Ankara’nın başarılı progresif / psychedelic / post rock grubu Renk, 1 Mart akşamı Parya ve Paranoya’yla birlikte 6:45KK’da sahne aldı. Vokal / gitarda Anıl Kahvecioğlu, elektro gitarda Gökhan Şensönmez, bas gitarda Kemal Türkeri, klavye / geri vokalde Sezin Kahvecioğlu, saksafonda Ekin Özek ve davulda Eren Özgün’den oluşan grupla konser öncesi keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Hoşgeldiniz. Öncelikle bizlere grubun kuruluş aşamasından kısaca bahseder misiniz? Bu bağlamda ilk tekliniz “Sonsuz Karmaşa”nın hikayesini ve sizlerde yarattığı hissiyatı da kısaca özetleyebilir misiniz?
Anıl: Kemal’le tanışmamız internet üzerinden gerçekleşti. Onunla tanışmadan önce de bir müzik grubum mevcuttu; fakat grup yalnızca coverlar üzerinden ilerliyordu. Grubun basçısının şehir dışına yerleşmesi üzerine Kemal’i buldum. O zaman da niyetimiz coverlara devam etmek; King Crimson, Pink Floyd çalmak yönündeydi. Ne var ki Kemal’in gelmesiyle klavyecimizin ve vokalimizin gruptan ayrılması bir oldu. Gökhan da yalnızca ara ara provalara katılmaya fırsat bulabiliyordu. Bir süre sonra Gökhan, ben, Kemal ve o dönemki davulcumuz bir araya geldik ve neler yapabileceğimizi düşünmeye koyulduk; böylelikle de besteler üzerinde yoğunlaşma kararı aldık. Elimizde hali hazırda bir şeyler vardı, zamanla da beste işinden çok keyif aldığımızı fark ettik. “Son Defa” ve “Özgürlük” de o dönemden; yani 10 sene öncesinden kalma besteler. Şarkılarımızın hepsinde önceki davulcumuz Erolcan’ın da büyük payı var. Genel konsepti hep birlikte oluşturduk.
Gökhan: Anılların aklında her zaman bir albüm fikri mevcuttu; yani “Sonsuz Karmaşa” için de tam anlamıyla tekil bir şarkı diyemeyiz. O zamanlar, lisansımın son senelerinde, bir konsept albüm fikri daha da çok aklımıza yattı. Grup elemanları olarak sıklıkla Kızılay’da buluşup albüm hakkında tartışmalar yürütmeye, besteler yapmaya, provalar almaya başladık.
Albümün net bir hikayesi yok; fakat şarkıların sıralanışında duygusal bir tutarlılık söz konusu. “Sonsuz Karmaşa” da tekli olarak çıkmış olmasaydı albümün bir parçası olacaktı. O dönemlerde albüm öncesi bir adet tekli çıkarmak modaydı, bizler de “Sonsuz Karmaşa”yı tekli olarak çıkarmakta karar kıldık. Teklimiz 2016’da; albümümüz ise 2020’de çıktı. Şarkı albümün içinde yer alanlardan oldukça farklı; hikayesinde de pek bir benzerlik olduğu söylenemez.
“Sonsuz Karmaşa” bizlere kayıtlar esnasında nelere dikkat etmemiz gerektiği noktasında yol gösterdi. Aynı zamanda nasıl bir tarz istiyor olduğumuzu da daha net bir biçimde görmüş olduk. Bu noktada bizler için çok anlamlı.
“Renk” adı bende çok yönlü ve çok güzel çağrışımlar yaratmakta. Kendi adıma konuşacak olursam bende yarattığı ana çağrışım şu yönde: Her türlü karanlığa inat bütün güzelliğinizle, rengarenk karakterlerinizle ve rengarenk müziğinizle buradasınız. Peki sizin için “Renk” kavramı ne ifade ediyor?
