Doğumdan ölüme kadar devamlı bir faaliyet halindeyiz çünkü fiziksel, biyolojik ve sosyal çevremizle sürekli ve karşılıklı etkileşim yaşıyoruz. Öyle ki yaşamımızın her anında belirli bir davranıştan bir diğerine geçiyoruz. Zihinsel kapasite, yeteneklerimiz, kişisel ve biyolojik özelliklerimiz, geçmiş yaşantılarımız, ekonomik durum ve çevre şartları ne zaman ne şekilde ve nasıl davranacağımızı etkiliyor. Acıktığımızda hangi yiyeceği seçeceğimiz, nerede (restoran-ev) ne şekilde yiyeceğimiz (çatal-kaşık-bıçak-el) bu şartlarımız tarafından şekilleniyor. Ancak davranışlarımızın daha temel ve hepimize genellenebilir olan ortak bir noktası var ki o da motivasyon yani güdülenmedir.
Yiyecek, tuvalet, eş aramadan ait olma, muhabbet etme, kuaföre, okula, alışverişe gitme, diğerleri tarafından beğenilme, kavga etme, savaşma ya da acı, üzüntü, mutsuzluk yaratan olumsuz durumlardan kaçma-uzak durma ve benzeri daha birçok davranışımızı kişisel ve sosyal ihtiyaçlarımızdan doğan motivasyon ve heyecanlarımız belirliyor.
Motivasyon genel anlamıyla bizi belirli bir hedefe yönelik belirli bir şekilde davranmaya iten, davranışlarımızın şiddetini (hareketlerin yapılması için gerekli enerji düzeyi) belirleyen, bunlara yön veren ve bunların devamlılığını sağlayan ve hedefe ulaştığımızda da bizi durduran fizyolojik ve psikolojik sebeplerimizdir. Örneğin; açlık bizi yiyecek bir şeyler aramak üzere harekete geçirir. Açlık süresi ne kadar uzunsa yiyecek o kadar hızlı aranır. Dolayısıyla acıktığımızda kitap okumak yerine yiyecek aramaya yöneliriz.
Yiyeceği bulduğumuzda arama davranışımız ve nihayetinde bir şeyler yediğimizde – doyduğumuzda da yeme davranışımız durur. Hedefe (yemeğe) ulaşmış olmamız bizde ödül kazanma etkisi yaratır ve böylelikle bizi seçtiğimiz hedefe ulaştıran davranışlarımızı bir sonraki açlık durumumuzda tekrarlamamız gerektiğini öğreniriz.
Abraham Maslow 1970 yılında yayınlanan Motivasyon ve Kişilik adlı kitabında yer alan kişilik teorisiyle devrine göre insan davranışlarına daha bütüncül bir açıdan bakan ihtiyaçlar hiyerarşisi teorisini ortaya attı. Maslow’a göre insan bir bütün halinde motive olur yani acıktığı zaman sadece mide ve bağırsak işleyişi değil aynı zamanda algı (yiyecekle ilgili şeylere seçici bir şekilde dikkat etmeye başlar), bellek de (yiyecekle ilgili deneyimlerini hatırlar) işin içindedir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki tüm ihtiyaçların tatmini için gerekli bazı önşartlar var. Bu önşartlar insanın içinde yaşadığı koşullarla ilgili olan konuşma özgürlüğü, başkasına zararı olmadıkça istediğini yapma özgürlüğü, kendini ifade etme özgürlüğü, araştırma ve bilgi edinme özgürlüğü, kendini savunma özgürlüğü ve adalet, hakkaniyet, doğruluk, dürüstlük ve tarafsızlığın hâkim olduğu bir toplum ya da toplulukta yaşayabilmesidir. Kişisel kapasitemizin engellenmesi ya da bu özgürlüklerden mahrum kalmamız durumunda temel ihtiyaçlarımız tehlikedeymiş gibi tepkiler veririz. Bu tepkiler dolaylı yoldan da sergilenebilir yani belirli bir ihtiyaç diğer ihtiyaçların ifade edilme yolu olarak da karşımıza çıkabilir çünkü içinde yaşadığımız ya da yaşamak zorunda olduğumuz toplumun kültürü, eğitim seviyesi ya da değerler sistemi bize bazı ihtiyaçlarımızı açığa vurmamamızı öğretiyor. Örneğin; engellenmiş, kırılmış ya da başarısızlığa uğramış bir kişinin çılgıncasına yemek yediğine şahit olabiliriz. İhtiyaçların hiyerarşik oluşu bir ihtiyacın farkına varılması daha alt ihtiyaçların tatminine bağlı olduğunu gösteriyor buna göre alt seviyedeki ihtiyaçlar belirli bir oranda tatmin edilmedikçe daha üst ihtiyaçlar ortaya çıkmıyor.
