Türk sinemasının bu dönemlerine festivallerden aldığı övgü ve ödüllerle bir film damga vurdu. Kıvanç Sezer’in yönetmenliğini üstlendiği “Babamın Kanatları” anlattığı mesele ve dikkat çektiği noktalarla son dönemin en sarsıcı ve en gerçekçi filmlerinden biri oldu. 23. Uluslararası Adana Film Festivali ve 53. Uluslararası Antalya Film Festivallerinde aldığı ödüller sonrası yurt içi ve yurtdışı festivallere giden film, 2 Aralık 2016’da sinemaseverlerle vizyonda buluştu. Tüm ekibinin yüreğini ortaya koyarak yaptığına inandığım bu filmi izlemenizi kesinlikle öneriyorum.
Filmin yönetmeni sevgili Kıvanç Sezer ile diğer festivallerden sonra 22. Gezici Festival’de bir araya geldik. Yönetmenliği ve film üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Şimdi hep birlikte keyifli röportajımızı okuyalım…
Kıvanç bey, hoş geldiniz. Öncelikle tebrik ediyoruz, filminiz hayırlı olsun. “Babamın Kanatları” dolaştığı festivallerden güzel övgüler alıyor. Öncelikle sizi tanıyalım istiyorum, yönetmen olma hikâyeniz nasıl gelişti?
Teşekkür ederim. Ben esasen biyo-mühendislik okudum. Fakat üniversite yıllarında, sinemaya bir ilgim oluştu. Kısa filmler çekmekle başladım tabi ama bir meslek olarak yapabilmek için bir zaman geçmesi gerekti. O zaman içerisinde sinemanın çok büyük bir ifade alanı olduğunu fark ettim ve daha büyük bir tutku hissetmeye başladım. 2007 yılında İtalya’da bir sinema okudum. Bir yandan doktora yapıyordum biyo mühendislikte ama onu bıraktım. Bir kurgu okuluna başladım ve 2 yıl eğitim aldım. İstanbul’a dönünce 3-4 yıl sektörde çalıştım asistan ve kurgucu olarak. O arada iki kısa film bir de belgesel çektim. 2012 yılından bu yana da “Babamın Kanatları” projesiyle uğraşıyorum.
“Mühendislik eğitiminin yönetmenliğime etkisi daha fazla oldu.”
İtalya’da bir kurgu eğitimi aldığınızdan bahsettiniz. Bu kurgu eğitiminizin yönetmenliğinize nasıl etkileri oldu?
Kurgu, filmi çok değiştirebilen bir şey, fakat baştan sona da değiştirebilen bir şey değil. O yüzden “kurguda hallederiz” sözünün aslında çok gerçekçi olmadığını, eğer iyi bir malzeme varsa belli oranda bir mantık içerisinde filmi iyi duruma getirebileceğini fark ettim.
Bir ikincisi de, sahnelerin birbirine bağlanması ve geçişler meselesi üzerine düşünüp eğitimini de alınca, yazarken de bir şekilde onu görmeye çalışmak, onun nasıl bağlanacağını görmeye çalışmanın ona etkisi olmuş olabilir. Aldığım mühendislik eğitiminin yönetmenliğe etkisi daha fazla oldu. Mühendislik bir optimize etme alanı ve bir süreç yönetimi aslında. Yönetmenlik de Senaryo aşamasından finale kadar aslında bir süreç yönetimi. O yüzden mühendislik eğitimimin katkıları çok fazla.
İlk uzun metrajlı filminiz “Babamın Kanatları” ses getiren bir yapım oldu. Şimdi biraz 2012 senesine gidelim, hikâyesi nasıl ortaya çıktı, ilk fikirler nasıl oluştu?
Ben 2012 yılında senaryoyu yazmaya başladım ama ilk olarak 2010 yılında okuduğum bir gazete haberinden etkilenmiştim. Ömer Çetin adında bir üniversite öğrencisinin çalıştığı inşaattan düşüp ölmesi haberiydi bu. Bu hikaye beni çok etkilemişti. Bu fikir de 2 yıl boyunca kafamda döndü durdu ama bu hikâyeden bir film yapabileceğim fikrine 2012 yılında kapıldım. Daha sonrasında 2012’den itibaren senaryoyu yazarken de hikâyelerin çok olduğunu fark ettim.
“Günde en az 1 inşaat işçisi maalesef ihmallerden dolayı ölüyor.”
Siz bu senaryoyu yazarken, o sırada başka hikâyeler, başka işçi ölümleri de oluyordu sanırım…
Ben bu haberi okuduktan sonra şunu fark ettim; işçi ölümleri, iş cinayetleri çok yaygın bir şey. Türkiye’deki rakamlara bakıldığı zaman, günde en az 1 inşaat işçisi maalesef ihmallerden dolayı ölüyor. Böyle bir realite var. Baktım ki, hikâyeler her yerde, sonra da bunu bir sinema filmi formuna nasıl dönüştürebilirim diye yola çıktım. 2012 yılından 2015 yılına çekim yaptığımız zamanlara kadar bir senaryo süreci gelişti.