Sezin: Renk müzik grubunun kuruluş aşamasında grubun arkadaş çevresine dahildim. “Renk” ismini duyduğumda aklıma gelen ilk kavram LGBT oldu. 2013 senesiydi ve Bilkent’te sürekli olarak bu konuda tartışmalar dönüyordu. Grubun adı benim çok hoşuma gitti; çünkü “renk” çok kapsayıcı bir kelime. Her şeyin iyisini kötüsünü, karanlığını aydınlığını, gökkuşağını kapsayan bir isim. Bu anlamda benim için çok değerli, ismimizi seviyorum.
Gökhan: Polonya’ya gittiğimizde kafamda oluşan düşünce “Renk” adının basit ve anlatılabilir, anlaşılabilir olduğuydu. Esasında renk uluslararası bir kavram. Bu yüzden isim olarak çok hoşuma gidiyor.
Eren: Hayatta hissettiğiniz veya ifade etmek istediğiniz her şeyin belirli bir renk karşılığı var. Mutluluğu da mutsuzluğu da, karamsarlığı da arada kalmışlığı da belirli renkler çerçevesinde ifade etmeniz mümkün. Anlatmak istediğiniz her şeyi içinde barındıran bir kavram. Gökhan’ın söylediği üzere aynı zamanda uluslararası.
Bana kalırsa tek sıkıntısı tavsiye edilmesi halinde internet üzerinde zor bulunuyor olması; çünkü “renk” kavramı karşınıza binlerce sonuç çıkarabiliyor. Buna rağmen akılda kalıcı ve güzel bir isim.
Anıl: İsmimizin pazarlama açısından oldukça kötü olduğunu belirtmek durumundayım. Kendi aramızda ismimizi değiştirmek noktasında pek çok tartışma yürütmüşlüğümüz de var. “Renk” ismindeki “e” harfinin yer yer açık okunuyor olması, Eren’in de belirtmiş olduğu üzere internet üzerinden aratılması halinde anında bulunamaması gibi sıkıntılar mevcut; fakat ben yine de ismimizi çok seviyorum. Yaklaşık 15 senedir müzikle uğraşıyorum ve bu seneler içerisinde psikolojik anlamda, duygusal bağlamda ve müzikal açıdan farklı farklı renkleri tecrübe ettim. Bu da ismi kendi açımdan daha anlamlı kılıyor.
Ekin: İçinde bulunduğum projelerde bir hikaye anlatma ihtiyacı duyuluyor olmasından büyük keyif alıyorum. “Renk”te de böyle bir ihtiyaç var. İsmimizin farklı bir duyuyu; yani müzik dışı bir şeyi de çağrıştırıyor olması çok hoşuma gidiyor. Kelimenin içeriğinde bir şeylerin tasviri mevcut; burada görsellik de söz konusu. Yapılan müziğin ruhunu en güzel biçimde açıklayan kelimelerden bir tanesi. Bana kalırsa başka bir isimle olmazmış.
“Renk” gibi isimler grup ve dinleyici arasında bir iletişim aracı görevi görebiliyor; çünkü ucu açık ve kitle isme kendi anlamını yansıtıyor. Dinleyiciye dayatılan bir anlam yok. Kişi anlamı kendi başına üretiyor.
Biraz da albümünüzün ortaya çıkış sürecinden bahsedelim. “Kıyı” albümünün hazırlık süreci nasıl gelişti? Karşılaştığınız zorlukları; aynı zamanda keyifli anları bizlerle paylaşır mısınız?
Anıl: Aslında grubun başlangıcı albümün de başlangıcı oldu. “Son Defa”, “Mekanik Hayat”, “Özgürlük” gibi pek çok şarkımız o ara çıktı. Albüm sürecine girdiğimiz dönemde sürekli farklı şeyler denedik. Örneğin “Son Defa”nın girişini defalarca değiştirmiş; her konserde de farklı çalmışızdır. O zamanlar klavyecimiz de olmadığından ötürü her şeyi gitar üzerinden deniyorduk. Gitarla neler yapılabileceğini en iyi o dönemde öğrendim.
