21’incisi düzenlenen Gezici Festival’in bu seneki “Güvencesiz Hayatlar” isimli bölümünde, Stéphane Brizé’ın yazıp yönettiği İnsanın Değeri (La loi du marché / The Measure of a Man) filmi ile baş başaydık. Filmin başrolündeki Vincent Lindon, bu filmde gösterdiği performans sayesinde Cannes Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü almıştı.
Açıkçası; filmin başlangıcında, yorgun olmamın da etkisiyle, bir süre sıkıldığımı ve uykumun geldiğini itiraf ediyorum. Normalde böyle bir huyum yoktur, fakat filmin baş kısımlarındaki durgunlukla yorgunluğum güçlerini birleştirdiler sanırım. Sonrasında bu durgunluk durumu değişti mi? Bence, kesinlikle hayır. Film, durgunluğun da ötesinde muazzam sıradandı, ama yönetmenin istediği de filmde tam olarak bu sıradanlığı yansıtmak olabilir mi? -Evet.
Yaklaşık iki senedir işsiz olan Thierry Taugourdeau, ailesini geçindirmek için yeni beceriler edinmeye çalışmaktadır. Farklı sektörlerin işe alım mülakatlarına girmesine rağmen bir türlü işe alınmayan Thierry, en sonunda bir süpermarkette güvenlik görevlisi olarak işe alınır ve çalışmaya başlar. Bir süre halinden memnun olarak hayatına devam eder ki hatta bankadan yeni bir kredi bile çeker. Fakat; çalışanlarının işten çıkarılmak için zayıf noktalarının arandığı, fakir ve muhtaç insanların sürekli göz önünde olduğu bir iş yerinde huzurlu olunur mu?
Başrol oyuncusu Vincent Lindon dışındaki tüm oyuncuların amatör olduğu film, günlük yaşamın sıradanlığını ve normalliğini oldukça güzel bir şekilde yansıtıyor. Vincent Lindon, uzun zamandır işsiz olan birinin omuzlarındaki yükü adeta izleyicilere de taşıttırıyor.
Film; iş görüşmesinde, işe girerken, çalışırken vs. insana hiç değer verilmediğini anlatıyor. Herhangi bir iş yerinde çalışan herhangi bir insan aslında insan bile değil, dönen çarkın küçük bir parçası sadece. Ve en ufak teklemede çok rahat bir şekilde değiştirilebilecek bir parça.
Filmin adının, Fransızca’dan birebir çevirisi “Pazarın Kanunu” olduğunu not düşmeden olmaz. (Orijinal adlar, tabii ki de orijinal oldukları için daha iyidir.) Gerçekten de filmin her anında “kendimizi ne kadar iyi pazarlarız” gibi anlamsız bir yarış, karmaşa, kaos, saçmalık hücrelerimize kadar işleniyor. Yönetmen Stéphane Brizé, pazarın kanununun iğrenç ve acımasız olduğunu çok “sıradan” bir şekilde izleyiciye aktarıyor.
Kapitalizm; kendi kişiliğinden ödün verebilen, her şeyi ama her şeyi sorgulamadan kabullenen, olaylara tek açıdan bakan, sürekli “başarı” odaklı, acımasız, beyinsiz robotlar yaratıyor. Bu sistem değişmedikçe, çalışma hayatının olduğu her yerde bu durum aynı kalacak. İnsanlık olarak bu sarmalın içerisinden kurtulabilecek miyiz? Bir gün doğamıza dönebilecek miyiz?