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi
1. Fizyolojik ihtiyaçlar: Açlık, susuzluk, boşaltım gibi hayatın devamını sağlamak için zorunlu olan ihtiyaçlar ve hayatın devamlılığıyla doğrudan ilişkili olmayan cinsellik ve üreme (türün devamı için) ihtiyacıdır.
2. Emniyet/Güvende olma ihtiyacı: Tehlike, kaos ve belirsizliklerden uzak istikrarlı bir ortamda yaşama ihtiyacıdır. Güven ortamını sağlaması beklenen ailenin özellikle çocukların güven ihtiyacının tatminindeki etkisi önemlidir. Bu nedenle aile içi kavga-şiddet, huzursuzluk, boşanma ya da aile bireyinin ölümü oldukça travmatiktir. Diğer yandan barışçı, düzenli, adil ve tutarlı biçimde işleyen toplumsal sistem (işletme-devlet) üyelerini/insanlarını (işçi-vatandaşlarının) haksızlık, adaletsizlik, duygusal ve fiziksel şiddet, suç, taciz, tecavüz, zorbalık, mobbing, düzensizlik, iş kazaları gibi olumsuz durumlardan koruyabilmesi emniyet içinde hissedilmesini sağlıyor. Yoksa her yerde nevrotik insanlarla karşılaşılması mümkün.
3. Ait olma/bağlanma ihtiyacı: Dost, arkadaş, eş-çocuklarla kurulan ilişkilerde sevme, sevilme (birinin gönlünde yer tutma), şefkat (acıyarak ve koruyarak sevme) ve bağlanma ihtiyacıdır. Bu ihtiyacın karşılanmaması ya da engellenmesi durumları olan reddedilme, dışlanma, yalnızlık, çeşitli nedenlerden dolayı aile bağlarının zayıf olması ya da ölüm nedeniyle hiç olmaması, ötekileştirilme veya arkadaşsızlık uyum bozukluğu ve psikopatolojik bir çok hastalığa yol açıyor.
4. Değer ve saygı ihtiyaçları: Başarılı, yeterli, bağımsız, özgür, becerikli, güvenilir, ve faydalı olmanın yanı sıra şeref, mevki, yetki sahibi olma, takdir edilme, tanınma, önemli olma ve saygı görme ihtiyaçlarıdır. Benliği ve özsaygıyı belirleyen bu ihtiyaçların tatmin olmaması halinde yetersizlik, acizlik ve çaresizlik duygularıyla baş etmeye çalışılırken özel ve sosyal ilişkilerde sorunlar yaşanıyor.
5. Kendini gerçekleştirme ihtiyacı: İnsanın beceri ve donanımına yani kapasitesine uygun bir hayat yaşaması, kendi potansiyelini icra etmesine ve gerçekleştirmesine duyduğu ihtiyaç olmakla birlikte kişiden kişiye değişiyor.