“Kıyı”ya da bu psychedelic öğeler çok yansıdı. Bizler açısından çok avantajlı bir dönem oldu. Pek çok yerli grupta göremediğimiz müzikal öğelerin ortaya çıkışı da sürekli yeni şeyler denemiş olmamızla birebir bağlantılı.
Albümün konsept fikri interaktif gelişti. “Kıyı” kendi aramızda yaptığımız beyin fırtınaları, yürüttüğümüz fikirler sonucu ortaya çıkan bir albüm. Albümü en ince ayrıntısına kadar birlikte yarattık. Tam da bu yüzden şarkıların kayıt aşamasından çok stüdyo sonrası bir arada oturduğumuz ve albüm hakkında her şeyi tartıştığımız anlardan keyif aldım. Eminim ki bu noktada grubun diğer üyeleri de benim gibi düşünüyorlardır.
Bu arada bizler stüdyo noktasında çok tecrübesizdik, prodüksiyon hakkında da pek fikir sahibi değildik; bu yüzden röportajı okuyan genç müzisyen arkadaşlara bir tavsiyem olacak: Olur da bir gün kayda girecek olursanız iyi hazırlanın, iyi çalışın, ondan sonra girin. Aksi takdirde kayıt süreci insanı müzikten bile soğutabilir. Ayrıca bana kalırsa her müzisyen kendi prodüksiyonunu kendi başına yapmalı. Hepimiz bunun farkına albümün yapım aşamasında vardık.
Gökhan: Klavyecimiz gruptan ayrıldıktan sonra epey zorluk çektik. Ankara’da yeni bir klavyeci bulmak neredeyse imkansızdı ve Anıl’ın yazmış olduğu besteler, içeriğinde klavye barındıran bestelerdi. Yeni bir şeyler denemeye oldukça niyetliydik; fakat bunu nasıl yapacağımıza dair bir fikrimiz yoktu. Elimizdeki tek enstrüman gitardı. “Neler yapabiliriz?” diye düşündüğümüz o aşamada ortaya çok deneysel işler çıktı. Bu işlerin tamamının iyi olduğunu söylemek zor; o ara ortaya çıkarmış olduğumuz işlerden kimileri de eminim ki dinleyici kitlesi açısından zaman zaman rahatsız ediciydi.
Sonrasında bu deneysel işlerimizin hepsini harmanlayıp bir konsept haline getirdik. “Kıyı” albümünün bestelenmesi aşaması son derece keyifliydi. Üniversite dönemindeydik, zaman kavramımız yoktu ve Anıl’ında söylemiş olduğu üzere sıklıkla bir araya gelip tartışmalar yürütüyorduk. Üzerimizde bilmemenin verdiği bir cesaret de mevcuttu; bu yüzden de keşfettiğimiz her yenilikten heyecan duyuyorduk. Hepimiz tiyatroya, felsefeye, edebiyata ilgiliydik; sanata yatkınlığımız vardı. Bu yüzden de her tartışmamızda yeni ve farklı fikirler ortaya çıkıyordu. Bu yüzden de albümü hikaye açısından soyut bir noktada bıraktık. Ardından kayıt işleri başladı. Tam o esnada Erol Can Almanya’ya taşındı, yeni bir davulcu aramak durumunda kaldık. Albüm çalışmalarına başlamak niyetindeydik; çünkü Polonya’ya gittiğimizde ve insanlar bizlere “Sizin albümünüzü almak istiyoruz.” dediğinde bunun öneminin farkına varmıştık. O gün albümsüz bir grubun daha öteye gidemeyeceği hissiyatına kapılmıştım.
