Sanal parçacık sıradan parçacıkların özelliklerini sergileyen fakat sınırlı bir süre var olan geçici dalgalanma olarak tanımlanır. Sanal parçacık kavramı, sıradan parçacıklar arasındaki etkileşimi, sanal parçacıklar arasındaki değiş tokuş olarak tanımlayan kuantum alan teorisinin problemini çözüm kısmında ortaya çıkar.
Sanal parçacıklar genellikle parçacık-antiparçacık çifti olarak tanıtılır. Bu çift çok kısa bir süre için var olur ve sonrasında birbirlerini yok eder. Bazı durumlarda, birbirlerini yok etmelerine fırsat vermeden dış kuvvetle ayrılıp birer gerçek parçacık haline gelebilirler.
Evrenin toplam enerjisi sıfırdır ve enerji giriş çıkışları evrende değişimlere sebep olur. Big Bang teorisinde de genişlemeye sebep olanın, sisteme giriş yapmış çok küçük miktardaki enerji olabileceği belirtilir. Hatta kimi çevreler, buna, sanal parçacıkların sebep olduğunu savunur.
Sanal parçacıkları anlamaya çalıştığımızda tıkanabilir ya da bambaşka çıkarımlarda bulunabiliriz.
Zıt yükler birbirini çeker, aynı yükler ise birbirini iter. Sanal parçacıklar atomdaki nükleer enerjiye sebep olan parçacıklar ise, casimir kuvvetinde yine atomları bir arada tutan etki ise ve nötr plakalar arasında dahi çekim kuvveti oluşturabiliyorsa o zaman itme ya da çekme kuvveti yoktur, onun yerine arada etki sağlayan sanal parçacıklar vardır demeliyiz.
Her şey arasında bir etki vardır. İtme ya da çekme aslında yoğun bir etki alanının varlığının göstergesidir. Sanal parçacıklar, gerçek parçacıklar arasında etkileşim sağlıyorsa bu etkiyi oluşturmadaki temel bilinç ve bilgi nedir?
Her şeyin bütünsel bir yapı ile evrende hareket edip dağılmadığını görüyoruz. Bir kuvvetten ziyade bir elektrik akımı verilmiş devrelerin birlikte çalıştığı sistem gibi bir ilişki olduğu göze çarpıyor. Her atomunun bilgisi olduğunu da hesaba katarsak, sanal parçacıklar aslında bizim fiziksel gerçekliğimizin çok ötesinde bir sistemle çalışıyor.
Uzayda çok kısa anlarda var olup yok olan sanal parçacık çiftlerinin evrenin toplam enerjisini etkilemesi ve çok küçük değişikliklerin dahi fiziksel yasaları değiştirebileceğini kuantum fiziği bizlere öğretiyor. O zaman nasıl oluyor da anlık süreçlerde aniden var olup yok olan bu parçacıklar sistemi etkilemiyor?!
Buna farklı bir açı ile yaklaşalım şimdi. Çoklu evrenler kuramı, birbirine bağlı birçok alternatif evren olduğunu açıklar. Stephen Hawking de çevremizde gözle görülemeyecek kadar küçük solucan delikleri olduğunu söyler. Eğer sanal parçacıklar, görünür evrendeki gerçek parçacıklar arasında etkileşim sağlıyorsa ve bu etkileşimin özüne baktığımızda dengeyi sağlayacak bütünlüğü kuran bir mekanizma ile çalışıyorsa bu parçacıklar yani aslında etki buraya nasıl geliyor?
Şimdi sanal parçacıkları uzayda gözlemleyip dünyadaki durumu ile bağlantısını kuralım. Evrende çok küçük bir enerji değişiminin dahi farklı durumları oluşturması gerekirken bu parçacıklar uzayda oluşup oluşup yok oluyor ve evrende hiçbir problem çıkmıyor. O zaman şöyle bir durum oluşmalı, bu sanal parçacıklar siteme giriş yaparken sistemden de çıkış olmalı ve bu girdi çıktı dengesi eş zamanlı gerçekleşmeli.
