Henri Lefebvre, sosyolojinin ve felsefenin önemli yapı taşlarından biridir. Postmodernizmin aykırı ve bir o kadar da kışkırtıcı yazarı Jean Baudrillard bile, sosyolojiye geçişini Roland Barthes’dan sonra Lefebvre aracılığı ile yaptığını söylemiştir.* II. Dünya Savaşı sonrası “mekan”ın ve “kent”in değişen ve artan önemi ve farklı işlevlere bürünen yönleriyle ele aldığı çalışmaları ile öne çıkmıştır. Marksist kimliği ile öne çıkmış ancak sıradan bir partizan olmadığı ve sivri dili yüzünden partiden ihraç edilmiştir. Özellikle, Türkiye yerelinde de kentin ve mekânın değeri değiştiği veya devlet tarafından kentsel dönüşüm çalışmalarıyla değiştirilmeye çalışıldığı için Lefebvre’in yeri ve çalışmalarının güncelliği gereği önemi, ülkemizde de gittikçe artmaktadır. Bu bakımdan incelendiğinde, günümüzde ranta dayalı kentsel dönüşümlerin, “yerinden etme”lerin, kentsel dönüşümlerin bir yatırım alanı olarak değerlendirildiği siyasi ve toplumsal yaşantımızda, Henri Lefebvre okumaları yapmak yerinde olacaktır. Üstelik bu yazıda amaçlanan okumalar, Kentsel Devrim** adındaki kitabı üzerinden yapılmaya çalışılacaktır.
Toplum-kent ilişkisi içinde “otorite” ne anlama gelmektedir?
Aslında toplum-kent için otoritenin ifade ettiği anlam ile devlet-kent veyahut iktidar-kent için otoritenin taşıdığı anlam aynı bağlamda buluşurlar: Sokak/mekân. Tüm sosyal organizasyonların, toplumsal hareketlerin, buluşmaların hatta çatışmaların içinden bir bant olarak geçen sokak, tüm insan eylemlerinin kesiştiği önemli bir noktayı tutar. Öyle ki; Lefebvre kitapta buna, “İktidardakilerin kendilerini tehdit altında hissetmeleri durumunda ilk yapacakları şey sokaklarda gezinmeyi ve toplanmayı yasaklamak olacaktır.” sözüyle önem atfeder (a.g.e., s. 24). Bu yargıya göre, sokakları denetim ve kontrol altına almak, tüm toplumsal hareketliliği kısıtlamaya, hatta belirlemeye yetecektir. Sokaklar denetim altında olursa yönetim ve iktidar da kontrol altında olur. Öte yandan olağan koşullarda da yine sokakların biçimlendirilmesi ve hatta mutenalaştırılması ile otoritenin ve iktidarın konuşlandırıldığı yer daha da sağlamlaşacaktır.
Günümüzde, sokaklardaki reklam panoları, hatta bunların sıklıkları ve büyüklükleri bu bakımdan önem taşımaktadır. Henri Lefebvre’den günümüze postmodern bir bakışla, sosyal psikolojik düzeyde, reklam panolardaki içeriklerin düzenlenmesi ve tüm bunların politikleştirilmesi, denetim altında tutulması, aynı zamanda iktidarın da kontrol altında tutulması, meşrulaştırılması ve hatta gittikçe içselleştirilmesi ve kaçınılmaz olarak kanıksanmasına kadar yorumlanabilir. Çünkü kitapta da belirtildiği gibi sokak ne kadar iyi ışıklandırılmış ve mutenalaştırılmış olursa; insanlar da buralara, o kadar güven duyar ve kendini korunmuş hisseder. Bu bağlamda otoriteyi tekrar okuyacak olursak, sokaklar ve sokaktaki hareketlilik ne denli kontrol edilir ve bunun devamında dizayn edilirse, toplumsala dair her tür hareketlilik, o denli gözetim altında tutulabilir ve yine yönetim ve iktidar adına otorite sağlam kılınabilir.