Albümün yapım aşaması seneler sürdü. Sürekli değişiklikler yaptık. Stüdyoda teknik problemlerle karşılaştık. Aynı zamanda stüdyo konusunda çok tecrübesizdik. İş uzadıkça uzadı, üzerimizden gitmek bilmeyen bir yüke dönüştü. Tabii bu esnada çalışıyor veya okuyor olduğumuz için zaman açısından sıkıntılar ve uyuşmazlıklar yaşamaya başladık.
Sezin: Zamansal açıdan sıkıntılarımıza, teknik sorunlara rağmen ortaya çok güzel, gurur duyulacak bir iş çıktı.
Albümün kapağı oldukça dikkat çekici. Fikir kimden çıktı? Tasarım kim tarafından gerçekleştirdi?
Anıl: Biz en baştan beri albümün kapağının çok anlamlı olmasını ve bir çizim üzerinden gitmesini istiyorduk. Onur Kılıç adında bir dinleyicimiz vardı; bizi dinlemeye başladığı dönemlerde 15-16 yaşındaydı. Bir gün internet üzerinden bizlere ulaştı, “Sizleri çok sevdim ve sizler için bir şeyler çizmek istiyorum.” yazdı. Bizlere birkaç resmini attı, şaşırdık. O dönemde bile çok yetenekliydi. Sonrasında iletişimi hiç koparmadık. Bizler için afiş yaptı ve müthiş işler ortaya çıkardı. Kendisini çok severiz. Onur tam anlamıyla sanatçı ruhlu; yaptığı her şeyin içerisinde sanat barındırıyor. Her konuda çok yetenekli. Albüm kapağımızı yapan da o. Bu arada kapağın çizimi telefon üzerinde yapıldı. Üstelik her şarkı için ayrı bir çizim de bulunmakta. Ortaya hep beraber böyle bir proje koyduk, her birlikte fikir ürettik ve Onur bu fikirleri görsele taşıdı.
Sezin’le bir gün Knidos’a gitmiştik, gökyüzünün bir tarafında ay diğer tarafındaysa güneş vardı. Tepede bir deniz feneri mevcuttu. Onu gördüğümde albüm kapağının da bu manzarayla bağlantılı olabileceğini düşündüm. Albüm döngüsel olduğundan ötürü güneş-ay döngüsü fikri hepimizin aklına yattı. Albüm kapağı üzerinde epey düşündük; fakat bence ortaya da çok güzel bir sonuç çıktı.
Gökhan: Kapağın üzerindeki balina fikri de benim bir düşüncem üzerine oluştu. “Mavide Boğulma” şarkısını ne zaman dinlesem bir insanın denizde boğulma sahnesi aklıma geliyordu. Bunun üzerine şarkıya bir su sesi ekleme önerisinde bulundum, ardından bu fikir kafamda balina sesine evrildi. Sonuçta balinanın her zaman melankolik bir yanı vardır. Ben balina fikrine oldukça ısındım; dolayısıyla da albüm kapağına bir balina koymakta karar kıldık. Ne var ki birkaç denemede bulunduk, hiçbirinde balina istediğimiz gibi durmadı. Başka bir şey koymak noktasına da ben sıcak bakmadım.
Geldiğimiz noktada ortaya balinayla birlikte çok güzel bir iş çıktığını düşünüyorum. Kapak, albümün içerisindeki her şeyi kapsıyor.
2016 yılında Polonya’da “Teraz Turcja” programı kapsamında vermiş olduğunuz bir de konser mevcut. Peki Polonya hikayesi nasıl başladı?
Gökhan: Facebook’un aktif kullanıldığı zamanlarda orada bir sayfamız mevcuttu ve bizleri sevenler ara sıra oradan yazarlardı. Mesaj atan dinleyicilerimizden bir tanesi bizlere İngilizce bir şeyler yazdı. Polonya’dan yazmış olduğunu görünce ne yazdığını merak ettik; mesajı açıp okuduk. “Sonsuz Karmaşa”nın henüz çıkmış olduğu dönemdi, kadının talebi sözleri İngilizceye çevirip onlara yollamamız yönünde oldu.