Bizler atomlardan oluşuyoruz ve insan olarak bilinç düzeyimizde gelişim ve dönüşüm sağlamak için çabalıyoruz. Bu durumu ‘’bilinç evrimi’’ diye tanımlarsak, aslında daha üst frekanslara geçerek evrim geçiren atomlarımız. Atom bilgi olduğuna göre sistemi kontrol eden de atomların düzeni ve düzenlemeleridir.
Kapalı bir evrende bir atom düşünün. Karşılaşıp birleşebileceği atomlarla birleşmiş, ayrılmış, sonra başkalarıyla bütünleşmiş, başka atomlara dönüşmüş ve bu süreç böyle devam etmiş. Deneyimleyebileceği tüm olasılıkları deneyimleyip (kendi yapısına uygun olan) tüm olasılıkları tüketmiş. Böyle bir durumda etkileşim halinde bulunduğu tüm atomlardan bilgi aktarımı gerçekleşir. Edinimleri sonucunda frekansı ve dalga boyu değişir. Çok yüksek bir frekansa ulaştığında solucan deliği oluşturup evrenimize bağlı olan başka bir alternatif evrene geçiş yapabilir. Aynı şekilde başka bir evrenden de aynı anda, bu atoma bağlı olan başka bir parçacık bizim evrenimize geçiş yapabilir ve bu durum bir salyangoza benzer şekilde birbirine bağlı olan spiral şeklindeki evrenler arasında döngüsel bir sıçrayışı sağlayabilir. Bu şekilde birbirine bağlı olan evrenler arasında gerçekleşen giriş çıkışlarla sistemin toplam enerjisi de korunmuş olur; çünkü yer değiştiren parçacıklar birbirlerinin enerji açığını kapatacak enerjiye sahiptir.
Birbirine bağlı bu evrenleri gözünüzün önünde canlandırdığınızda başlangıç ve bitiş noktası olmayan bir hortumu da andırabilir. Ancak bunun daha komplike ve birbirine bağlanmış sanal köprülerle oluştuğunu düşünerek hayal edin. Bu sonsuz boyutlu, derinliği olan bir hologramı andıracaktır.
Stephen Hawking’in belirttiği, çevremizde bulunan solucan delikleri de görünür parçacıklar ile sanal parçacıklar arasında bağlantıyı sağlayabilmek için, sanal parçacıkların kendi frekansları ile oluşturdukları köprüler olabilir. Yani uzaydaki durum yer küreye de uyarlanabilir. Yalnız bu durumda sisteme giren sanal parçacık etkileri yine aynı evrenin içinde gerçekleşen etkilerle olmalı, yoksa yine evrenin toplam enerjisinde dalgalanmalar gerçekleşir. O zaman şöyle bir soru sorabilir: bilinç evrimi gerçekleştirmeyen bir parçacık bunu hangi bilinç ve bilgi ile gerçekleştirmiş olabilir? Kendisinin fark edip harekete geçmesi gereken bir durum olduğunu belirtirsek gidip etkilemesi gereken yerdeki parçacıklar ile bağlantısı olmalı. Bu durum da, bu parçacıklarla önceden etkileşmiş olması gerektiği sonucunu (kuantum dolaşıklık) ortaya çıkarır.
Sanal parçacıklar dünyasına girdiğimizde Dünya’da ve uzayın herhangi bir yerinde, aslında sürekli her şeyle bağlantı kuran, solucan delikleri oluşturan ve kendisini tanımlayan bir oluş ile karşılaşırız. Eksik kalan birçok etkileşimi tanımlayan sanal parçacıkların temel düzeyleri daha anlaşılır hale geldiğinde belki de çok farklı kapılara açılan gelişmelere imza atacağız. Olan ve olmayan arasında çok ince bir çizgide yer alıp her şeyde kendisini tanımlayıp ifade eden bu parçacıklar kendimizi anlamamıza da çok farklı şekillerde yardımcı olacaktır. Sadece biraz daha küçük boyutlara, kuantum boyutlara inip kendimizi gözlemlemeliyiz.