Maslow bu aşamada Albert Einstein, Spinoza, Goethe, Jozeph Haydn, William James, Albert Schweitzer, George Washington, Benjamin Franklin, Pierre Renoir, Abraham Lincoln, Elenor Roosvelt gibi ünlü, önemli kişilerin hayatlarını ve onlar hakkında yazılanları inceleyerek kendini gerçekleştiren insanın özelliklerini belirlemeye çalışmış. Sonuçlara göre kendini gerçekleştiren insanın özellikleri şöyle:
Gerçeği daha doğru ve isabetli bir şekilde algılar, gizlenen veya çarpıtılan gerçeği herkesten daha kolay ve doğru bir şekilde görürler. Yüzeyselliği, yapmacıklığı, sahtekarlığı ve yalanı tespit etmede, gelecekle ilgili isabetli tahmin yürütmede başarılıdırlar. Kendilerinin ya da ait oldukları grubun beklenti, inanç, kaygı ve korkuları yerine gerçekte ne olduğunu anlama yetileri diğerlerine göre oldukça gelişmiştir.
Bilinmeyenden korkmaz ya da kaçmaz, bilinmeyeni önyargılarıyla hemen bir kalıba sokmaya çalışmazlar.
Kendilerini, diğerlerini ve doğayı olduğu gibi kabul ederler. Tüm eksiklikleri, iyi ve kötü yönleriyle barışıktırlar. İdeal insandan farkları olduğu gerçeğiyle yüzleşmişlerdir. Fizyolojik ya da yüksek seviye olsun tüm ihtiyaçlarını komplekssiz bir şekilde doğa yapısı olarak kabul ederler. Seks, işeme, hamilelik, adet görme, ihtiyarlama gerçekliğin birer parçasıdır ve dolayısıyla kabul edilmelidir. Savunmacı ya da suçlayıcı değildirler, suçlanma ve eleştirilerle baş etme ya da baş edemeyecekleri endişesi taşımazlar. Kendilerini suçsuz ya da kusursuz göstermek için bahane, yalan ve benzeri saçmalıklara başvurmaya tenezzül etmezler.
Davranışları kendiliğinden sade, içten ve doğaldır. Yakın arkadaşlık kurma konusunda çok seçicidirler. Küçük şeyleri büyütmezler. Kendi kişisel özelliklerinin ne olduğunun, isteklerinin, kapasitelerinin farkındadırlar. Küçük, dar, sınırlı, yöresel ve etnik bir değer sistemi değil bütünü gören, evrensel ve zamandan bağımsız bir değer sistemleri vardır. Toplumsal sınıf, eğitim seviyesi, meslek ya da konumları, siyasal görüş, ırk veya renkleri ne olursa olsun davranış-karakterlerini uygun buldukları herkese dostça davranırlar. İnsanlıkla şefkatle özdeşleşir, herkese aynı ailenin üyeleriymiş gibi yaklaşırlar.
Kendileri yerine kendilerinin dışındakilerin problemleriyle uğraşırlar. Sorumluluklarını zorunluluk olarak görürler. Kişisel, bencilce isteklerinin değil etrafındakilerin, toplumun ya da insanlığın yararına olan sorunları çözme, işleri yoluna koymak için uğraşlarda bulunurlar.
Yalnız kalmaya, dış dünyayla fiziksel teması kesmeye ihtiyaç duyarlar. Sahiplenilme, kontrol edilme, sıkı-fıkı olma gibi ihtiyaçları yoktur. Gerek duyduğunda karşısındakilerle arasına mesafe koyma ve uzak durmayı ustalıkla yaparlar. Onurlarını zedeleyen durumlarda ağırbaşlılıklarını korurlar. Olayları herkesten daha objektif bir şekilde değerlendirirler. Herhangi bir kültürün etkisi altına girmeye direnirler zaten belirli bir kültürü aşmışlardır. Özellikle kültürden kaynaklanan haksızlıklara, insafsızlıklara tepkilidirler.