Hazırladığınız bu senaryoyu Özcan Alper ve Nar Film ekibine nasıl ulaştırdınız?
Ben bu hikâyeyi yazmaya başladığım zaman, İstanbul Kadıköy’deki Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde Özcan Abi bir atölye veriyordu ve biz orada tanıştık. Ona bu hikâyeyle gidince, bana “eğer yapımcı olsaydım sana senaryonu yaz, ben bu filmin yapımcılığını yaparım derdim.” dedi. İlerleyen zamanda da durum böyle oldu. Yapımcılığını kardeşi Soner Alper yaptı. Özcan abi de proje danışmanı gibi, sürekli senaryoyu konuştuğum ve tartıştığım kişi oldu. Projeye çok büyük katıları oldu.
“Senaryoda evrensel olana ulaşmak için çaba sarf ettim.”
Filmde, senaryoda en çok neleri ön plana çıkarmak istediniz? Anlatılan mesele derin bir mesele, sınıf durumu da var. Neler demek istersiniz?
Her zaman iyi bir film yapmak üzerinde durdum. Anlattığı mesele, önemli bir mesele, ama seyirci buna bakmıyor. İyi veya kötü filme bakıyor. Eğer ki iyi bir filmse değer veriyor, kötü ise vermiyor. Dolayısıyla bu önemli meseleyi anlatırken, bu meselenin önemine denk düşecek bir sinemasal kalite olması gerekiyordu. Almanya’da bir senaryo danışmanım vardı, onunla da senaryo üzerinde derinlemesine bir çalışma yaptık. Yurtiçinde ve yurtdışında ortak yapım marketlere gittik, Köprüde Buluşmalar gibi. Farklı kültürlerdeki insanlara bu hikâyeyi anlattığımda alacağım reaksiyonları görmeye çalıştım. Çünkü yapılacak proje yurtdışında da bir festivalde olacak ve sizin kültürünüzü izleyen farklı kültürden birinin de sizin hikâyenizden bir şey bulması gerekiyor. O yüzden senaryoda evrensel olana ulaşmak için çaba sarf ettim.
Sınıf meselesi tabii ki bu işin içinde. Kürt işçiler de var bu filmde. Bu, Kürt meselesine dair bir film olduğundan değil, inşaat işçilerinin birçoğunun Kürt olmasından dolayı. Onların yaşadığı sınıfsal çelişkiyle de alakalı. Bir yandan işçi ölümlerine sebep olan güvensiz çalışma, denetimsizlik, taşeron çalışma, işçilerin örgütsüzlüğü gibi bir takım unsurları da arka planda verdiğimiz için, çalışma ortamındaki hiyerarşi, taşeron sistemi ve o şantiyedeki gerçeklikleri de izleyiciyle yüz yüze getirmeye çalıştık.
“İbrahim karakterini oynayabilecek tek kişinin Menderes Samancılar olduğuna inandım.”
Oyuncu seçimlerine neye dikkat ettiniz? Çünkü oyuncular da övgüler alıyor ve ödül aldılar? Özellikle Menderes Samancılar bu role nasıl ikna oldu?
Menderes Samancılar ilk ikna olan oyuncuydu. Ona oyuncu seçmeli şekilde değil, ben kendim teklif ettim İbrahim rolünü ona. Onu düşündüm, çünkü o rolü oynayabilecek tek kişi olduğuna inanıyordum. İstanbul Film Festivali’nin eski direktörlerinden Hülya Uçansu aracılığıyla ulaştım ve senaryoyu gönderdim. Birkaç gün sora görüştük ve kendisiyle anlaştık. Diğer genç oyuncularımız Musap Ekici ve Kübra Kip için de bir oyuncu seçmesi yaptık. 60’a yakın oyuncu vardı o rollerin seçmesinde. Onlar da çift olarak gelmişlerdi ve onları seçtik. Tansel Öngel’e de rol için yine ben teklif götürdüm.
Çekim sürecinizden bahsedelim biraz, ne kadar sürdü, nasıl geçti?
Çekimler zorlu geçti tabii, bir inşaat alanında çekim yapmak kolay değil. İstanbul Esenyurt’ta, 5 hafta sürdü çekimler, 2015 Kasım zamanıydı. O dönem son yüzyılın en soğuk kışı olacak diye bir söylenti vardı. Ama şansımıza güneşli bir dönemdi ve filme de önemli bir katkısı oldu.
Kurgu üzerine eğitiminiz olduğundan, eminim ki “Babamın Kanatları”nın kurgusuna da büyük önem vermişsinizdir diye düşünüyorum. Kurgu sürecini nasıl ilerlettiniz?