Bir gün tekrardan bize ulaştı ve “Artık Renk grubunun Polonya konserini verme vakti gelmedi mi?” diye sordu. Kadının ciddi olduğunu anladıktan sonra Polonya’dan bir arkadaşımızı aradık ve işlerin daha hızlı ilerlemesi adına yardım talep ettik. Maddi açıdan da elimizden geleni yapacağımızı; fakat bir miktar da katkı talep ettiğimizi yazdık. O dönem elimizden başka türlüsü gelmiyordu; fakat yurtdışında çalmayı da çok istiyorduk. İlginç bir biçimde onlar bir noktadan sonra her şeyi karşılamaya başladılar. Açıkçası bunu beklemiyorduk.
Büyük ihtimalle yurtdışından gelmiş olduğumuzdan ötürü insanlar tarafından çok güzel karşılandık. Konaklama, yemekler, transfer noktasında her şey mükemmel ilerledi. Aynı zamanda hayatımda ilk defa 15-20 dakika içerisinde ses provamızı tamamladık.
Anıl: Etkinlik Türkiye’ye dair bir etkinlikti ve CerModern gibi bir yerde gerçekleşti. Sergi, sinema, konser salonları bulunan kocaman bir alandı. Biz vardığımızda bir tarafta bir kadın dans ederken diğer tarafta Nuri Bilge Ceylan filmi gösteriliyordu.
Bir noktada çok hazırlıksızdık; çünkü ilk defa yurtdışında konser vermeye gidiyorduk. Enstrümanların uçakta nasıl taşınacaklarına dair bir fikrimiz yoktu örneğin. Bir yerde enstrümanlar için ekstra koltuk alındığını okumuştuk, gerçekten de öyleymiş. Anında bizlere dört koltuk daha alındı, şaşırdık. Tahminimce etkinliğin bir sponsoru da mevcuttu.
Sezin: Anıl Polonya konserini her zaman geçirdiği en güzel konser olarak değerlendirir. İnsanların ilgiyle, oturarak, hiç konuşmadan dinlediği bir konser olmuş. Albüm sanatsal olduğundan ötürü bu şekilde dinlenmesi esasında büyük önem taşıyor. Bu durumu ülkemizde yaratmak ve ona göre mekan bulmak oldukça zor.
Türkiye açısından konuşacak olursak oldukça nadir karşılaştığımız bir müzik tarzı icra etmektesiniz. Kendi alanınızda kayda değer bir başarı yakalamış durumdasınız. Güzel işler yaratmak adına büyük emek sarf ediyorsunuz. Peki ülke genelinde aldığınız geri dönüşler ne yönde?
Eren & Gökhan: Farklı farklı şehirlerden dinleyicilerimiz bizleri zaman zaman şehirlerine çağırmaktalar. Örneğin daha kısa süre önce Artvin’den böyle bir talep aldık. Böyle durumlarda elbette mutlu oluyoruz. Ara sıra insanların aniden, beklenmedik bir anda karşımıza çıkıp “İmzanızı alabilir miyiz?” diye sormaları veya “Ben sizin hayranınızım.” demeleri çok güzel bir his. Kimi zaman herhangi bir masada “Renk” hakkında bir sohbet açılıyor ve insanlar bizlerden çok güzel bahsediyorlar. Az; fakat kesinlikle öz bir kitlemiz var ve bu bizi mutlu ediyor.
Sezin: İcra ettiğimiz müzik açısından da kendi açımızdan da herhangi bir popülarite kaygısı gütmüyoruz. Normalde kimi konserlere çok daha fazla insan giderken bizim konserlere gelen dinleyici sayısı elbet daha az olabiliyor; fakat bu da dinleyiciyi daha değerli kılıyor ve birebir iletişimi sağlıyor. Konserimize gelen insanlar genellikle sanatımızı görmüş ve beğenmiş insanlar oluyor, bu da bizleri açıkçası çok mutlu kılıyor.