Fiziksel çevre ve toplumdan bağımsız yaşayabilirler. Temel ihtiyaçları için diğerlerine veya bir gruba ait olmaya ihtiyaç duymazlar. Motivasyonlarını sağlayan temel nokta yeteneklerini ve manevi olan öz kaynaklarını geliştirmelerine duydukları ihtiyaçtır.
Her an hayatın kıymetini takdir eder, hayatın güzelliklerini bir çocuk gibi her seferinde ilk defa görüyormuşçasına merakla, hayranlıkla, zevkle karşılarlar ve ilham alırlar. Zaman ve mekan algısından, maddi varlıklarından çıkabilir, çoşkunluk, hayret ve huşu içinde olabilirler.
Kararlı, tutarlı ve standartları olan bir ahlak yapıları vardır. Kendini gerçekleştirmiş insanlar için herhangi bir hedefe varmak kadar o hedefe doğru yoldan gitmek de önemlidir. Her şeyi tat alınabilecek, zevkle öğrenilebilecek bir oyuna dönüştürebilirler.
Birilerini aşağılayarak, üzerek, kırarak, inciterek ya da müstehcen konularla insanları güldürmeye çalışanlardan oldukça farklı ve saldırgan olmayan felsefi bir mizah duyguları, espri yetenekleri vardır. Bu ölçütlerle kendileriyle de alay ederler. İnsanların günlük yaşayışlarındaki koşuşturmaları nedeniyle evrendeki gerçek konumlarını unutmaları ya da kendilerini olduğundan başka göstermeleri gibi durum ve olaylara ilişkin felsefik espriler yaparlar.
Her karşılaştıkları şeyi ya da olayı yeni ve kendilerine özgü bir bakış açısıyla görmeye çalışırlar, yaratıcıdırlar.
Bu özelliklere sahip olmalarının olumsuz getirilerinin de olacağını tahmin etmek çok da zor değil. Kendini gerçekleştirmiş insanlar çevresindekilerce kendini beğenmiş, burnu havada olarak algılanabilirler. Neyse ki onları bu şekilde algılayan ya da önyargılarıyla hareket eden insanlara ihtiyaç duymayacak kadar kendileriyle barışıklar. Diğer yandan kendini gerçekleştirmiş, potansiyellerini yaşıyor da olsalar onların da insan olduğunu unutmamak gerekli, tabiki onların da biryerlerde hataları vardır mesela hassasiyetleri nedeniyle samimi-yakın davranışları karşısındakilerce farklı yorumlanabilir veya hata yapmalarına neden olabilir. Örneğin; yardım duygusuyla norm dışı olan konu ya da davranışlara gerektiğinden fazla ilgi ya da tolerans gösterebilirler ya da acıdıkları için evlenebilirler. Bu noktada herkeste olduğu gibi onların da hatalarının nedenlerine, devamlılığına ve sıklığına bakmamız gerekiyor.
Bu yazının büyük kısmını Prof. Dr. İsmail Alev Arık’ın Motivasyon ve Heyecana Giriş (1996) adlı kitabından yararlanarak tamamladım. Kendisini ve yetiştirdiği hocalarımı sevgiyle anıyorum.
Bu teoriye birçok eleştiri yöneltilebilir ancak bu noktada bence önemli olan insanın olumlu yanlarına vurgu yapan ve insanlık için ümit içeren model olması. Umarım bu yazı eksikliklerinizi fark edip kendinizi kötü hissetmeniz yerine olduğunuzdan daha da iyi olabilmek adına ilham verici olmuştur. Kötü davranmanın da iyi davranmak kadar insansı, insana ait olduğunu ve hangisini seçeceğimizin de yine bize ait olduğunu hatırlayarak yaşarsak bir şeylerin değişmeye başlayacağına inananlardanım. Yaşamak istediğimiz dünyanın modelini kendi iç dünyamızda oluşturabilir ve bunu yayabiliriz. İyilik önce içinizde sonra etrafınızda olsun…
Başlık Çizimi: Ecartoon Man