Otoriteyi, yazar dolayından Marksist bir çerçeveden okuyacak olursak, yine karşımıza mekanın yanı sıra, bu kez de artı ürün çıkar. Ve yine artı ürünü bir mülk olarak düşünürsek, mekan da bir mülk olarak değerlendirilebilir, üstelik sınırsız bir mülk. Lefebvre, mekanı toplumsal bir ürün olarak görür ve iktidar kendini bu mülk üzerinde bina eder ve korur; mülk üzerinde sağlayacağı otorite, iktidarı üzerinde sağlayacağı otoriteye birçok boyutuyla denk düşebilir. Böylelikle, otorite ekonomik döngüyü domine ederken, soyut piyasayı (mülkü), mekan üzerindeki hareketliliği domine ederek, üzerinde hakemlik görevi üstlenerek de somut piyasayı kontrol etmiş olacak. Artı ürün (mülk) üzerindeki bu iki yönlü gözetim/denetim/yönetim iktidarın sosyo-ekonomik dinamiğini şekillendirerek, mevcudiyetini sağlama/koruma açısından kendine önemli bir fayda sağlayacaktır.
Kent toplumuna geçişin önündeki engeller nelerdir?
Başlıca olarak tarım toplumu ve kırsal kültürün barındırdığı toplumsal hareketlilikten ve diyalektikten, sanayileşmenin baş gösterdiği bir kapitalist veya başka bir rejim içinde olsun, endüstriyel bir akışkanlığın içinde toplumun ve bireylerin devinim kazanması gerekmektedir. Nedir o devinimler? İktisadi anlamda belirli bir gelir ortalamasına sahip insanların görece çoğunluğu, sekülerliğin belirli düzeyde meşruiyet kazanması, ki böylelikle eleştirel iktisadi aklın da gelişebilmesi ve diğer tüm toplumsala neşren dağılabilmesi, bireysel ekonomik bağımsızlıkların nüfus içinde sayıca artması ve böylelikle bireyselliğin ve demokrasinin içselleştirilebilmesi gibi birçok olasılıklar üzerinden değerlendirilebilir. Peki son olarak, koşullandırılan bireysellik ve demokrasi olgularının kent toplumu ile ne gibi bir ilişkiselliği veya öncül olma değeri vardır? Aslında kent toplumunu, tarım toplumundan ayıran başlıca soyut etmenler bunlardır. Kent toplumunda yaygın ve merkezileşmiş olarak görülmesi beklenen izotopilere (uyumluluk, düzen) ancak bireyselleşmenin ve demokrasinin iyice içselleştirilmiş kültürlerde veya merkezlerde rastlanılması bu bakımdan anlamlıdır. Öte yandan henüz tümüyle kentsel bir mutenalaşma -soylulaşma, “kentsel devrim” ile kastedilmek istenen de bu soylulaşmadır- elde edememiş merkezlerde ise daha sıklıkla heterotopiler (zıtlıklar, uyumsuzluklar) ve tarım toplumunun özellikleri görülebilmektedir.
İzotopi ve heterotopi kavramları düşünüldüğünde kent toplumunun geleceği hakkında neler söylenebilir?
