Ruhumu bilinmeyene gönderdim.
Ölümün ötesinden iki kelam için,
Sonra sonra ruhum geri döndü.
Ve dedi ki: ”Ben, hem cennetim hem de cehennem”
– Ömer Hayyam
Dorian Gray’in Portresi kitabında, Oscar Wilde’ın dilinden düşürmediği bu dizelerin hikmeti neydi? Kitap aslında kayıp bir hazinedir edebiyatta. Franz Kafka için Dönüşüm ne ise bir ucunda da Dorian Gray’in portresi asılı durur. Müthiş bir betimlemedir, sosyal psikolojiden makro düzene sıçramış. Edebiyatın gücü, metaforun timsalini arka plana itse de insanın mutlak mevcudiyetine yaptığı vurgu fevkalade gözükmekte. İyi ve kötünün bir arada nüfuz etmesi ve hangisinin bizim eylemlerimizi yöneteceği konusunda yine bizzat bizim mazhar oluşumuz, hemfikir olduğumuz nadide bir hakikat.
İlahi boyutlarından öte, yerküreye dair birçok harikulade tasvirlerimiz, kurgularımız mevcut. Teoriler arşivine birçok ütopya taslağı sunmuşluğumuz var ancak öte yandan birçok distopik kurguyu da halihazırda yaşamaktayız ve üstelik yaratmaya da devam ediyoruz. Bir yanda yapma cennetlerimiz, bir yanda içinde yaşadığımız, etraftaki her şeyi talan ettiğimiz, tükettiğimiz cehennemlerimiz.
Psikanalizde hakim görülen Freudyen düşüncelerden birine göre, tüm eylemlerimizi iki şey komuta ediyor: Saldırganlık ve cinsellik. İlginç olan ise; ikisinin de içindeki yegane itici/çekici gücün arzu olması. Arzularımız bize hayatta kalma şansını bahşedebilecekken, diğer yandan da ömrümüzü bir avuç küle dönüştürebiliyor. Sahiplilik odağına dair, gözde bir araba ya da güzide bir yerde ev satın almak, kognitif yönelimlere dair keşifler yapmak, bilime yeni argümanlar kazandırmak, sosyal yaşamı daha kullanışlı hale getirebilecek progresif (ilerici) yaratımlar sağlayabilmek de şevkin görece doruklarına da çıkarabilir bizi.
Bu iki ayrım noktasında her ne kadar, pragmatikya vicdani hükmünü buyursa da kişisel veya kitlesel tercihler her daim sosyal taleplere teşvik etmiyor bürokrasiyi ve ölü yurttaşlar parlamentosunu. Hatta çoğunlukla sosyal alan, yatırımların tüketim arzına iştirak ettiğinden; üretimler, sosyal ihtiyaç ve tasarımlardan çok, kâr marjını ve tüm iktisadi süreci çan eğrisine göre dizayn etmek için gerçekleştirilecektir.
Yani sürdürülebilir evler inşa edilmesine, devletin kamusal destek sunmamasının, enflasyon yaratacağı ya da arz-talep dengelerini bozacağı, alım gücünü düşüreceği değil; kamuoyunun sosyal haklarının farkına varacağı, devletten sosyal politikalarını arttırmasını isteyeceği, daha insani şartlarda yaşamayı talep edeceği içindir. Burada parametreleri bozulan devletin değil, şirketlerin finans dengeleridir. Neo-liberal devletlerin bakanlıkları gibi işlev gören megaşirketler parlamentoda gizli oy hakları bulundurduğundan olsa gerek, bu tür sosyal politikalara red haklarını kullanırlar ve bunu asal bir çare sağlayanı diye tezahür ederler. Bir ileri demokrasi türü olan şirketokraside tümüyle yasama süreçleri aynı rutin periyotta sirkülasyona devam eder.
“Her şey şirketlerin daha fazla kazanması ve ‘milli gelir’ oranını yükseltip, bununla gurur duymamız için.”
Şirketlerin mali programlarına göre atılımlarının medyadan duyurulması, magazinleştirilmesi, siyasi, ölüm-kaza ve yurt haberlerinden hemen sonra yer verilmesi, bir spor kulübünün yeni sezon için yapacağı revizasyon çalışmaları gibi anlatılması ve bizden amigoları olarak beklentilerini sunuyor olmasının arkasında, pastadan büyük dilimi alırken “Hakkınızı helal edin”, “Her şey sizin sayenizde” demelerinin daha tiyatral bir hâli, hepsi bu.
Piyasacılığın (commercialism) fırsat eşitsizliğine ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe rağmen domine ettiği, kazanma ve başarı hırsı ile nasıl bir sosyal yaşam inşa edebiliriz? Neo-liberal piyasa bize, eğer kampanyalı ürünleri alırsak, doğa veya sosyal projeler için yeterli faydayı sağlayabileceğimize inandırmaya çalışıyor. Elden gelen tüm olanaklar bunca zerrecikmiş gibi vicdani inisiyatifi de kamuoyunun sırtına biçmiş oluyor.
Öyle ya; liberal ahlaka göre ya devlet yükümlüdür, ya da halk hükümlüdür!
Hedonizmin (hazcılık) bulaştığı kanlı, vahşi tarihine bakacak olursak; mülkiyetin bizi sevk ettiği başarı istencinin ve başarma arzusunun güdülediği, mülk iştahının disipline ettiği, kariyer arayışı ve şirket politikalarını ve reaktivitelerini sindirmemiz olanaklı gözükmüyor. Ancak burada ifşa edilegelmiş günah keçisi, hedonist yönelimler değil, eğitimin ve sosyalizasyonun başarma ve kabul görmeye dayalı, toplumsal koşullanmaların hedonizme kanalize edilmesidir. Aynı sinerjinin, kognitif yönelim ve yöntemlerde de uygulanmaması bir tercih değil, kamu suçudur.
Başlık Görseli: Cool Vibe