Koca Dünya, uluslararası galası 2016’da Venedik’te yapılmış, ülkemizdeyse 2017 Nisan’da vizyona girmiş bol ödüllü ve elbette yoğun sembolizmli Reha Erdem yapımı bir film. 73. Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü almış film, Kosmos ile sinematografik başarısını halihazırda kanıtlamış Florent Herry’nin alanındaki yetkinliğini adeta tescillemesini sağlıyor. Görsel şölen tadındaki film kareleri ve ilk dakikasından son dakikasına seyirciyi içinde tutan olay örgüsüne sahip bu eşsiz yapımı tekrar hatırlayalım istedim.
Kosmos’u izledikten sonra Reha Erdem’in psikanalizi ve ödipal çatışmayı sinemada kullanma konusunda ne denli başarılı olduğunu görmüş olmanız kaçınılmaz. Fakat Koca Dünya’yı izledikten sonra hem sembolizmi hem psikanalizi ne kadar ustaca kullandığına ve bu yolla insanın varoluşunun yükünü, bu yükün altında ezilişini seyirciye ne kadar net verebildiğine şahit olacaksınız.
Filmi izlerken bir yandan sürekli kadraja alınan hayvanlara, onların mitolojideki karşılıklarına ve her fırsatta verilen sembollere anlam yüklemeye çalışırken diğer yandan kendinizi The Lobster – Yorgos Lanthimos, Antichrist – Lars von Trier havasının nasıl bu kadar baskın olabildiği sorusuyla meşgul etmeniz kuvvetle muhtemel. Zira ben ilk izleyişimde filmde kesinlikle göndermeler var, bu kadarı tesadüf olamaz diye ne kadar düşünsem de Reha Erdem film sonrası verdiği röportajında eserin tamamen bağımsız bir yapım olduğunu, hiçbir şekilde gönderme barındırmadığını ve filmin tek başına düşünülmesi gerektiğini vurgulamış.
İçeriğinden kısaca bahsetmek gerekirse, Berke Karaer -ki biz ona Kum-Kum diyeceğiz- ve Ecem Uzun -Mimi- henüz hayatlarının başındayken aileleri tarafından yetimhaneye bırakılmış ve kan bağları olmamasına rağmen kardeş gibi büyümüş iki genç. İkisi de yetimhanede halihazırda devlet otoritesi altında ama devletin koruyamadığı, korkutucu bir yaşama sahipken kendilerini sürekli kaosun hakim olduğu Koca Dünya’da buluverirler. Kum-Kum sanayide ayak işleri görerek hayatını idame ettiren ve tamamiyle başıboş hayat süren bir gençken, Mimi evlatlık olarak alındığı aile babası tarafından tecavüze uğrayan ve her zaman sessizliği koruyan bir kızı canlandırıyor. Kardeşi olarak bildiği Mimi’yi acısından çekip kurtarmayı kendine görev bilmiş Kum-Kum birkaç başarısız girişim sonucunda, kardeşini de alıp çareyi sadece huzurun hakim olduğu ‘doğa’ya sığınmakta bulur.
Filmde metropol yaşamı tehlikeyi ve kargaşayı -izlediğiniz esnada bile yorabiliyor- temsil ederken; doğa apaçık güveni ve huzuru sembolize ediyor. Oyuncuların metropolde yüzünden eksik olmayan endişeleri, ıssızda çoğu zaman sevgi dolu sıcacık gülümsemelere dönüşüyor. Yine de buna rağmen, doğada güvenli bir hayat kurmaları ve afallamaları kaçınılmaz oluyor.
“Bu Koca Dünya’da en az senin kadar yalnızım.”
Aslında durağanlığın içindeki karmaşa birçok yerde iki genci de hırpalıyor ve tüm bunlar olurken, yukarıda da bahsettiğim sembolizmler kafa kurcalamaya başlayıp, seyirciyi filmin büyük bir bölümünde muhakkak bir yerde ters köşe olur düşüncesiyle tamamen uyanık şekilde izlemeye sevk ediyor. Örneğin Mimi’nin ölü bir kadınla yalnızlığını paylaştığı sekansta apaçık Shakespeare’in Ophelia‘sına selam edildiğini fark etmek zor olmuyor. Film boyunca yalnızlık korkusu yaşayan ve her fırsatta abisine “Gitme.” diyen Mimi, ailesi tarafından günlerdir aranan bu ölü yaşlı kadının elini tutarak “Bu Koca Dünya’da en az senin kadar yalnızım.” der.
“Baba, biz burdayız!”
Doğadaki yaşamlarında daha fazla vakit geçirmeye, kendilerini keşfetmeye başlayan ikili uzunca bir süre bu serüvenlerine görsel şölenler eşliğinde devam ederler. Derken, bir gece Mimi iç kanama geçirir ve güvenli evlerini terk etmek zorunda kalırlar. Yine huzursuzluğun, yine kaosun içine düşmüşlerdir, zira Kum-kum kardeşini hastaneye götürür fakat döndüğünde onu bıraktığı yerde bulamaz. Ütopyalarından çıktıkları an, korkutucu gerçek yaşam böylelikle yakalarına yapışır. Film boyunca hayvanlarla konuşan Kum-kum kapanış sekansında bir keçiye, yani aslında Pan(Doğa-Tanrı)’a “Baba biz burdayız.” diyerek feryat eder. Fakat yaşamı boyunca herkesin yaptığı gibi tüm çabalarına rağmen Tanrı’sı da ona sırtını döner.
Velhasılıkelam, Koca Dünya incelenebilecek her yönden oldukça tatmin edici bir yapım. Oyunculuklardan, görüntü yönetmenine; Nils Frahm’lı jeneriğinden, Shakespeare göndermelerine ruh doyurucu bir eser olarak Reha Erdem’i ve elbette umarım Türk sinemasını yüceltmeye devam eder.