Kent üzerine, izotopi ya da heterotopinin tümüyle tek başına hakim olduğu bir yapının olması mümkün gözükmeyecektir. Kent kendi kurgusu içinde çizdiği izotopik yapıyı/dizaynı ya da mutenalaştırılmış kentsel uzamı kurmaya çalışırken, aynı uğraş içinde heterotopi de kendiliğinden baş gösterecek, bu çatışmanın sürdüğü sırada, izotopi baskın gözüken taraf olmaya çalışırken, heterotopi de varlığını sürdürecektir. Böylesi bir açmaz veya döngü, yaşamsala dair olan yapay dönüşüm uğraşının diyalektiği bile sayılabilir. Lefebvre ise bu söylemi şöyle doğrular: “Kent fenomeni, aynı zamanda devasa niteliktedir; olağanüstü genişlemesi ve yayılması sınırlandırılamaz. Yakın düzeni içine alan uzak düzen, ayrı zamansallıkları bir araya getirir ve onları farklılıklara (heterotopiler) göre toplar. Fakat her yerde ve her zaman izitopi ve heterotopi karşı karşıya gelir, çatışır, bu şekilde başka yere; doğacak, kendini dayatacak ve daha sonra mekânsal-zamansal doku tarafından absorbe edilip dağıtılacak farklı merkeze yol açar” (a.g.e., s. 161). Lefebvre, kent düzeninin ve kent düzensizliğinin diyalektik hareketinin böyle şekil aldığını öne sürerken, doğanın yapay bir müdahale ile sorunsuz/kusursuz bir determinist kurgunun kente hakim olamayacağına işaret etmektedir. Postmodern etik (düzen ve düzen atfetme, anlamlandırma ifadesiyle “etik”) ile bakıldığında bu söylemin kabul görülmesi nispeten daha kuvvet kazanabilir.
Ve sonuç olarak, kent sorunsallarını, toplumsala dair bir düzlemde okuyacak olursak; bu arayışı, mülk ve mülkün üstündeki yönetim erki üzerinden, yani iktidar-artıürün ve iktidarın mülk üzerindeki otorite ilişkisi üzerinden izlemek gerekecektir. Toplumsalın yönelimi gereğince, iktidarın dinamik yapısının, yine iktidar tarafından şekillendirildiği göz önünde tutularak; iktidarın erk değerini, mevcudiyetinin gereğini/meşruiyetini, bu mülkiyet gözetimi/yönetimi şekliyle koruduğunu söyleyebiliriz. Kentin ise vasfolduğu bu mülkiyet değeri üstünde, arz edilen kentsel sistemleri elde edebilmesi, devletin ve devlet otoritesinin yarattığı olanaklarla sınırlı olacaktır. Demokrasinin bir değerler sistemi olduğu düşünüldüğünde ise, devletin bu varoluşçu yapıya ve değerler sistemine verdiği sadakat ile doğru orantılı olarak, kente dair mekanı, yani mülkiyeti, o kadar etkin koruduğu ve layığıyla yönettiği söylenebilir ancak. Mekanı, sahip olunabilir ve üzerinde hak iddia edilebilir bir “şey” olarak kabul ediyorsak, bu diyalektik/içaksayış gereğince muhtemellerin en iyisini gerçekleştirebiliyor olmak, gerçekleşmesini gerekli kılmak ve bunu istemek demokrasinin en nihai karakteristik niteliği olmalı.
Üstelik yine demokrasinin, özümsenip özümsenemediği, toplumsalın içine başarılı bir şekilde işleyip işlemediği, ancak bu değişkenler üzerinden okunmalı. Bu yüzdendir ki; demokrasi toplumun sosyolojik bir dengesi ve demokratik değerler, toplumsalın ruh sağlığına dair bir kriterler bütünüdür. Bu ölçüyü yüksek tutabilen uygarlıklar, kentleri içinde sağlıklı olmanın bir boyutu olarak görülebilecek izotopileri hakim kılabilir, yahut bir iç bunalımın, istikrarsızlığın ve bütüncül/uyumlu olmaktan mahrum görülebilecek heterotopileri yaygın kılınmış bulabilir. Bu nedenle, toplum ne denli sağlıklı olmanın ölçüsünü demokrasi üzerinden sağlayabilirse, iktidar da otoritesini, o denli liyakat eksenli, toplumun faydasına kullanabilir ve kentsel sistemi öyle bir düzen içinde, somut niteliklerle kurgulayabilir.
* Adanır, Oğuz. Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler. İstanbul: Hayal Et Kitap, 2008. academia.edu
** Lefebvre, Henri. Kentsel Devrim. İstanbul: Sel, 2013.