteknoloji dediğimiz, mikroskobik boyutlardaki maddelerin teknolojisi bilim alanına katıldığından beri, bilim insanları kanser tedavisi için umut verici tedaviler geliştirmeye başladı. Altınla kaplı nanoparçacıkların kanserli hücreye alındığı ve daha sonrasında Truva atı gibi içinde bulunan kanser ilacını hücreye saldığı yeni yöntem, belki de çağımızın vebası kansere bir çözüm getirebilecektir.
Harvard Üniversitesi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden bir grup bilim insanı, yani Natalie Artzi ve iş arkadaşları, kanser tedavisi için adeta bir Truva atı geliştirmişler. Truva atını hatırlar mısınız? Hani şu Odysseus’un hediye olarak Truva Kralı’na gönderdiği ahşaptan yapılma koca at. Hediyenin tahtadan bir at heykeli olduğuna inanan kral, Truva atını surlardan içeri alınca, koca tahta heykelin içine saklanmış askerler birden ortaya çıkıp, her yeri yakıp yıkıyordu.
İlacın tasarlanmasında benzer bir yolu izleyen bilim insanları, kanser ilacını altınla kaplayıp, dış yüzeyine de, sadece kanser hücrelerine ait bir moleküle bağlanacak başka bir molekül ekliyorlar. Böylece kanser ilacı sağlıklı hücrelere zarar vermek zorunda kalmıyor. Bildiğiniz gibi klasik kanser terapilerinde hastaların saçları dökülür ve bağışıklık sistemi çöker. Bunun başlıca sebeplerinden biri de tedavilerin kanser hücreleri kadar sağlıklı hücreleri de öldürmesidir.
Artzi ve ekibinin geliştirdiği ilaç ise kanser ilaçlarına ait üç probleme birden aynı anda çözüm getirmektedir.
Öncelikle kanser hücresinin ilacı dışarı atmak için ihtiyaç duyduğu mesajcı RNA (mRNA)’ya bağlanıp onu etkisiz hale getiriyor. Mesajcı RNA’yı bir ulak gibi düşünebilirsiniz, DNA tarafından protein sentezleme fabrikasına (ribozom) yollanan mRNA, fabrikaya gidip ilacı dışarı atmak için üretilecek proteinin tarifini veriyor. Mesajcı RNA’ya bağlanması için tasarlanmış karşıt RNA bantları altın elementine bağlandığında, daha kararlı bir hale gelerek hücrenin içine kadar bozulmadan ilerleyebiliyor. Hücrenin içine girdiğinde ise ribozoma doğru yola çıkmış mRNA’yı yolda yakalayıp etkisiz hale getiriyor.
Ayrıca altın, insan hücrelerine zararlı olmadığı için geçtiği yerlerdeki dokularda zehirlenmeye sebep olmuyor.
Tasarlanan ilacın sadece kanserli hücreleri tanıyıp, sadece onlara yönelmesi zaten oldukça güzelken, aynı zamanda bu tasarım, hedefine vardığında hücrenin ilaca bağışıklık sağlayan genlerini de etkisiz hale geliyor. Yani kanser hücrelerine bu ilaç karşısında yok olmaktan başka bir çare kalmıyor.
Tümörlü fareler üzerinde yaptığı deneyde Artzi, tümörlerin sadece iki haftada yüzde 90 azaldığını görmüş. Nanoparçacık teknolojisiyle ve morötesi ve kızılötesi ışınların kullanılmasıyla, kanser hücrelerini vücutta saklandıkları yerde tespit etmek de artık daha kolay.
Bilimin bugüne kadar geliştirdiği pek çok imkanı birleştirerek ortaya çıkarılmış bu kanser ilacı, henüz daha tıp alanında yerini almamış olsa da, gelecek yıllarda geliştirilmeye de devam edilmesiyle, en azından bazı kanser türlerine karşı kesin bir çözüm olacağa benziyor. Umarım bilim insanlarının heyecanları ve çabaları boşa çıkmaz ve kanser, sevdiklerimizi bizden alan bir hastalık olmaktan çıkar.
Kaynak: Cosmos Magazine
Deneylerin hayvanlar üzerinde yapılması en kolay ve ucuz yol olduğu için tercih ediliyor. Bu konuda muhalefet yapıldığı takdirde de “bilim için her şey mübahtır” şeklinde bir tepkiyle karşılaşmak mümkün. Kişisel fikrim bundan daha güzel yollar bulunabileceği veya bilim için gönüllü insanların denek olarak kullanılmaları. Bilemiyorum, bu konuda karar vermek her ne kadar zor da olsa, her yıl bilimsel çalışmalar için milyonlarca canlı öldürülüyor. Hatta bizzat arı kolonilerinin neden çöktüğünü araştıran laboratuvarlarda bile her gün onlarca arı öldürüldüğüne şahit oldum. Açıkçası zaten azalan bir türü kurtarmak için öldürmek garibime gitmedi değil. Yalnız gazete olarak haberi içeriğini değiştirmeden size vermekle sorumluyuz.