Evet, benim kurgu eğitimim var, ama daha önce baştan sona bir sinema filmi kurgusu yapmamıştım. O yüzden deneyimli ve genç bir kurgucu olan Umut Sakallıoğlu ile gece gündüz çalıştık. Sürekli yeni şeyler, yeni öneriler geliştirdik. Bu çalışmamızdan sonra, Almanya’dan Fatih Akın’ın kurgucusu Andrew Bird geldi. Bize supervizorlık yaptı, bütün film üzerinden ve onun önemli yorumları oldu. Bizim için bitince filmin kurgusu, ofiste bir halk günü yaptık. Toplumun birçok kesiminden kişileri yani öğretmen, işçi, genç, yaşlı… vb çağırıp onların görüşlerini aldık. Onların söyledikleri üzerinden de bir kez daha kurgunun üzerinden geçtik.
“Sınıfa dair filmler yapan, daha sosyal gerçekçi hikâyeler ve İtalyan yeni dönem gerçekliğini anlatan yönetmenlerin filmlerini çok seviyorum.”
Filme baktığımız zaman Ken Loach filmlerinden etkiler görebiliyoruz. Filmlerini takip eder misiniz? Başka takip ettiğiniz yönetmenler var mı?
Ken Loach benim çok sevdiğim bir yönetmendir Sinema dilini ve hayata, sinemaya bakışışını çok önemli buluyorum. Mike Leigh de de öyledir. İran sinemasını da çok seviyorum, oradan Asghar Farhadi, Abbas Kiarostami ve Mecid Mecidi gibi yönetmenleri çok severim. Stéphane Brizé ve Laurent Cantet gibi Fransız, sınıfa dair filmler yapan yönetmenleri çok seviyorum. İzlediğim sinemada, daha sosyal gerçekçi hikâyeler ve İtalyan yeni dönem gerçekliğini anlatan filmleri sevdiğimi söyleyebilirim. Ken Loach’ın yeni filmi “I, Daniel Blake” ile bizim film de aynı zamanda çıktı. O filmi de Adana Film Festivali’nde izlemiştim. Bizim filmle benzer yönleri olduğunu keşfetmiştim ve o filmden de çok etkilenmiştim. Bu arada filmin linkini de kendisine gönderdik, izleyip fikirlerini söyleyecek bizlere.
“Ülkemizdeki film çekme zorluklarını bahane edip, bu yolda yılmamak lazım.”
İlk uzun metrajını çekmiş ve sinema tecrübesi çok olan bir yönetmen olarak, bu sektörde yer almak isteyen ve yönetmen olmak isteyen genç nesile neler önerirsiniz?
Benim açımdan bir şeyler çekmek, bir şeyler kurgulamak ve bir şeyler denemek çok önemli. Yazma pratikleri çok önemli. Film izleme ve izlediği film üzerine düşünme pratikleri çok önemli. Bir filmi izledik, bu film kötü ya da bu film çok iyinin ötesinde değerlendirmeler yapabilmek çok önemli, sinemanın daha fazla derinine inmek önerilebilir. Ülkemizdeki sinema çekme zorluklarını bahane edip, yılmamak lazım. Yılmadan, doğru bildiği şeyi yapabilmek için kişinin inat etmesi gerekiyor. Benim açımdan bir filmin yönetmeni, filmle ilgisini kestiği anda filmi yapılmayacak kişidir. Her şey size bağlı oluyor. O yüzden bağın kuvvetli olması çok önemli.
22. Gezici Festival kapsamında, Ankara’da birlikteyiz. Filminizin özel gösterimi oldu. Neler demek istersiniz?
Sinemayla ilgilenmeye başladığım ilk yıllarda İzmir’deydim, orada üniversite okudum. İzmir’de düzenlenen Gezici Festival zamanında filmlerde, seanslarda birçok yönetmenle tanıştım. Eminim genç kuşak yönetmenlerin birçoğu da o zaman gösterilen filmlerden festivalden beslenerek ilk projelerini yapmıştır. Her filme ulaşabilmek kolay değildi o zamanlar tabi bir de. O yüzden başından beri çok değerli bir iş yapıyorlar. Her yıl farklı şehirlerde çok önemli bir misyonu yerine getiriyor. Filmimle birlikte bu yılki festivalde olmak da benim için ayrı bir mutluluk.
“Babamın Kanatları”nın ardından yeni bir sinema projeniz var mı?
Babamın Kanatları’nı bir üçleme olarak düşünmüştüm. İkinci filmin de hazırlıklarına başlayacağız. Burada bu konut meselesi üzerine farklı bir bakış açısıyla gideceğiz.
İnşallah ikinci film de Babamın Kanatları kadar başarılı bir yapım olur diyorum, çok teşekkür ederim bu keyifli sohbet için.
Ben de çok teşekkür ederim, iyi çalışmalar…