Yeni jenerasyon tarafından biliniyor olmamız da çok büyük bir mutluluk. Üniversitede ders vermekteyim, ders verdiğim öğrencilerden bir tanesinin yanıma gelip “Hocam, siz Renk’te mi çalıyorsunuz? Ben sabaha dek ‘Özgürlük’ dinledim.” dediği oldu. Beni hem çok şaşırtan hem çok mutlu kılan bir olaydı.
Anıl: Bizi seven çok seviyor. Kolay sevilebilecek bir tarz üzerinden gitmiyoruz, bize benzeyen gruplar da fazla sayıda değil. Albümü elbet beğenilmesi için yapmadık; fakat insan yine de az çok bu kaygıyı güdüyor. Bir noktada beğenilmek istiyor.
En azından bir tepki almak istiyor. Biz açıkçası albümü yaptıktan sonra büyük çoğunlukla çok güzel bildirimler aldık.
Ben albüm çıktıktan sonra birkaç kişiye yollamıştım. Harun Tekin’e yollamıştım örneğin. Bütün albümü dinlemiş, başarılı da bulmuş; fakat dinlerken korkmuş. Bu bana kalırsa çok doğal bir tepki. Ben de dışardan bir insan olarak albümü dinlesem müzikal açıdan da şarkı sözlerinden de korkabilirim. Bugün bu albümü tekrardan yapsak bu kadar korkutucu olmaz.
Gevende’nin vokali Ahmet Bilgiç çok güzel yorumlarda bulunmuştu; hatta pandemi sonrası bizlerle görüşmek istediğini iletmişti. Bana kalırsa kendileri şu sıra Türkiye çapında en başarılı gruplardan bir tanesi. Yeniliklere çok açıklar.
Bunun dışında Cynic müzik grubunun eski üyelerinden bir tanesine atmıştım, o çok detaylı bir geri dönüşte bulundu, çok güzel şeyler yazdı ve bu çok hoşuma gitti.
No Clear Mind da albüm yapımının son aşamasında bizlere çok büyük destek oldu, Vasilis’e buradan selamlarımızı iletiyoruz.
Her grubun belirli sebeplerden ötürü ötekilerine göre daha ön planda tuttuğu bir şarkı mevcuttur. Peki sizin gözünüzde hangi şarkı büyük değer ifade ediyor? Sebebini bizimle paylaşmak ister misiniz?
Gökhan: Ben dinleyici olarak “Mavide Boğulma” derim; fakat herkesin ortaya çıkıp çok güzel işler yarattığı şarkı bana kalırsa “Kırmızı”. Şarkıda sürekli olarak bir şeyler değişti; fakat kayda giren hali çok iyi oldu. Bence “evrimleşmek” kelimesini bu noktada tam anlamıyla yansıtan bir şarkı.
Eren: Benim sürecim çok değişti. Ben Renk grubuna inanılmaz bir hayranlıkla başladım. “Mekanik Hayat” albümün ağırlıklı yapısına aykırı olduğundan dolayı hoşuma gidiyordu. Enstrümantal, gürül gürül gelen bir şarkı. Grupta çalmaya başlamamla birlikte “Mavide Boğulma” epey öne geçti. Davulda çalması çok keyifli. Gökhan’ın da demiş olduğu üzere dinlerken de keyif veriyor. Şu an için kesinlikle “Mavide Boğulma” ve “Kırmızı” diyorum.
Ekin: Benim albümde en sevdiğim parça uzun süre boyunca “Son Defa”ydı. Şu anda canlı performanslarımız albümden tamamıyla farklı. Grupta saksafoncu yoktu, ben saksafoncu olarak geldim. Kesinlikle dinlerken ve çalarken her ayrıntı çok fark ediyor. “Son Defa” benim gözümde albümü toparlayıcı bir görev de görüyor. Çalmayı en çok sevdiğim parçalar ise “Sonsuz Karmaşa” ve “Mavide Boğulmak”.
