Koruma biyolojisi son 35 yılda gelişen canlılar dünyasını, onun biyolojik çeşitliliğini inceleyen ve korumayı ele alan bir bilim dalıdır. Son zamanlarda insanın doğaya verdiği zarar, geçmiş yıllara göre oldukça artmıştır.
Kapitalizmin biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkilerinden birisi de yerel ve uluslararası pazarlarda modern teknolojiden yararlanarak bitki ve hayvanları çok sayıda toplamasıdır. Günümüzde de varlığını sürdüren mevcut dinlerin çoğunda insanlar, çevredeki bitki ve hayvanları, hem fiziksel hem de ruhsal olarak bağlantı içinde kabul ederler. Çin’in Tao, Japonya’nın Şinto, Hindistan’ın Hindu ve Budist felsefelerinde, kutsal yabanıl alanlar ile doğal ortamlara değer verilir ve bunlar yoğun manevi doyum sağlama özelliklerinden dolayı korunurlar. Ancak günümüz Endüstri Çağı’nda ve doymak bilmeyen bir kapitalizm canavarının karşısında, bu gibi felsefi inanışların da yapabileceği şeyler kısıtlıdır.
Koruma biyolojisi türlerin ve ekosistemlerin korunması mücadelesinin sonucunda gelişmiş, yekpare ve çoklu bilim alanına dayanan bir daldır.
Koruma biyolojisi:
♦ Yeryüzündeki biyolojik çeşitliliği belgelemek,
♦ İnsanın tür, genetik çeşitlilik ve ekosistemler üzerindeki etkilerini araştırmak
♦ Türlerin yok oluşunu önlemek, türlerin genetik çeşitliliğini korumak için pratik yaklaşımlar geliştirmek ve yaşam birlikleri ile onların bağlı olduğu ekosistem işlevlerini koruyup onarmak hedefleri üzerinden ilerlemektedir.
Doğayı, Dünya’yı, evimizi kendi ellerimizle ya da dolaylı yoldan yok ediyoruz. Bu artık geri dönüşü olamaz bir duruma doğru sürüklüyor bizleri. Dünyamız 4,6 milyar yaşında, bunu 46 yıl olarak ölçeklersek; insanlık sadece dört saattir dünyada, Sanayi Devrimi 1 dakika önce yapıldı. Ama bizler dünyadaki ormanların yarısından çoğunu kestik bile (!).
Göz göre göre katledilen doğaya bir başka saldırı da 1930’lu yıllarda piyasaya sürülen ve böcekler üzerinde etkili olduğu söylenilen DDT‘den geldi. DDT’nin zararları, besin zincirine girdiğinde çok büyük yok oluşlara neden olmaktadır. DDT suda çözülmediğinden dolayı tatlı sularda ve denizlerde etkisi çok uzun sürmektedir. Bu yüzden besin zincirine çok kolay bir şekilde girerek balıklarda, kuşlarda ve birçok su hayvanında toplu ölümlere yol açmaktadır. 1970 yılından itibaren zararları bilim insanları tarafından kanıtlanarak bir çok ülkede yasaklanmasına karşın doğada yok olmayan bir zehir olan DDT’nin etkileri, günümüzde halen devam etmektedir.
Küçük bir örnekle besin zincirinin içinde yer alan DDT’nin biyokütleye oranına nasıl yansıdığını görelim. Bitkilerde %0,00005 oranında DDT olduğunu varsayarsak, bitkileri yiyen çekirgede bu oran %0,0085’e yükselir. Ve çekirgeyle beslenen bir fare türünde bu oran artarak %0,43 olur. Fareyle beslenen bir yırtıcı kuşta ise bu oran %3,5’lere yükseldiğini düşünürsek küçücük bir miktarın besin zincirine girdiğinde tüm doğayı yok edecek bir güçte olduğunu görüyoruz.
Bu yüzden koruma biyolojisini benimsemiş biyologların insan emeğiyle birlikte, doğal kaynakları da sömüren ve doğanın kendisini yenilemesine izin vermeyen bu kapitalizm canavarına karşı yeterli sayıda olmaması yok oluşu önlemede yetersiz kalmaktadır.
İnsanlar genelde şehrin o gittikçe betona gömülen sokaklarından uzaklaşıp kendisini ormana ya da deniz kenarına atarlar. Ve son dönemde doğal kaynakların tükenmesiyle birlikte yaşam birliklerinin bozularak yok olması, ormanların tahribatı insanlarda doğaya karşı bir özlem ve doğa sevgisini arttırmıştır. Ve gelecek için dünyanın bizim evimiz olduğunu hatırlamamız lazım. Onun yok oluşunun bizi de etkileyeceğinin farkında olarak, çevrecilik hareketiyle onu kapsayan koruma biyolojisinin dünyanın kurtuluşuna giden yol olduğunu unutmayalım.
Başlık Görseli: Conbio.org