Anıl: Benim en sevdiğim şarkı “Son Defa”; çünkü hayatımda yapmış olduğum ilk şarkı. Ondan önce de şarkılar yapmıştım; fakat her şeyiyle tam teşekkülü, gerçek anlamda içime sinen ilk şarkım bu oldu. Müzikal olarak da çok seviyorum, sözleri de çok güzel; fakat 15 sene önce beni bu serüvene başlatan şarkı olduğu için apayrı bir yeri mevcut.
“Mavide Boğulma” noktasında ben de hemfikirim; çok güzel bir şarkı. Mavi en sevdiğim renk ve maviyle bana her şey daha anlamlı geliyor.
Bana şu an en anlamlı gelen şarkı “Kırmızının Külleri”. Albümde bu kadar kontrast olan başka bir şarkı yok. Pasif agresif diyebileceğimiz bir şarkı. Sözleri çok güzel ve sözler açısından beni çok etkileyen yanları var. Fakat aynı zamanda öfkeli de bir şarkı; diğer şarkıların hiçbirinde böyle bir öfke unsuru yok. Bugün benim de öyle bir yanım yok; bu yüzden şarkı bana tam da 20’li yaşlarımı anlatıyor.
Sezin: Albümden önce “Son Defa” ve “Kırmızının Külleri” kendi adıma çok değerliydi; fakat albüm çıktıktan sonra dinlemeye doyamadığım, çalarken de büyük keyif aldığım parça “Kırmızı” oldu.
İlerleyen süreç için yeni projeleriniz mevcut mu? Eğer mevcutsa bunlardan kısaca bahseder misiniz?
Anıl: İkinci albüm için konsept konuşmaları yaptığımız esnada albümlerin başrollerinin genellikle hep erkek olduğundan bahsettik. Kitaplarda da bu sıklıkla karşımıza çıkan bir durum. Bunun üzerine kendi aramızda, “O halde bizim albümümüzde başrol kadın mı olsa?” diye bir tartışma başlattık. Henüz ortada bir şey yok; fakat bu noktada Sezin’i biraz daha ön planda tutmak da istiyoruz.
Bunun dışında beni albümden daha da çok heyecanlandıran bir projemiz mevcut. Biz felsefeyle ve müzik dışı sanat dallarıyla da ilgilenen insanlarız. Örneğin önceden ODTÜ’de verdiğimiz konserlerde arkamıza bir perde asar, insanlara konser esnasında kısa filmlerden sahneler izletirdik. Bizim amacımız yalnızca albüm yapmak değil; aynı zamanda resimle, edebiyatla, sinemayla bağlantılı olarak da insanlara güzel şeyler aktarmak. Bu sergi meselesi de aslında tam olarak bu düşüncelerle ortaya çıktı. Ressamımız Onur Kılıç. Sergi tamamen “Kıyı” albümü içerisinde yer alan hikayelerle bağlantılı.
Fikir ilk etapta bana çok olası gelmedi; çünkü maliyetli bir iş söz konusu. Tam da ben vazgeçme aşamasındayken Onur anında tuvalleri, boyaları, malzemeleri çok uygun bir fiyata ayarladı. Bir şekilde kendi aramızda para topladık, ardından Onur işe girişti.
Onur’un çok farklı, soyut bir tarzı olduğundan ötürü ortaya çıkacak resimleri çok merak ediyorduk. Gördüğümüzde hepimiz çok memnun kaldık. Resimler yeni bitti, şu an proje dosyası yazma aşamasındayız. Hepimiz çok heyecanlıyız; çünkü kendi açımızdan yepyeni bir şeye imza atmış olacağız.
O halde son sözlerinizi alalım.
Teşekkür ederiz. Çok keyifli bir söyleşi oldu.
Biz teşekkür ederiz, iyi ki varsınız!